İçselleştirme bilinçli bir yaşamda kişinin gerçekleri tartarak, deneyimlerinden elde ettiği bilgileri hakikat ile özümseyerek davranışlarına geçirmesidir.

İçselleştirme bilinçli bir yaşamda kişinin gerçekleri tartarak, deneyimlerinden elde ettiği bilgileri hakikat ile özümseyerek davranışlarına geçirmesidir. Davranışlarımız iç dinamiklerimizden habersiz hareket eden bir olgu değildir. Hatta bütünüyle içsel kodlarımız yani ezberlerimiz ve bilinçli tercihlerimiz ile davranışa geçen hareketi sağlayan unsurlardır. O yüzden insan sürekli kendiyle murakabede bulunması ve içsel duygu, sezgi, anlama ve düşüncelerini teraziye koyması, onlarla hesaplaşması gereken bir varlıktır. İnsanın kendisini bilmesi, kendini başka cereyanlara kaptırmaması için iç dinamiklerinin hangi temel dürtüden hareket ettiğini iyi bilmelidir. Çünkü insan düşünceleri, inançları ve değerleri ile içselleştirdiği hayatından kaynaklanan alışkanlıklarıyla yakınlık oluşturur. Bu alışkanlıklar da o insanın ana karakterini belirler. Bunların da ötesinde hayatı hakikatiyle içselleştirmek nitelikli bir yaşam sürmek demektir.

Tadili erkan

Namaz ibadeti için fıkhta yeri geçen, namazın gerektiği gibi eksiksiz kılınmasına dair bir takım kural ve kaideleri sıralayan bir terimdir. Ancak bu terim sadece namazın şekli ibadetini kapsamaz aynı zamanda da içsel bir huzuru ve kusursuzluğa yaklaşma çabasının altında huşu ile kılınan namazın yerine getirilmesi hadisesinin de altını çizer. Namaz İslam dininin temel ibadetlerinden biri olduğu için bu örnekten yola çıkarak hayatımızı ve gerçekliğe en yakın haliyle nasıl bir davranış sergilememiz gerektirdiği bakımından iyi bir örnektir. Hayat sadece şekilde yaşandığında yani namazdaki secde, rüku ve diğer hareketleri paldır küldür yaptığınız zaman bir tat, lezzet alınamaz. Şeklen bir ibadeti yerine getirisiniz o kadar. Hiçbir faydası olmaz. Su bile içerken kana kana, onun vücudumuza getirdiği yararları ve bundan dolayı da şükrünü bilerek içmek gerçekleri içselleştirmektir. Namazın veya ne yapıyorsak yapalım bize olan yararı, zararı ne işe yarayacağı bilincini bir kenara atamayız. Hareketlerimizin temel prensiplerinden biri bireyin hakikati izhar edecek şekilde davranmasına yol açacak davranışları gerçekleştirmesidir. Toplumsal sorumluluk bakımından hepimizin üzerinde böyle bir yük vardır.

Ancak kendimizi kandırırız

İşte Allah ne kendimizi ne de başkasını kandırmamızı istemez. O nedenle de gerçeklerin Hakikat ile idrak edilmesiyle gerçeğin temeline inmeli ve anlamalıyız ki bilinçli hareket edebilelim. Buradaki temel nokta içselleştirmeden yapılan herhangi bir şeyin bizim ruhumuzda derin yaralar açacağı ve özümsemeden bir hayatın yaşanmasının insanı bunalıma, çıkmaza ve nihayetinde de bir takım özenti hayatlara sürükleyeceğidir. İnsan kendini içten dışa doğru gerçekleştirir. Parmaklarımız bir bilinç dinamiği ile hareket eder. Çoğu zaman artık içselleştirmiş olduğumuz bir kaşığı, bıçağı yemek yeme bilinci ile harekete geçirdiğimiz gibi maazallah birinin canına kastetmek için de harekete geçirebiliriz. İşte burada bilincimizi doğru ve yanlışa sürükleyen Hakikat ile buluştuğu noktadır. Ruhi hastalıklar nefslerimize verdiğimiz tavizlerden kaynaklanır. Önce küçük küçük başlayan bu tavizler zamanla önü alınamayan bir kartopu gibi zamanla hastalığa dönüşürler. O yüzden insan denilen muamma kendini bilinmeze karşı boş bırakmamalı.

