Konferans, seminer ya da bilgi şölenleri nedeniyle çağrıldığınızda şehirlerden bazılarının yaşayan şehirler olduğuna dair bir iç kanat hâsıl olur.

Şehirler üzerine eserler yazıldığı gibi yazılar yazanlar da çoğaldı. Bu sevindiricidir. Aralıklarla benim de yazdığım olur. Eli kalem tutan, dili, kelam eyleyenler çeşitli vesilelerle şehirlere davet edilirler. Bazen üniversite oturumlarına, konferanslarına, bazen liseli gençlerle buluşmalara ya da halka hitaben gerçekleştirilen sohbetlere diye ifade edilebilir. Bununla birlikte, şehrin eli kalem tutanları kendi şehirleri üzerine çeşitli yazılarla birlikte hayat ve hatıralarının da içinde yer aldığı şehre dair yazılar ve eserlerin de olduğu muhakkaktır.

Konferans, seminer ya da bilgi şölenleri nedeniyle çağrıldığınızda şehirlerden bazılarının yaşayan şehirler olduğuna dair bir iç kanat hâsıl olur. O şehrin sokaklarında, caddelerinde dolaşırken oralı olursunuz. Sanki doğup büyüdüğünüz şehriniz kadar size yakınlık gösterir bu şehirler. Bu türden şehirlerin ruhu vardır, ruhu olan şehirler, yaşayan şehirler şeklinde anlamlandırıldığı da olur. Bu durum elbette benim içinde geçerlidir. Örneğin; İstanbul, Bursa, Kütahya, Sivas, Erzurum, Konya, Kayseri, Tokat, Tarsus, Adana, Erzurum, Antakya, Çorum, Kastamonu, Safranbolu, Antalya, Alanya vs. böylesi şehirlerden-yerleşim alanlarındandır. Sizin ruhunuzla şehrin ruhu birbiriyle kucaklaşır, sarmaş dolaş gibi hissedersiniz. Bazı gidişlerinizden mesrur kalıp dönmek istemediğiniz de olur. Bazı şehirlerden, yerleşim alanlarından sessizce geçip gidersiniz. Üzerinizde hiçbir etkisi olmaz. Bir daha aklınıza bile gelmezken bazı şehirleri, o şehre ait kimi makamları, mekânları asla unutamazsınız.

Birkaç cümleyle doğduğum şehir İçel İli, Tarsus İlçesinden bahsedeyim. Yalnızca kendi doğduğum şehrin evliyalarından, ilim, irfan ve hikmet ehlinden ve Hadis Mektebinden bahsedecek olsam ve bunları ayrı ayrı yazmaya kalksam birkaç kitap-külliyat oluşmasına vesile olur. Anadolumuz böylesine zengin manevi sofralara ev sahipliği yapmıştır. Her şehrimizin sayısız manevi temsilcileri, ilim, kültür ve sanatta öncülük etmiş şahsiyetlerine rastlanılmaktadır. Tarsus’ta birçok makam, cami ve eski eserlerle külliyeler-medreseler mevcuttur. Hz. Âdem (as)’ın oğlu Şit (as), Lokman (as) ve Danyal (as)’ın kabri şerifi de Tarsus’tadır. Görüldüğü üzere üç peygamber Kabri şerifi-makamları buradadır. Şit (as)’ın Tarsus’u kuran kişi olduğu bir müddet burda şehri oluşturduktan sonra Mekke’ye gittiği ve orada ebedi yurda yerleştiği bilinmektedir. Lokman suresi Kur’an-ı Kerimin 31.surenin adıdır ve 12. Ayetinde, “Biz Lokman'a hikmet verdik” diye ifade edilmektedir. Buradaki hikmetin akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek olduğu tefsir kitaplarında yazılıdır. Lokman Hekim tabiplerin piridir. Bir dönem Tarsus'ta yaşadığı, hastalıklara ve hastalara şifacı (derman) olduğu bilinmektedir. Hikmet ehlinden olduğu ve oğluna verdiği nasihatleriyle Kuran’da zikredilmektedir. Semte adını veren Tarsus Ulu Cami (Cami-i Nur) şehrin merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eserlerindendir. 1579 yılında Ramazan Oğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından caminin bugünkü cemaat kısmı yaptırılmıştır. Selçuklu-Osmanlı üslubunda tek şerefeli minaresi olan Cami Sen Piyer Kilisesi kalıntılarının üstüne inşa edilmiştir. İnşaatında tümüyle kesme taş kullanılmıştır. Ulu caminin avlusunda yer alan Kadiri Şeyhi Muhammed Hasani Hazretlerinin ve Küçük Minare Camii'nde Abdulkadir Geylani Hazretlerinin torunlarından Abdulmecid Geylani Hazretleri de medfun bulunmaktadır. Kehf suresinde zikredilen genel itibariyle de Yedi Uyurlar diye anılan Ashab’ı Kehf’te Tarsus’tadır.

