İnşallah önümüzdeki hafta cumartesi günü ayların en güzeline Şehri Ramazan'a kavuşuyoruz.

RAMAZAN YAKLAŞIYOR

ramazanyaklaşıyor

İnşallah önümüzdeki hafta cumartesi günü ayların en güzeline Şehri Ramazan’a kavuşuyoruz. Ramazan ayının biz günahkâr kullara en büyük müjde Peygamber Efendimizden geliyor; “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. O yaklaşan iftar saatlerinde Allah’ın Rahmet yağmurlarının yağdığını gökten adeta ışıklar saçıldığını hissedersiniz. Ne büyük lütuftur Allah için oruç tutmak, muhtaçlara koşmak ve tebessüm etmek. İnşallah bu mübarek ayda benim de sizlere bir sürprizim olacak. Bu kutlu ay boyunca gazetemizde “Ramazan’da Buluşma Noktası” başlığı ile her gün sizlerle olacağız. Geri sayım başladı..

II. ABDÜLHAMİT DE JAPONYA’DA İSLAM’I YAYMAK İSTEMİŞTİ

sakura2

Müslüman edebli olandır. Bir başka deyişle “Edeb” kelimesini oluşturan harfler “elif”, “dal”, ve “be” harflerinden yola çıkarak; Müslüman “elinden”, “dilinden”, “belinden” emin olunandır. Diyebiliriz. Müslüman söyledikleri ile yaptıkları bir olandır. Yaratılmış her şeye saygı, sevgi besleyendir. Hazreti Peygamberi bir köpek yavrusu için savaşın seyrini değiştirmişken çağımızda “Müslümanım” diyenlere bin şahit lazım. Çünkü hak hukuku çiğnemenin zulüm olduğunu söylediğimizde alaycı davrandıklaırnı da görebiliyoruz ne yazık kı!.. Müslüman olan kişinin Müslüman olduğunu da söylemesi gerekmez zaten. O her haliyle çevresinde hayranlık uyandırandır. Etrafındakilere sevgi çemberi oluşturan ve kendisinde şüphe uyandırmayan kişiye gerçek Müslüman deriz. Yani insan gibi “İnsan” deriz. Aksi henüz beşerdir.

Japonlar Müslüman gibiler

Japonya insanında en dikkat çeken şey son derece alçak gönüllü oluşlarıdır. Güler yüzlü, saygılı ve karşısındakini dikkatle dinleyen insanlardır. Dakik olma tutkuları vardır. En sevdiğim özellikleri de görgü kavramına getirdikleri tanımdır: Beklenenden fazlasını yapmamak. Ne kadar ilginç değil mi? Bu tanım içinde bir denge vardır. Dinginlik hissedersiniz. Bu da doğaya verdikleri önemden kaynaklanıyor. Her yer yeşillik ve bahçedir. Zanaat’ı sanat gibi yaparlar. Bahçeler Sakura mevsiminde cennetten bir köşe gibidir. Japonlar bir din kitabı ve peygamberi olmayan Şintoizm ve Budizm inanışına sahipler. Buna rağmen disiplinli ve onurlu oluşları insani hasletlerinin başında gelir. Milli görevi ifa ederken başarısızlıklarını hazmedemezler. Harakiri kültürü onların onurlu oluşunun tirajik bir göstergesidir.

II. Abdülhamit Han’ın Japonya’ya merakı

Abdülhamit’in esas gayesi ve ilgisi, modernleşirken şahsiyetinden taviz vermeyen bu ülkeyi İslam’la tanıştırmaktı. Bu vesilesi ile Japonya’da “Dinleri Dinleme” adına bir kongre düzenlendi. O güne kadar yarım yamalak yapılan bir takım girişimler yerine, daha doğru düzgün bir propaganda ile bu doğunun dikkat çekici ülkesi İslam’a davet edilebilirdi. Abdülhamit bunu bir dava olarak gördü ve Japonya’ya istenilen din kitaplarını gönderdi. Toplanacak kongrenin büyük bir etki yaratılacağı düşünürken araya fesat karıştıran misyoner ve uluslararası işbirlikçileri tarafından kongre toplanamadı. Bunun üzerine İmparator Mikado ülkesinin her bir ferdinin istediği dini seçmekte hür olduğunu ilan ederek kongreyi iptal etti.