Metaverse tartışmaları

Öyle mi olacak böyle mi olacak tartışmaları veya çok kötü olacak bilincimizi yitiriyoruz, gençlerimiz, nesillerimiz kuşatılıyor yaygaralarının ötesinde hiç kimse şu düşünceyi aklına getirmiyor. Bilincimizi metaverse veya internet şu ya da bu ele geçirmez. Biz izin veririz. Dün de vardı bu tartışmalar bugün de metaverse üzerinden yapılıyor tartışmalar. Hac ibadeti metaverse ile yapılacak, bu caiz mi gibi sorular üzerinden yeni yeni bir takım magazinel tartışmalar içine sürüklenirken atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacak. Her araç iyi ve kötüye alet edilebilir. İşte burada da bilinç devreye giriyor. Biz neye hizmet etmek istiyorsak o oluruz. Herhangi bir davranış içselleştirilmediği zaman gerçeğe yaklaşmış olmaz, yüzeysel kalır ağızda buruk bir tat bırakır, bereketi olmaz. Bizim gerçekten kastımız da Hakikat penceresinden sağlanan bakıştır. Yukarıdaki su örneğindeki gibi metaverse aleminde su içtiğinizde gerçekten su içmiş olacak mısınız? Vücudunuza girmeyen, hücrelerinize nüfus etmeyen suyun bir yararı olmayacağı gibi su içtiğine inanan bir bünye zamanla gerçekleşmeyen bir şeye inandığı için zararını görecektir. O yüzden gerçekle bağlantımızı sağlayan tek şey hakikati bütünüyle kavramaya doğru gösterdiğimiz çabamızdır vesselam.

ÜÇ AYLAR UĞURLU OLA

Geçen hafta şehir dışına gerçekleştirdiğim bir ziyaret neticesinde tam da Regaip kandiline gelen güne rast gelmesine rağmen Buluşma Noktası sayfamızı çıkaramadık. Her iki elim kanda da olsa bu sayfamızın çıkması için her zaman elimden geleni yaparım, bilenler bilir. O yüzden biraz da buruk geçirdim o geceyi. Bu nedenle kıymetli okuyucularımın geçmiş kandilini tekrar Kut’luyorum. Allah bizleri Ramazana eriştirsin. Ben naçizane üç aylara girdiğimizde içimde tarifsiz çocuksu bir heyecan duyarım. Evet çok zor günler geçiriyoruz iki yılı aşkın bir süredir. Sıkıntıların ardı ardına gelmesi hepimizi zorluyor. Malum salgının arkasından yaz aylarında yaşadığımız yangınlar, arada deprem, sel gibi afetler ve şimdi de enflasyon denilen canavarla boğuşuyoruz. Ama bu günler de geçecek. Buna inanalım ve dualarımızı eksik etmeyelim. Bu güzel üç ay bize bir müjde, Allah her samimi çağrımıza cevap verecek, veriyor. Sizleri Allah’a emanet ediyorum. Rabbim bize sıkıntıları hissettirmesin. Şifa, bereket ve huzur niyazıyla.

RÜYALAR OLMASA

İnsan her şeyin izahını yapamıyor. İçinde bulunduğumuz durumu açıklamaya kelimeler yetmiyor. Oysa duygular, çağlayan gibi coşuyor coşuyor, içten içe kaynıyor. Bazen duruluyor, bazen dupduru bir sahil gibi uçsuz bucaksız. Gel de anlat, açıkla bakalım; içindeki duyguların rengini, kokusunu, şeklini, şemâlini. Onca şeye kelime bulmuş insanoğlu, hislerine tercüman olacak kelimeleri bir araya getirip derdini söyleyemiyor. Kifayetsiz tüm sözcükler duygularımızı anlatmaya. Yetmiyor, yetemiyor işte. Peki ya rüyalar! İmdadımıza yetişir mi? Rüyalar! Duygularımızın, zihin haritamızdan dışarıya fırlamış bir metafor deryası mı? Bazen evet işte tam da bunu demek istemiştim der gibi, rüyalarda şekillenir duygular. Sabah uyanırsın. Şaşkın! Keşke uyanmasaydım diye düşünürsün. Öyle sonsuz, öyle latif ve duru bir his yaşanır ki rüyalar âleminde, geriye dönmek kalıbına sıkışmaktır. Soyutluğu hangi nesneye indirgeyebilir ki insan? Elle tutulup gözle görülebilir olsun. Rüyalar olmasa, insan bu dünyadan ibaret zannedecek âlemi. Denizi, kumsalı gökyüzüne çıkarabilir misin? Uçabilir misin evinden başka bir yere? İnsan rüya misali bir bu dünyada bir öbür dünyada. Hangi rüyadasın ve hangi rüyayı yaşamak istiyorsun ey İnsan! Biliyor musun, duygularına biçim veren, seni sen yapan o yüce Allah, senin içine dünyayı sığdırmış. Ey insan! Umutsuz olup gaflete yakalandığın an bütün rüyaların yıkılacak. Altında kalacaksın tüm âlemlerin, altında. Rüyana da sahip çık, kendine de, duygularına da. Âlemi imkân sensin Ey insan: Hak var, Batılı yık. Rüyana sahip çık.

