İki yazı üst üste iktidar ve meşruiyet kavramlarını anlattım. Özellikle geçen yazıda French ve Raven'ın makalesinden yola çıkarak "iktidarın beş yüzü" diye tabir ettiğim beş iktidar türünü anlattım. Bugün sıra sizlere söz verdiğim Sezar hikâyesinde.
Öncelikle herkesin bildiği isim olan Sezar’ı kullanacağım. İsmin orijinali Latince Gaius Julius Caesar olarak yazılır ve Gayus Julyus Kayzar olarak okunur. Biz Türkler zamanında ismi Fransızca kaynaklardan iktibas ettiğimiz için Sezar olarak biliyoruz. Halbuki Osmanlı Hükümdarlarına verilen Kayser-i Rum, Alman Hükümdarlarına verilen Kaiser, Rus Hükümdarlarına verilen Çar unvanları aslında ismin orijinali Kayzar’dan türemiştir ve İmparator anlamına gelir. Sezar’ın isminin İmparatorluk unvanı olarak kullanılması Sezar’ın yeğeni ve ilk Roma İmparatoru Augustus’tan bu yana bir gelenek olagelmişti. Benim babam yaşındakilerin kuşağı Sezar’ı Kleopatra filminde tanımışlardır. O filmde Kleopatra’yı Elisabeth Taylor, Sezar’ı da Rex Harrison oynamıştı. Benim kuşağım içinse meşhur Rome – Roma dizisi, Sezar’ı, dostlarını ve düşmanlarını tanıtan ana etken olmuştur. Ben Sezar’ı ilk Kleopatra filminde tanıdım, daha sonra Lise’de İngiliz Edebiyatı dersinde Shekspeare’in ünlü Julius Caesar eserini okudum. Buna ek olarak, bir savaş sanatı tarihi meraklısı olarak, Sezar’ın seferlerini ve savaşlarını anlatan onlarca kitap okudum. Bunlar arasında Sezar’ın kendi kitabı olan “Commentarii de Bello Gallico - Galya Savaşı Üzerine Notlar” adlı eseri de bulunmakta. Bugün okuduklarımdan elde ettiğim intibalarımı sizlerle paylaşacağım.
MÖ 60: ROMA CUMHURİYETİ’NİN DÖNÜŞÜMÜ Roma Devleti, kendi çağının Yunan devletleri gibi, bir şehir devleti idi ve kendini bir Cumhuriyet – Respublica olarak tanımlardı. Demokrasi kelimesi Yunan coğrafyasına aittir ancak Roma Cumhuriyeti ve Yunan Demokrasileri benzerdi. Bugünkü anlamda, aslında, bir şehirde yaşayan insanların içinde seçkin ve soylu ailelere mensup aristokratların oligarşik yönetimi olarak tanımlanabilir. Roma Kanunları Senato’da yapılır, yöneticileri olan Konsüller iki sene de bir Senato içinden seçilirdi. Senato’yu ve Senato’daki kararları Roma Dini kutsal kabul etmekteydi. Senatörler Roma’yı yönetecek kuralları koyarken aynı zamanda dini bir ibadeti de yerine getirmiş oluyorlardı. Roma Cumhuriyeti’nin kuruluş hikayesi aslında bu soylu aileler olan “patricilerin” başlarındaki Etrüsk kökenli “Rex” unvanlı kralı indirmeleri ile başlar. Bu yüzden Roma dini ve geleneğine göre “Kral olmak, tahta oturmak ve taç takmak” hem yasalara hem de dine karşı gelmek demekti. Zaman içinde Roma Cumhuriyeti İtalya’daki diğer şehirleri birer birer ele geçirdi. Ancak bu şehirlerin her biri kendi yönetim birimlerini, Senato’larını oluşturmakta serbesttiler. Vatandaşları da Roma vatandaşı değil, o şehrin vatandaşı sayılırdı. Her şehirde bir Roma Magistaratus’u (hem vali hem de yargıç olan yönetici) bulunurdu. Bu müttefik şehir vatandaşlarından seçkinler ve Roma Cumhuriyeti’ne bağlılığını kanıtlayanlardan bazılarına da Roma Vatandaşlığı verilirdi. M.