Dün akşamdan itibaren, 6 Ekim'de oynayacağımız İzlanda maçına kadar milli mesaiye 25 gün ara verdik.

Dün akşamdan itibaren, 6 Ekim’de oynayacağımız İzlanda maçına kadar milli mesaiye 25 gün ara verdik. Bu son iki haftada hem Futbol Milli Takımımız hem de Basketbol Milli Takımımızla doluydu Güzel ve Şanssız Ülkemizin spor gündemi. Basketbol’da geleceğe ümitle bakmamızı sağlayacak işaretler çoğunluktaydı, Futbolda ise önümüzde daha uzuuun ve meşakkatli bir yol olduğu âşikâr.

Sıcak yaz günlerinin bitmesine sayılı günler kala, önümüzdeki günlerde okulların da açılmasıyla, Haziran başında başlayan “ağırlaştırılmış program” yerini tempolu ve hareketli günlere bırakacak hepimiz için. Bayramdı, tatildi, gittiydi, geldiydi derken, rutinimize geri dönmüş durumdayız.

Kharkiv’de oynadığımız Ukrayna maçına çıkan kadro ve oyunu oynama biçimimiz büyük bir hayal kırıklığıydı. Baskı karşısında topa sahip olamayan, uyumlu bir pas organizasyonu kuramayan, saha içinde birbirini tamamlayamayan oyuncularımız ve saha kenarındaki irade beklenen performansın oldukça uzağındaydı. Her ne kadar büyük hakem hataları sonucunda; yediğimiz ilk golde ofsayt ihlali, ikinci golde top dışarıdan çevrilmişse de (bir de son dakikalarda Cengiz ÜNDER’e yapılan bariz penaltının verilmemesi var) Ukrayna bunları atamasa mutlaka bize başka gol/ler atar ve gereken yengiyi alırdı. İlk düdük çalıp maç başladığında bunu hepimize hissettirdiler.

Milli kafilemiz Ukrayna’dan Eskişehir’e doğru uçmakta olduğu sıralarda hepimizin dilinde “ne olacak bu memleketin hali?” kıvamında karamsar eleştiriler vardı, fakat Yaşlı Kurt Mircea LUCESCU, akıl hocalarının yanlış yönlendirmelerini bir kenara bırakarak, kendisini Lucescu yapan pragmatik ve akılcı kimliğinin yansımasıyla ilk on birden yedi oyuncuyu değiştirerek Hırvatistan maçına çıkıyor ve güzel bir mücadele sonucunda istediğimiz üç puanı hanemize yazdırıyordu. Üç-dört gün arayla oynanan iki maç bize gösterdi ki; bizim potansiyelimizi sahaya yansıtacak sihirli bir formüle ihtiyacımız yok. Bizim kendimiz gibi olmaya ihtiyacımız var. (“Başkası olma, kendin ol” diyor Tarkan Abimiz de zaten)

Basketbolda ise futbola göre daha zayıf bir jenerasyonumuz var ama onların her birisi ateş parçası. Yürekten, hırsla, çalışarak, iyi niyetle gayret göstererek, ellerinden geleni, terlerinin ve emeklerinin son damlasına kadar sunuyorlar Milli Formaya. Semih ERDEN ve Erkan VEYSELOĞLU basketbol için ileri yaşlarına ve geçirdikleri ağır sakatlıklara rağmen genç arkadaşlarına örnek oldular. Cedi OSMAN, Melih MAHMUTOĞLU, Furkan’lar (ALDEMİR-KORKMAZ), “Mr. Kenan SİPAHİ” ve belki de son turnuvasını oynayan Sinan GÜLER her topa atladılar, hiç geri adım atmadılar, Hocalarının verdiği her görevi bihakkın yapmaya çalıştılar.

Eurobasket 2017 Turnuvası süresince toplam altı maç oynadı Milli Basketbolcularımız ve bunların dört tanesinde mağlup oldu, iki tanesini kazandı. Son İspanya maçı dahil olmak üzere kaybettiğimiz dört maçta da(Rusya-Sırbistan-Letonya-İspanya) maç içinde belli bir noktaya kadar hep başa baş oynadık güçlü rakiplerimizle. Bazen üç sayıya, bazen iki sayıya indirdiğimiz farkları kapatıp öne geçme şansı bulamadık Ekol Ülke statüsünde olan basketbolun “Ağır Abi”leri karşısında. Belki Ali MUHAMMED (Bobby DİXON)’in yaşadığı şanssız sakatlık olmasa ve kadroda olabilseydi, o kritik kırılma noktalarında durumu lehimize çevirebilirdik. (Kısmet)

Yani Merhum Çetin ALTAN’ın dediği gibi: “enseyi karartmayın”. Birlik ve beraberlik içinde bir Türkiye, geleceğe daha güvenle bakacaktır her alanda olduğu gibi sporda da. Yeter ki evrensel standartlarda çalışalım ve gayret edelim.

İyi bir hafta diliyorum.