DR. ÖĞR. ÜYESİ DİLARA USLU

HAFIZ SELMA İZBELİ

Hafız Selma İzbeli, yaşadığı dönemlerde Kastamonulu kadınların bir araya gelmesinde etkili olmuş kadın kahramanlardan biridir.

İzbeli ailesi geçmişten gelen çiftliklere, geniş arazilere sahip köklü bir ailedir. Ailenin yardım faaliyetleri de çok öncelere dayanmaktadır. 1700’lü yıllarda İzbeli ailesi; içerisinde Hükümet Konağı, Askerlik Dairesi gibi resmi binaların da olduğu yüzlerce binanın su ihtiyacını karşılamak için, kaynak sularını çıkararak taş kanallar vasıtasıyla mahallelere ulaşmasını sağlamıştır. İzbelizâde Seyyid Mustafa Bey’in iki kızı olmuştur: Hafız Selma Hanım ve Saliha Hanım.

Hafız Selma Hanım, 1864 yılında Kastamonu’da doğmuştur. Amcazâdesi İzbelizâde Seyyid Mehmet Emin Bey ile evlenmiştir. Hafız Selma Hanım ve Mehmet Emin Bey’in evliliklerinden tek çocukları Ahmet Ziyaettin (1908-1967) Bey doğmuştur. İzbelizâde Mehmet Emin Bey 1910 yılında vefat etmiştir.

Yardım faaliyetlerinde yer alan bir ailenin üyesi olan Hafız Selma Hanım derneklerde yer almaya Osmanlı Devleti döneminde başlamış, 1897’de askerlere yardım için oluşturulan komisyonda, 1911’de Donanma Cemiyeti’nde ve 1912’de Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nin yönetim kurullarında bulunarak önemli bağışlar yapmıştır. Aynı zamanda para ve eşya toplama görevlerinde bizzat yer almıştır. Eşinin vefatı sonrasında evin geçimiyle ilgilenmenin yanı sıra yardım faaliyetlerine de devam etmiştir.

Milli Mücadele döneminde ise 1919 yılında kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’ne destek sağlamak amacıyla sinema bileti satmak üzere oluşturulan komisyonda yer almıştır. 10 Aralık 1919’da ise Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nin düzenlediği sadece kadınların katıldığı ve sadece kadınların konuştuğu ilk kadın mitinginin düzenlenmesinde görev alanlardan biridir.

10 Aralık 1919’da Kastamonu’da gerçekleştirilen bu ilk kadın mitingini düzenleyenler arasında yer alan Hafız Selma Hanım, 1921’de Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde olduğu gibi veznedarlık görevini üstlenmiş, kendisi ve oğlu adına bağışlar yapmıştır. Hafız Hanım’ın Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nde ve diğer bazı cemiyetlerde de güvenilen kişi olması dolasıyla veznedarlık görevinde bulunmasını, o dönemde cemiyetin sekreterliği görevini üstlenen, dönemin tanığı Saime Ayoğlu, 1972’de Mustafa Baydar’ın kendisi ile yaptığı röportajda dile getirmiştir. Hafız Selma Hanım hakkında şunları söylemiştir; “İzbeli Hafız Hanım oranın yerlisi olduğu için onu veznedar yaptık. Kocası öldükten sonra çiftliği kendisi işletiyordu. Cesur bir kadındı. Parayı ona veriyorduk. Onun kasası vardı, paraları orada saklıyordu.” Ayrıca sokakları aydınlatmak için köşe başlarına konulan fenerleri yakmak için gerekli gaz yağının belediyece ekonomik zorluklardan temin edilemediği zamanlarda, bunun için teneke yağ bedelini Hafız Selma Hanım’ın bağışladığı zamanlar olduğunu ifade etmiştir.

1925 yılında Türk Tayyare Cemiyeti kurulmasından bir süre sonra Kastamonu şubesi kurulmuş; hemen akabinde Kadınlar Şubesi oluşturulmuş ve Hafız Hanım buna öncülük ederek yönetim kurulunda yer almıştır. Hafız Hanım sadece Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Şubesi’nde değil; birçok cemiyette zaman zaman kurucu sıfatıyla, zaman zamansa üye olarak hizmetlerini sürdürmüştür. 1941’de kurulan Yardım Sevenler Derneği Kastamonu Şubesi’nin kurucuları arasında da yine Hafız Hanım’ın adı geçmektedir.