Ö. 60’a geldiğimizde Roma Cumhuriyeti artık bir şehir devletinin ölçeğini çok aşmıştı. Fas Cezayir ve Mısır haricinde Akdeniz’in kıyılarını ele geçirmişti. Büyük ordular ve büyük generallere sahipti. Ekonomi büyümüş, yönetilen coğrafya ve nüfus hem büyümüş hem de çeşitlenmiş, ordular şehir sakinlerinin milis teşkilâtından profesyonel savaş mekanizmasına dönüşmüştü. Akdeniz ticaretinin bütün serveti Roma’ya akıyordu. Ve hala daha, bir şehir devletinin yönetim şemasına sahipti. İşte bu şartlarda güç ve iktidar kavgaları baş göstermişti. Sulla’nın askeri darbesi ve diktatörlüğü sonrasında Roma siyasetinin üç büyük ismi Crassus, Pompei Magnus ve Sezar bir üçlü yönetim, yani triumvira kurmuşlardı. Crassus ve Pompei asilzade patrici sınıfından gelmiyorlardı. Crassus çok zengin bir iş adamı, Pompei ise geçmişte zaferler kazanmış büyük bir generaldi. Kendisine sadık lejyonları vardı. Sezar ise Roma’nın en eski Patrici ailelerinden birinden gelmekteydi, iyi bir eğitim görmüştü ama ne Crassus kadar serveti ne de Pompei kadar şöhreti vardı. İleride Roma siyasetinde lider olmak istiyorsa, hem paraya hem de askere ihtiyacı vardı. Bu sorunun çözümü Galya Valiliği ile geldi. GALYA SAVAŞI VE SEZARIN YÜKSELİŞİ Antik Galya bugünkü Fransa, İsviçre, Kuzey İtalya ve Belçika’yı içeren büyük bir ülkeydi. Buranın yerlileri Kelt soyundan gelen ve Galyalı olarak bilinen kabilelerdi. Meşhur çizgi roman Asterix bu halkları anlatmaktadır. 9 seneye yakın bir zamanda, MÖ 58-50 yılları arasında, Sezar bu ülkenin tamamını fethetti. Bugünkü İngiltere’ye bir deniz aşırı sefer yaptı ve yine bugünkü Almanya’ya ilk seferleri düzenledi. Bu savaşlar sonunda kendi karizmatik liderliğine bağlanmış deneyimli lejyonlara, büyük bir servete ve asil olmayan sıradan vatandaşlar arasında büyük bir şöhrete sahip olmuştu. Sezar’ın hem sıradan halk arasında popülarite kazanması hem de ekonomik ve askeri güce sahip olması Roma Senatosu’nu endişelendirdi. Yukarıda da belirttiğim gibi Senato’nun kırmızı çizgisi tek adam – kral olma heveslileriydi. Bu yüzden Sezar’ı Galya’da haksız bir savaş vermek ve haksız yoldan servet edinmek ithamlarıyla mahkemeye verdiler. Ordularını ve unvanlarını bırakıp Roma’ya gelmesini ve mahkemeye çıkmasını emrettiler. Sezar’ın buna cevabı şu oldu: “Zarları atma zamanı!” SEZAR VE ROMA İÇ SAVAŞI MÖ 49 yılının 10 veya 11 Ocağında Sezar, emrindeki tek bir lejyonla, askerlerin geçmesi yasak olan ve Roma’nın sınırını teşkil eden Rubicon ırmağını geçti. Kış sebebiyle diğer birlikleri Galya’da kalmış ve karla kaplı geçitlerden gelmeleri de zaman alacaktı. Öte yandan Crassus’un ölümünden sonra Senato’daki soylularla ittifak kuran Pompei’nin kendine sadık lejyonları İtalya’nın dışında idi. Roma’yı savunacak bir ordu da yoktu. Sezar bu sebeple bir kumar oynadığını ima eder şekilde “Zarları atma zamanı!” demişti. Pompei Roma’da durup savunma yapmak yerine Senato’yla birlikte güneye çekildi. Oradan kendine sadık birliklerin olduğu Yunanistan ve Anadolu’ya geçmeyi planlıyordu. Yani zorlayıcı iktidara (askeri güç) sahip olmak için meşruiyet merkezini (Roma’yı) gözden çıkarmıştı. Bununla birlikte meşruiyetin kalbini, yani Senato’yu yanında götürüyordu. Sezar ile Pompei ve Senato’nun muhalif kısmı arasındaki iç savaş bütün Roma topraklarında Mö 49’dan MÖ 45’e kadar sürdü. Sonunda Sezar savaşı kazanarak bütün Roma’daki tek güç oldu. Savaş sonrasında kendisini ömür boyu diktatör ilan etti. Bir sene sonunda ise, MÖ 