Bugün 10 Kasım. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümü. Seksen yıl önce hayatta olup da yaklaşık beş yaşından büyük olanların bizzat hatırlayabileceği bir gün.
Geri kalanlar ise ancak dolaylı yollardan o günü hatırlıyor. Kimimiz bir fotoğrafta, videodan veya bir gazete yazısından, kimilerimiz o günleri yaşamış birinin tanıklığından. 10 Kasım bize ölümün ve geride bırakılanların bir defa daha düşünüleceği ortamı sunuyor. Tarihi bir muhasebe defteri olarak önümüze koyuyor. Yakın zamanlara kadar bir matem havasından geçen 10 Kasım’lar artık Mustafa Kemal’i anlama yönüne doğru değişim gösteriyor. Geniş yelpazede Atatürk’ün farklı yönleri ele alınıyor, popüler yazarlar bu sevgiyi kazanca çevirmenin telaşıyla yeni araştırmalarını bu döneme getirip pazarlama çalışmaları yapıyorlar. Televizyonlar Atatürk’ün sevdiği şarkılar, giyim firmaları Atatürk’ün sevdiği kıyafetler, lokantalar Atatürk’ün sevdiği yemekler üzerinden ekonomik canlılık peşindeler. Atatürk’ün partisi olduğunu iddia edip dolaşanlar da var. Onlar da bir pazarlama aracı olarak Atatürk’ü kullanışlı görüyorlar. Ama nafile.
Ölen kişilere canlıymış muamelesi yapmak bizi sadece komik duruma düşürür. Mumyalanmış Mısır ölülerinden daha komik suretlere büründürüyoruz ölmüşlerimizi. Yazık ediyoruz. Türlü kepazeliğin maskesi olarak kullananlar, pazarlama çarkının dişlisi haline getirenler acaba ölenin manevi mirasına ne kadar saygılı?
Mustafa Kemal’in ölüm gününde öğrenciler gösteriler sunuyorlar ve müzik eşliğinde okullarda Atatürk sevgilerini gösteriyorlar. Ölüm yıldönümü için tuhaf bir gelenek sayılmaz mı?
Geçenlerde bu dünyadan göçen Ara Güler’in kilisedeki cenaze merasiminde alkış tutan okumuş yazmış tayfa papaz efendi tarafından paylanmıştı. Nerede nasıl davranacağımız bilmiyorsak, asgari saygı kurallarını deneyebiliriz.
Tarihi ilham veren parantezinden çıkarıp yaşatmaya başladığımızda gariplikler birbiri ardına geliyor. Trump’ın adını taşıyan alışveriş merkezi Atatürk resimleriyle sergi yapıyor. Hazin ve ironik. Atatürk kimsenin aklama makinesi değildir, olmamalıdır da.
Atatürk, bu ölü pazarlama sektörünün ilk kurbanı olmadığı gibi sonuncusu da değil. Benzer durum Che için de geçerli Aliya İzzetbegoviç için de. Parti kongresinde resminin asılmasına karşı çıkan Aliya’nın büstlerini dikiyorlar. Bolivya dağlarında hayatını kaybeden Che’yi puro içerek anıyorlar. Mustafa Kemal’e benzeyen kişilerin bile ticari bir karşılığı var bu tuhaf dünyada.
Dünyadaki ilk ölü Habil’dir bildiğimiz kadarıyla. Kabil, kardeşinin katili olarak ne yapacağını bilemeyince bir karga ona ölüsünü ne şekilde gömeceği konusunda fikir vermiş. Aradan ne kadar olduğunu tam bilemediğimiz bir dönem geçti ve yaşayan insanlar olarak ölülerimizi nasıl anacağımız konusunda ortak bir zemine sahip değiliz.
Ticari kurnazlık ve cahil cesareti arasında gidip gelen anma ritüellerimiz inanıyorum ki bir gün gerçek olgunluğa kavuşacaktır. O gün gelinceye kadar ölenlerin muazzez ruhları için muazzep dairelerden dolaşıp duracağız.
Hatırlama biçimlerini unuttuk ve hatırlamayı hatırlayamıyoruz. Hatırlatma iddiasında olanların içinde halis niyetli olanları tenzih ederek, piyasanın büyük ölçüde pazarlamacıların hakimiyetinde olduğunu söyleyebiliriz.