Hafızlığa kendi çabaları ve okumalarıyla ulaşan Selma Hanım, yeni harflerin kabulünden sonra da kendi çabasıyla okuma-yazmayı öğrenmiştir. Hafız Selma Hanım; hitabet yeteneğiyle ve güvenilirliğiyle halkı örgütleme konusunda ve sözünü dinletme konusunda etkili olmuştur. Varlıklı bir kadın olması da işini bir noktada elbette kolaylaştırmıştır ki o da bu gücünü Milli Mücadele sırasında askerlere yardım toplamada, askerler için kadınları örgütleyip onlara çorap, yün içlik ördürmede, ekmek yaptırmada kullanmıştır.

Hafız Selma Hanımın torununun eşi Sabiha Hanım’ın (bugün İzbeli Çiftliği’nde yaşamaya devam etmektedir) verdiği bilgilerden, Hafız Hanım’ın eşi Emin Bey’in, erkenden vefat etmesinden ve çocuğunun da henüz çok küçük olmasından ötürü, Hafız Hanım’ın her alanda aktif olduğunu öğreniyoruz. Sabiha Hanım, Hafız Hanım’ın hem bu kadar güçlü, hem böyle yardımsever bir karakterde olmasının onu, çevrede tanınan biri yaptığını, hatta öyle ki çarşıya çıktığı zamanlarda bu sebeple eli öpülen, saygı duyulan bir hanım olduğunu, caddede yürürken herkesin “Hafız Hanım geliyor” diyerek kenara çekilip selam verdiklerini söylemiştir. Yardımseverliği yanında, mesafeyi de nasıl koruyacağını bilen otoriter ve sözü dinlenen yapısıyla Hafız Hanım, köylünün borç işlerine kadar ilgilenir, para yardımı yapar, kendilerine ait konaklarda hanımlara vaaz verirken yardımlar ve dayanışma konusunda da yönlendirmeler yapmaktaydı.

Hafız Selma Hanım tüm hayatı boyunca yardım faaliyetlerinin içinde yer almış, halkın sevdiği ve saydığı biri olarak öncülük ettiği hayır işleri ile cemiyet hayatının önde gelenlerinden olmuştur. Kastamonu’da Belediye Meclis Üyeliği de yapmıştır. Aile 1934 yılında kabul edilen Soyadı Kanunu ile Osmanlı Dönemi’nden beri kullandıkları İzbelizâde lakabına binaen “İzbeli” soyadını almıştır. Hafız Selma İzbeli 1947’de vefat etmiştir.

Türk kadınının güçlü duruşunun ailenin ve de toplumun güçlenmesindeki etkisine dair örneklerden biri olan Hafız Selma Hanım gücünü iyilikler için kullanan bir medeniyete mensup olduğunu her fırsatta göstermiş ve ardında hayırla yad edilen bir isim bırakmıştır.

BAŞÖRTÜLÜ TENİSÇİ!

TRT Deutsch, İranlı İranlı tenisçi Safi, Avustralya Açık'taki maçında başörtüsü taktı. Gölgede 32 derecede, Belçikalı Sofia Costoulas tarafından turnuvadan elendi, ancak dikkatler onun tarafındaydı.Tenisçi Meshkatolzahra Safi Avustralya'da tarih yazıyor diye başlık atmış. 17 yaşındaki oyuncu, Avustralya Açık'taki ikinci tur maçını neredeyse tamamen kapalı olarak gençler arasında oynamış. İranlı Safi gölgede 32 derecede başörtülü, uzun kollu, uzun siyah tayt ve üzerinde etekle korta girdiğini yazan haber sitesinde dikkatimizi çeken başka bir cümle vardı. The National gazetesine röportaj veren tenisçi için İranlı kadınları cesaretlendiriyor diye ara başlık atmış. "Hayallerinden vazgeçme! Böyle şeyler söyleyenleri dinlemeyin. Bir noktada, kimseye ne yapacağımı söylemeyi bıraktım ve sadece antrenman yaptım” genç tenisçinin dediğini tırnak içinde öne çıkarmış The National gazetesi.