Kyoto Üniveristesi Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Sempozyumu

Abdülhamit’in kutlu amacının neticeye varamamasının ardından sonra günümüze değin Türkiye’den yeni bir hamle gerçekleştirilememiştir. Ancak geçen sene, Kerim Vakfı’nın Japonya’da kurduğu Tasavvuf Araştırma Merkezinin faaliyete geçmesiyle birlikte, Japonya’da yeniden heyecanlı gelişmeler yaşanmaya başladı. Mayıs 2016’da kurulan merkezin ilk çalışması Japon akademisyen ve öğrencilerinden oluşan bir grubun Üsküdar Üniversitesi’ndeki Tasavvuf Enstitüsü’ndeki araştırmasıydı. Proje, Japon akademik geleneğinde henüz yer tutmayan, Osmanlı Dönemine ait tasavvuf içerikli orijinal kaynakların Japon akademisyenler tarafından işlenir hale gelmesi amacı ile hayata geçirilmiştir. Bu yolla kurulacak anlayış köprüsünün iki ülke arasındaki akademik, sosyal ve diplomatik açıdan ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunması beklenmektedir.

İki Doğunun Köprüsü

Abdülhamit iki doğu arasında bir köprü kurarak İslam’ı halifeliğin de verdiği güce dayanarak yayılmasını sağlamak anlayışına sahip olduğunu düşünmek abartılı olmayacaktır. Ancak günümüzde artık kültürel çalışmalar akademik programlar ve açılımlarla birlikte yürümektedir. 20-21 Mayıs tarihlerinde Kerim Vakfı’nın Kyoto Üniversitesinde gerçekleştireceği ve İstanbul Üsküdar Üniversitesi’nde gerçekleştirilen İki Doğunun Köprüsü: Tasavvuf Kültürü Eğitim Programını tamamlamış bulunan Kyoto ve Tokyo Üniversitesi doktora öğrencileri, Osmanlı Dönemi Tasavvufu ve ilişkili konularını ele aldıkları bildiriler sunacaklar. Japon akademisyenlerin bu proje kapsamında edindikleri bilgiler İslam’ın ışığının Japonya’da daha güçlü parlamasına sebep olacaktır.

Ana-Foto22

FOTOĞRAFTA KENDİNİ BUL

Bilmem soyut fotoğrafları sever misiniz? Ben kendimi bulur, kendimi yeniden keşfeder adeta tekrar inşa olurum. Umut dolu rüyalarımı ve hayallerimi bulurum bu fotoğraflarda. Bu tür fotoğraflar yalındır, hiç bir zorlama yoktur. Sanki ben bu fotoğrafın içinde bir yerlerdeyim. O ahşap bank bilinmez belki amma, daha önce şaşalı bir yalının masasıydı belki de. Ancak kendini burada bulmuş. Kapıya sabitlenmiş bir saksı görünümlü eski bir lavaboya ne demeli!.. İçinde çiçek yetiştirmekmiş onun da kaderi. Resimde görülen her şey yerli yerinde.. Bütün objelerin bir hakikati var bence!..

Eski eşya deyip de geçmeyelim.

Varlığıyla hakikat içinde yaşadıklarını bilelim. Nedense kullanıldıkça eşyalar daha değerli oluyor benim gözümde. Farklı bir ışık alıyorum ezelden ebede, varlığımın derinliğinde. İbnül Arabi, Allah’a sonsuz denmesinin bile yanlış olduğunu söyler. Bizim idrakimizle oluşturulan bir kavramdır sonsuzluk bile. Çer çöpün, kuru bir tahtanın, metal bir kapı kolunun, bir lavabonun bir araya gelişi bile anlamlıdır kendi içinde. Her şey iç içe geçmiştir duygu ve düşünce. İnancımız, kültürümüz, sevinçlerimiz, üzüntümüz ve hüznümüz..

Sevgimiz sabitlenmiş bir saksıda yeşerdi yeşerecek!..

Bize rengârenk çiçekler verecek. Bir demet çiçek gönlümüzü fethedecek!..

Bu yüzden bu fotoğrafta başka bir âlemde saklanır gibi kendimi gizler, ruhumu arındırırım.

