"İktisatçıların bir bölümü cari açığın, kamu gelir gider dengesinin açık vermesinden kaynaklandığı ve cari açığın da dönüp kamu gelir gider açığını beslediği görüşündedir.

“İktisatçıların bir bölümü cari açığın, kamu gelir gider dengesinin açık vermesinden kaynaklandığı ve cari açığın da dönüp kamu gelir gider açığını beslediği görüşündedir. Bu neden sonuç ilişkisine ikiz açık hipotezi adı veriliyor. Bu hipotezi savunanlara göre büyük oranlı bütçe açıkları verdiği için cari açığı da giderek büyüyen ABD'nin cari açığını azaltması ancak kamu gelir gider açığını kapatmaya başlanmasıyla mümkün olabilir.

Önce makroekonomik denge denklemini yazalım: (S - I) + (T - G) = (X - M) yani özel kesimin tasarruf (S) ve yatırım (I) dengesi ile kamu kesiminin gelir (T) ve gider (G) dengesinin toplamı cari dengeye (X - M) eşittir. Denklemin sol tarafındaki iki dengenin toplamı bir ülkenin iç ekonomik dengesini, sağ tarafı ise dış ekonomik dengesini gösterir. Yani bir ülkenin iç ekonomik dengesi ile dış ekonomik dengesi birbirine eşittir ve denklemin kuruluş mantığı gereği bir ülkenin iç ekonomik dengesi ne kadar açık veriyorsa dış ekonomik dengesi de o kadar açık veriyor demektir. Bunun anlamı iç ekonomik denge açığının dış ekonomik denge açığı yoluyla finanse ediliyor olmasıdır. İç ekonomik dengeyi oluşturan dengelerden özel kesimin tasarruf yatırım dengesi (S - I) ya da kamu kesimi gelir gider dengesi (T - G) tek başına açık veriyor ve buna dış ekonomik denge yani cari denge (X - M) açık vererek eşlik ediyorsa ikiz açık söz konusudur. Yok, eğer iç ekonomik dengelerin ikisi de açık veriyor ve cari denge de bunlar kadar açık veriyorsa o zaman üçüz açık söz konusu demektir. ”, (Mahfi Eğilmez, 20 Ekim 2012, İkiz Açık, Üçüz Açık, http://www.mahfiegilmez.com/2012/10/ikiz-ack-ucuz-ack.html)

Yukarıda Mahfi Eğilmez’in derli toplu tanımını okudunuz. Türkiye büyümek için dış kaynağa, yani dış borç ve/veya dış sermaye yatırımlarına ihtiyaç duyan bir ekonomidir. Bunun tarihi de çok eskiye dayanır: Kırım Harbi. Kırım Harbi, 4 Ekim 1853-30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus savaşıdır; ilk dış borcu bu savaş vesilesi ile aldık. O zamandan bugüne de, kamu eliyle veya özel sektör eliyle olsun, sürekli dış borca ihtiyaç duymaktayız. Doğru düzgün sermaye birikimi olmayan Osmanlı Toplumu’nda, bu açığı kapatacak özel tasarruf da bulunmadığı için Bütçe Açıkları ve Cari Açıklar bir sarmal gibi birlikte artmaya başladılar. Erken dönem Cumhuriyet dönemi (Atatürk ve İnönü dönemleri) bütçe açığının kontrol altına alındığı, cari açığın da ihmal edilecek düzeyde olduğu dönemler iken, 1950 ile başlayan dönemde (Menderes ve sonraki sağ iktidarlar), tıpkı Sultan Abdülmecit ve Sultan Abdülaziz dönemlerindeki gibi, vatandaşa daha fazla tüketim/daha iyi yaşam düzeyi sağlamak amacıyla hızlı bir iç ve dış borçlanma süreci başlamıştır. Yani, Osmanlı’dan günümüze –belli kısa aralıklar haricinde – Türkiye İkiz Açıklarla yaşamıştır. Özünde kapitalist üretime geçmeden, bir “uygarlık projesi” zannedilerek, kapitalist tüketime/yaşam tarzına geçilmesi yüzünden gerçekleştiğine inandığım bu süreç, 20’inci yüzyılın sonu ve 21’inci yüzyılın başında tecrübe ettiğimiz iki büyük krizin de temel sebebidir: 1994 ve 2001 Krizleri. Bu krizler, temelde devletin Bütçe Açığı’nın katlanılamaz ölçülerde olduğu ve cari açık probleminin de bunun yansıması olduğu krizler iken, AK Parti iktidarları boyunca yaşadığımız en büyük kriz olan 2008 krizinde ise devletin bütçe açığı ihmal edilebilecek düzeydeydi ancak, bu sefer, özel kesim tasarruf açığının artmış olduğunu görmekteyiz. Yani içeriği değişmekle birlikte İkiz Açık sorunu devam etmektedir.

AK Parti iktidarlarının en büyük başarısı bütçe dengesini sağlama almak olmuştur. Bu, gerektiğinde, yani kriz anlarında, hükümetin krize karşı maliye politikası uygulaması için elini rahatlatmıştır. (Bütçe dengesinin sağlanmasının birçok yan etkisi olmuştur ve bu etkiler toplumsal ve ekonomik dengeleri olumsuz şekilde etkilemişlerdir, ancak, bu başka bir yazının konusudur.) Burada bahsettiğimiz, AK Parti iktidarları döneminde Bütçe’nin toplamda dengede tutulmasında ciddi bir başarı sergilendiğidir.

Cuma günkü yazımda bahsettiğim gibi, artık Bütçe de açık verir duruma gelmiştir. Hatta, bu açık, kamu harcamalarının artırılarak istihdam yaratılmasına en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde ortaya çıkmaktadır. Yavaşlayan ve istihdam yaratmayan büyüme sorununu çözmenin en pratik yolu olan gevşek maliye politikası, eğer trend bu şekilde devam ederse, bir seçenek olmaktan çıkacaktır. Kısa dönemde elde sadece gevşek para politikası kalacaktır ki, bu da hükümetin doğrudan tasarrufunda değildir. Çünkü Merkez Bankası bağımsızdır ve kanunu onu sıkı bir şekilde enflasyonla mücadeleden sorumlu tutmaktadır. Kamu kurumları eliyle kredi plasmanı sağlayan Kredi Garanti Fonu ve benzeri araçlar bugüne kadar etkinlikle kullanılmıştır, ama bu araçların da etkileri sınırlıdır. Bu köşede hep savunduğumuz gibi Merkez Bankası’nın Kanunu değişmeli ve ana hedef olarak fiyat istikrarı (yani enflasyonla mücadele) değil, ekonomik istikrar (yani işsizlikle mücadele ve büyümeyi teşvik etme) benimsenmelidir. Daha sonrasında ise, enflasyon hedeflemesinden vazgeçip parasal hedeflemeye dönülmelidir.

Bu söylediğimiz öneriler sadece kısa vadeli ateş düşürücü önlemlerdir. Ana problem ise yapısaldır: Türkiye tüketim/borçlanma ekonomisinden üretim ekonomisine dönecek, gerekirse kamulaştırmalar yolu ile de ekonomi üzerindeki yabancı vesayetini kıracak bir Milli Ekonomi Programı’na ihtiyaç duymaktadır. Dünyada çökmekte olan Atlantik sisteminin ekonomi politiği de çökmektedir. Artık Mr. Derwish – Mr. Babacan politikalarını çöpe atmak zamanıdır.