Son beş-on yıldır "Maalesef, idealist öğretmen kalmadı, en büyük sorun bu!" şeklindeki yakınmayı, eğitimin konuşulduğu her ortamda duydum.
Yunus Emre “Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir.” diye başladığı sözünü “Derviş Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme, Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir” diye bitiriyor. Benim de “İdealist öğretmen kalmadı diyenleri kızasım gelir” sözü dilimde dolaşır oldu.
Son beş-on yıldır “Maalesef, idealist öğretmen kalmadı, en büyük sorun bu!” şeklindeki yakınmayı, eğitimin konuşulduğu her ortamda duydum. Eğitimde çok sorun oluşunu ve gençlerin iyi yetişmeyişini öğretmen sorunu olarak görenlerimiz hayli fazla. Eğitimdeki aksamaların, sorunların, eksiklerin çoğunu idealist ve yetkin öğretmen eksikliğine bağlayanlara itirazım var.
Önce ilk itirazımı yazayım
“İdealist öğretmen” veya “yetkin öğretmen” azsa, bu sorun, öğretmenlerle ilgili değil, idealist olmayan anne-baba, idealist olmayan toplum ve öğretmen yetiştiren hocalar ile yetkinlik problemi olan eğitim sistemiyle ilgilidir. İdealist toplumun öğretmenleri de idealist olur. Öyleyse, büyük bir kızgınlıkla durmadan öğretmenleri işaret eden parmaklarımızı indirelim, aynaya bakalım ve parmağımızı gerçek sorumlulara doğrultalım.
İkinci itirazım daha derinlerden gelecek
İlk itirazımda “İdealist öğretmen veya yetkin öğretmen azsa” diye şartlı bir cümle kurdum. Çünkü şuna inanıyorum: 1970-1980’lere göre idealist, bilgili, yetkin öğretmenimiz çok daha fazla.
Öyleyse, bizde “İdealist öğretmen yok, ah nerede o eski öğretmenler!” duygusu oluşturan şey nedir?
Kötü örnekler öne çıkarılıyor, ideal olana iltifat edilmiyor
Özellikle medya, “kötü” olanın “haber” değeri taşıdığını veya kötü ile mücadelede kendisinin “teşhir” görevi olduğunu düşündüğü için eğitimde kötü örnekleri daha çok haber yapıyor. Böylece bizde “kötü ve yetersiz öğretmen” algısı yerleşiyor. Bu aynı zamanda öğretmenlerle ilgili yaygın bir kanaate dönüşüyor.
Eğitim paydaşları havlu attı, yük öğretmene kaldı
Hızlı göç, yoğun çalışma hayatı, çözülen aile, kimliğini kaybeden şehir ve mahalleden dolayı; anne-baba, abla-ağabey, dede-nine, komşu-akraba gibi çocuğun çevresindeki eğitim paydaşları, kendi sorumlulukların bir kısmını okul ve öğretmene terk etti. Oysa anne ve babalık devredilemez duygu, sorumluluk ve haklar içerir. Ancak yoğun iş hayatı, eğitimin artan değeri ve teknolojik yabancılaşma sonucunda aile ve toplum, çocukla ilgili yapması gerekenleri yapamaz ya da yapmak istemez duruma geldi. Yapılamayan tüm ailevi ve sosyal görevler öğretmenden beklenmeye başlanınca, öğretmen aşırı yük altında kaldı.
Artık anne-babadan çok müşteriyiz
Her ne kadar 24 Kasım Öğretmenler Günü söylemlerinde hala “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözüne çokça yer verilse de öğrenci-öğretmen ve veli-öğretmen arasındaki manevi, duygusal, saygı temelli ilişki yerini bir ölçüde ‘müşteri’ ilişkisine bıraktı. Bu değişim, ailenin talepleri noktasında daha bilinçli hareket etmesini sağladığından kuşku yok. Bilinç sağlamasının yanında, çok hızlı yaşanan dini-kültürel değişim öğretmen sorunlarını artırdı ve kırılmalara yol açtı. Dolayısıyla, veli ve öğrenci, okulla kurduğu iletişim ile ütü aldığı bir mağaza ile kurduğu ilişkiyi aynı duygu, beklenti ve dil ile yapar oldu. Bu değişimler, eğitimi herkes için taşınması zor bir yük haline getirdi, getirmeye devam ediyor.
Dünyanın iyi yürekli, çocuk dostu, bilgi aşığı, öğrenme ve öğretme tutkunu tüm öğretmenlerini selamlıyorum. İyi ki varsınız öğretmenlerim!