İnsan ilişkileri, ilişkileri olanaklı kılan temel bir ön koşul olan akla bağlıdır. Akıl, aklın kullanımına engel olabilecek bir durumun yokluğuna bağlı olarak, karşılıklı bir ilişki kurabilmenin zorunlu ve ilk koşuludur.
İnsan ilişkileri, ilişkileri olanaklı kılan temel bir ön koşul olan akla bağlıdır. Akıl, aklın kullanımına engel olabilecek bir durumun yokluğuna bağlı olarak, karşılıklı bir ilişki kurabilmenin zorunlu ve ilk koşuludur. Buna rağmen akıl tek başına bir ilişkinin sürdürülebilir olabilmesi için yeter koşulları sağlamaz. Anlama yetisinin de akla eşlik etmesi gerekir. Anlama yetisinin iş başında olmadığı bir ilişkide aklın varlığının bir önemi ve anlamı yoktur.
Anlama yetisi aklın kullanımını benin dışına taşır. Ben bu şekilde benden başka olan ile bir ilişkiye girebilir. Bu bağlamda, anlama yetisi benden başkanın varlığını onaylamanın dolaysız zeminidir. Benin, ben olarak benden başka olan ile ilişkisi farklılık zemini üzerinde yükselir. Bu nedenle, bir ilişkiyi var eden bağ ben ve ben olmayan bağı değil ben ve benden başka olan bağıdır.
Ben ve benden başka olan ilişkisi ben olmayan diye bir kategori ortaya çıkaramaz. Ben olmayan, benin kendinden ortaya çıkardığı bir kurgudur ve bu nedenle hem ayrımcı hem de ayrıştırıcıdır.
İlişkiler ayrımcı ve ayrıştırıcı bir ben olmayan kategorisine bağlı olarak başlayamaz. Aksine her ilişki, daha ilişkinin başlangıcında birbirlerinden farklı olan tekillikler üzerinden başlar. Tekillikler, ilişkinin düzeyine göre, iki farklı benin birbirlerinden bağımsızlıklarının zeminini oluşturur. Ben ve ben olmayan ayrımı tekil farklılıkları aynı potada eriterek homojen bir yapı ortaya çıkarmayı hedeflerken, ben ve benden başka ilişkisi başkanın varlığının onaylandığı heterojen bir yapıya odaklanır.
Benden başkanın varlığı beni onu onaylamaya zorlar. Bu, hoşgörü zemini üzerinden yükselen bir onaylama değildir. Hoşgörü onaylamak anlamına gelmez. Gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde hoşgörü başka ile ortaya çıkabilecek her türlü ilişkinin askıya alınmasına neden olabilecek bir “kayıtsızlık durumu”na neden olabilir. Bu da bir çeşit ilişkisizlik haline karşılık gelir.
Hoşgörü, kayıtsız kalma ile farklılığın reddi arasında yer alan ara bir durumdur. Ara durumlar tekillikleri ve dolayısıyla farklılıkları dışlamaya doğru evrilebilir ve olası her türlü ilişkiyi kesintiye uğratabilirler. Bu nedenle, hoşgörü ve başkayı onaylama arasında bir sınır çekme sorunu vardır.
Hoşgörü başkanın varlığını onaylamak anlamında değil onun varlığını kabul etmek anlamında kullanıldığında bir sınır çeker. Sınırlar, doğal olarak, iki şeyi birbirinden ayırır. Bu ayrım ya aynı şey iki parçaya bölünerek ya da iki farklı şey arasına bir sınır çekilerek ortaya çıkar. Bu nedenle, hoşgörüye bağlı bir kabul onaylamak anlamına değil aksine araya sınır çekerek başkanın varlığına yönelik bir duyumsamazlık anlamına gelir. Bu şu demektir: Ben benim; sen ben olmayansın. Tam da bu anlamıyla, hoşgörü ben ve ben olmayan ayrımının nedenidir.
Hoşgörü benin benden başkaya değil bizatihi kendine yönelik tutumu olarak görülmelidir. Bu anlamıyla, hoşgörü benin benden başkayla olan ilişkisinde benden başkaya yönelik göstereceği tutuma karşılık gelir. Bu tutum, tam anlamıyla, ben üzerinden yükselen bir ilişkinin temel zeminidir. O halde ilişkilerin sürdürülebilir olması benden başkaya değil benin kendisine bağlıdır. Böylesi bir anlayışa bağlı olarak ortaya çıkan bir ilişki ben olmayan gibi bir kategorinin olanağını daha baştan ortadan kaldırır.
Hoşgörü eğer insani bir erdemse bu erdem benin kendine yönelik takındığı tutumda görünür. Bu tutum ise aklın değil anlama yetisinin kullanımında ortaya çıkar. Aklını değil, anlama yetisini kullanma becerisi gösterememe hali benin kendine dair zayıflıklarını gizleme hali olarak hoşgörü kavramına sığınır. Bu nedenle, senin varlığını ve başkalığınıkabul ediyor ve seni hoşgörüyorum diyen biri ile karşılaştığınızda bir an önce onun yanından uzaklaşın. Çünkü hiç kimse başka birinin hoşgörü sınırlarını tahmin edemez!