PERİSKOP

Kep fırlatmaktan pasta kesmeye!..

Son zamanlarda bariz olarak kültür emperyalizminin baskısı altında bir takım benim de tasvip edemiyeceğim hadiselere şahid oluyoruz. Henüz daha kem küm Türkçe konuşmasını yeni öğrenen anaokulu öğrencilerine, yılsonu müsamerelerinde koro halinde ingilizce şarkılar söyletiliyor, toplu olarak danslar yaptırtılıyor. Milli figürlerin işlendiği pastalar kesiliyor. Mezuniyet törenlerinde küçücük çocuklarımıza cübbeler ve kepler giydiriliyor. Hiç düşünüyor muyuz; bu tür adetlerin Türk kültürüyle ve milli değerlerimizle ne kadar örtüşüyor!..

Bunların hiçbiri Türk örf, adet ve gelenekleriyle örtüşmediği gibi, bunların kültürümüzde de yeri olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle bu tür çalışmalar asla kabul etmeyeceğimiz, kökü batı inanç ve kültürüne dayalı çalışmalardır. Neyi nereden aldığımıza iyi bakmalı. Gaflete düşülmemeli.

Ana kucağından anaokuluna giden yavrularımızın en başta dini ve milli değerlerle buluşması, ahlaken ve kültürel olarak zaruretini söylemem gerekiyor. Kaba tabirle birileri buna dur demeli!.. Önce kendi inancını, kültürünü bilmeyen bir nesil üzerine hiçbir inanç ve kültür değerleri yüklenemez. Bu sadece eğitimde değli; bütün alanlarda özgür, bağımsız bir millet ve ülke olmak için kendi öz değerlerimizle çocuklarımızı yetiştirmemiz gerekir. Çünkü gelecek nesil, ancak dini ve milli değerlerimizi özümseyerek bir gelecek inşa edeceklerdir.

Ramazan programları kalbe dokunmalı

Televizyonlarda anlatılmak istenilenin alıcıya iletilmesi sürecinde yapımcılara büyük bir sorumluluk gerekiyor. Maalesef son yıllarda, Ramazan ayında yapılan iftar ve sahur programlarında Ramazanın ruhuna ve özüne uygun bir yayın gerçekleştiremiyorlar. Ya uçuk birtakım paylaşımlar, ya da ağdalı ve toplumun idrakine hitap edecek nitelikte olmayan yayınlara imza atıyorlar.

Genelde de iftar ve sahur programları sorumluluk üzerimizden gitsin diye yapılan bir iş haline dönüşebiliyor. Oysa Ramazan ayı büyük bir fırsattır. Büyük bir nimettir. Oruç ibadetinin temeli nefis terbiyesi olduğu için doğrudan insanın kalbine işliyor. Sabrediyorsun, paylaşıyorsun; Allah'a daha da yaklaşıyorsun. Böyle bir değerin hakkını kitle yayıncılığı içinde değerlendirilmesinde büyük yapımcılara ve ustalara büyük sorumluluklar düşüyor. Diğer yandan, iftar ve sahur programlarında gereksiz tartışmalara ve polemiklere artık son verilmelidir. İslam'ın ve Ramazan'ın ruhuna aykırı hareket edilmesine müsaade edilmemelidir. Zira bundan izleyiciler büyük rahatsızlıklar duymaktadırlar.

Esas olan insanın gafletten uyandırılması ve şuurlandırılmasıdır. Bu görev hakkıyla yerine getirilmelidir. Halk istedi biz de yapıyoruz bahanesine kimse sığınmamalı. Özellikle canlı yayınlarda, insanı sorgulayacak, yaşam biçimini masaya koyacak, kendisiyle yüzleşmesini sağlayacak, dini ve ahlaki değerleri işleyecek maneviyatçı bir yayın politikası yürütülmelidir. Yediden yetmişe din sevdirilerek tebliğ edilmeli. Klasik tasavvuf musikisi icra edilmeli. Din, kitap, Peygamber ve Allah kavramları pekiştirilmeli. Bu bir zihniyet meselesi. Bizim birliğimizi ve dirliğimizi sağlayacak feyz alacağımız Ramazan programları zor olmasa gerek.