15 Mart 44’te Senato’da senatörler tarafından öldürüldü. SEZAR’IN İKTİDARININ BEŞ YÜZÜ Hiç şüphe yok ki Sezar antik çağın beş büyük generalinden biridir. Diğerleri Büyük İskender, Kartacalı Hannibal, Pyrrhus ve Scipio Africanus’tur. Sezar’ın hayat hikayesinde ve iktidar ele geçirmesinde, kendince meşruiyet elde etmesinde en önemli pay, sahip olduğu askeri güç ve generalliktir. Ancak Roma Siyasetinde 16 sene hep en tepede olmak ve sonunda tek güç haline gelebilmek için bundan daha fazlası gerekirdi. Şimdi Sezar’ın iktidarının beş yüzünü ele alacağım. ZORLAYICI İKTİDAR: Zorlayıcı iktidar, iktidar sahibi tarafından yönettiği kişi ve gruplara olumsuz etkilerin uygulanmasıdır. Bunun en kolay yolu askeri güç kullanmaktır. Sezar elindeki küçük ama deneyimli orduyu vakit geçirmeden kullanarak meşruiyet merkezi Roma’yı ve Roma Hazinesini ele geçirmiştir. Bir defa merkeze hâkim olunca, işler çok daha kolaylaşmıştır. Ama elindeki lejyonların zorlayıcı gücü yeni bir Senato kurması için yeterli değildi. Bunun için ödüllendirici güce ihtiyacı vardı. ÖDÜLLENDİRİCİ İKTİDAR: Ödüllendirici İktidar, gücü kullanan kişinin değerli maddi ödüller verme becerisine bağlıdır; bireyin başkalarına faydalar, izinler, istenen hediyeler, terfiler veya ücret veya sorumluluk artışı gibi bir tür ödül verebilme derecesini ifade eder. Sezar Roma’yı ve Hazinesini ele geçirince hızlıca yeni Senatörlerin ve yöneticilerin seçilmesini sağladı. İnsanlara hem makam, hem de para vadetti. Bununla birlik Pompei ile kaçan muhalif senatörleri de “devlet düşmanı” ilan etti. Roma din adamlarını bağışlarla, halkı Galya ganimetleriyle hediyeye boğdu. Zaten ordu elindeydi, din adamları ve halkı da yanına alınca yeni bir iktidar kurması zor olmadı. Ancak bütün işlerin meşruiyet içinde olması önemliydi. MEŞRU İKTİDAR: "Konumsal iktidar" olarak da adlandırılan meşru iktidar, bir bireyin bir örgüt içindeki konum sahibinin göreceli konumu ve görevleri nedeniyle sahip olduğu güçtür. Sezar her şeyden önce çok eski bir Patrici ailesinden gelmekteydi. İlk meşruiyet kaynağı budur. Bununla birlikte Roma’yı ele geçiren ve Senato’yu yenileyen Sezar kendi yakın adamlarını Senato kararıyla yönetime getirdi. Böylece kâğıt üstünde meşruiyete kavuşmuş oldu. Ama meşruiyetin diğer kaynağı olan halkın rızası da yanındaydı. Uzun yıllarda elde ettiği Galya ganimeti, kaçan Senatörlerin el koyduğu mal varlıkları ile sıradan halka ihsanlarda bulundu. Bu da onun referans iktidarını arttırdı. REFERANS İKTİDARI: Referans gücü, bireylerin başkalarını etkileme ve sadakat oluşturma gücü veya yeteneğidir. İktidarı elinde bulunduran kişinin karizmasına ve kişilerarası becerilerine dayanır. Sezar efsanevi bir komutan olarak kendi lejyonerleri için tapılan, peşinden ölüme gidilen karizmatik bir liderdi. Ancak ödüllendirici gücünü kullanarak sıradan halk ve din adamları arasında da karizmasını pekiştirdi. Böylece, adeta, yirmi birinci yüz yılın popülist sağ politikacılarının ilk örneğini teşkil etti. Sezar’ın bir Uzman İktidarına sahip olduğu söylenemez. Bir uzmanlığı varsa, o da, komutanlığıdır ki, bunun etkisini diğer iktidar tiplerinde inceledik. Sezar’ın “Yeni Roma” vaadi neydi? Bu kimin tekerine çomak soktu ve onu ölüme götürdü? Cumartesi bunları anlatacağız.