Safi hayalini gerçekleştirmek için engelleri aşmak zorunda kaldı. Tenisçiler Avustralya medyasına "Herkes bana Grand Slam turnuvası oynamanın imkânsız olduğunu ve bunu asla yapamayacağımı söyledi" dedi diye devam ediyor bu haber. Habere baktığınızda tuhaf bir şey göremeyebilirsiniz. Ancak başörtüsü üzerinden özellikle batı medyası (bu haberde The National) başörtülü kadınların üzerinden İslam’a bir gönderme yaptığını göstergebilimsel açıdan görebiliyoruz. Başörtülü olmak ve başarılı olmak abartılan şeylerden biri oldu. Bu tıpkı şu tarz bir habere benziyor: Başörtülü kız okul birincisi oldu. Bu nasıl bir saçmalıktır. Özellikle Müslümanlar üzerinden yapılan bu başörtüsünü normalleştirmemeye dayalı habercilik dikkatimizi çekiyor. Şöyle bir haber okudunuz mu: Sarışın, mavi gözlü, uzun saçlı kadın halterde birinci oldu!

ARTI EKSİ

Artı

Haham camide

Ocak ayının son haftasında İstanbul’da ani bastıran kar yağışında araç içinde mahsur kalanlardan biri de İsrailli Haham İsrael Elbom idi. Valilik tarafından camilere yerleştirilen birçok Türk vatandaşımızın arasında da o gün İsrail’den iş anlaşması için gelmiş olan Haham da vardı. Sabaha kadar camide kalan ve diğerleri gibi sabahı bekleyen Haham namaza kalkan Müslümanlarla birlikte aynı safta kendi ibadetini yerine getirdi. Tüm bu olayları ve Türklerin hoşgörüsünü de viral olan videoda tüm samimiyetiyle dile getiren Haham Elbom’un en çarpıcı cümlesi şuydu; “Aslında hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz”.

Eksi

Kızı otistik

Evini otistik kızının özel tedavi masrafları için satmış olan bir babanın acı haykırışı sosyal medyada yankılandı. Kızının farklı olduğu için okulda istenmediğinden ve müdür ile öğretmenlerin bu konuda yardımcı olmadıkları konusunda sıkıntısını dile getirdiğinde, yorumlara düşen mesajlarda benzer sorun yaşayan birçok aile olduğunu öğrendik. Oysa farklılıklar çocuklarımızı geliştirerek onların hayatlarında güçlüklerle başa çıkma, yardımlaşma ve anlama üzerine gelişme sağlayacakları bir fırsat olarak düşünülmeli. Bir gün bizim de başımıza benzer şeylerin gelmeyeceğini kim bilebilir ki! Otistik olmayı bir çocuk seçemez. Anlayışlı olmalı ve bu tür ön yargılarımızı kırarak ailelere yardımcı olmalıyız.

KÜRTLER TÜRKİYE’YE AİTTİR

Gazeteci Mehmet Metiner beyin öncülüğünde bir STK kuruldu. Adı Demokrasi ve Birlik derneği. İlgilenenler sosyal medya hesaplarından DEMBİR-DER olarak aratıp takibe alabilirler. Dernek ile ilgili Mehmet bey manifestosunu köşe yazısında yayımlamış. Benim altını çizdiğim cümle şöyle: Bilinsin ki Kürtlerin demokratik taleplerinin önündeki en büyük engel PKK'nın bizatihi kendisidir. Evet doğrudur. Soruna makrodan mikroya doğru giderek izahat etmeye çalışayım. Kürt sorunu veya Kürtlerin hakları diye zaman içinde bir söylem geliştirildi. Oysa Türkiye Cumhuriyetinden geriye bir yapı söküme gittiğimizde sırasıyla; Osmanlı, Selçuklu, Beylikler ve Töre devletlerini görürüz. İşte tam da parmak basmak istediğim kelime Töredir. Yıllarca Töre denilen hikmet geleneğini çamura bulamak için sanki bu kelime Kürt halkının veya Güneydoğu tarafındaki vatandaşların işledikleri çağdışı namus cinayetleri veya berdel yahut her türlü yalan yanlış geleneği Töre kelimesine sıkıştırdılar. Oysa Töre şu koskoca Oğuzların bir şemsiyesiydi. Töre soy, sop, etnisite, kan bağına bağlı olmayan bir anlayışın adıydı. İçinde Kürdüm diyen de vardı, Selahaddin Eyyubi gibi. İçinde Sırp da vardı, Mimar Sinan gibi. İçinde onlarca örnek sayabileceğimiz, kendini Türk şemsiyesi altında gören, Töreli hikmet anlayışının hüküm sürdüğü bir varlık anlayışı idi Töre. Hala da öyledir. Türkün kızıl elması/ İlâyı kelimetullah dediğimiz adalet anlayışıdır. Adalet ile millet olunur. Bu vesile ile DEMBİR-DER’nın yolu açık olsun.