Yazıyı yazarken yazının usulüne tabi oluyor yazar. Yazarı teslim alan yazı, kendisini yazdırıyor. “Hâkimiyet” kelimesinin yazı başlığı olması da böylesi bir durumdur. Hâkimiyet kelimesi, Arapçada "el-Hukm" kelimesi kökünden, sözlükte “yargı ve yargıda bulunmak” anlamında kullanıldığına dikkat çekiyor. Türkçede ise “egemenlik” olarak ele alınıyor. Pakistanlı müfessir, İslam âlimi, Tefhimül Kuran ve birçok eserin sahibi Seyyid Ebu'l-A'lâ el-Mevdudî, hâkimiyet kelimesini, “İslamda Hükümet” isimli eserin 421 ve 422.sayfalarında şöyle anlatıyor: "Siyaset biliminde bu terim; en yüksek iktidar ve mutlak iktidar anlamında kullanılır. Herhangi bir kimse ya da topluluğun hâkimiyeti elinde tutmasından maksat şudur: Onun her hükmü kanun mahiyetini taşır ve kanun olur. Böyle bir kimse ülkesinde yaşayan fertlerin üzerinde hükümlerini yürütür ve sınırsız tercih ve yetkilerin sahibi olur. İdare edilenler de böyle bir kimseye kayıtsız şartsız itâat etmeye mecburdurlar. Onun yetki ve tercihlerini kendi irâdesi altında hiçbir şey sınırlandıramaz ve kısamaz. Fertlere verilmiş bulunan herhangi bir hak var ise, bu hak da ancak onun tarafından verilmiş olur... Diğer taraftan hâkimiyeti elinde bulundurması sebebiyle herhangi bir kanunun bağlamadığı için böyle birisi tam mânâsıyla kadir-i mutlaktır..."

Burada söylemeye çalıştığımız husus şudur: Şehrin hâkimiyeti, ruhaniyeti, kültürel mirası üzerinden şehri ve şehirliyi, şehri ziyaret edenleri bir bakıma korumaya alıyor. Bizim zahiren baktığımızın batıni yönünü göremediğimiz den bu idrakten uzağız. Öyle olsa bile ruhumuzun, gönlümüzün ve bedenimizin huzur bulduğu mahaller olarak idrakimize giydiriliyor. Yüzyıllar öncesinden var olan değerlerle şehrin insanı anlam kazanıyor. Sokaklarında, caddelerinde, bulvarlarında yürüdüğünüz şehrin, size eşlik ettiğini fark etmeseniz de onların kavrayışları, sulayışları, donatışları, ruha dokunuşları sürüp geliyor. Bunu sizlerde hisseder misiniz bilmem? Yaşadığınız olur mu onu da bilmem? Gidip dönmek istemediğiniz şehirleriniz var mıdır? Aslında bilmesem de benim elbette böylesi şehirlerim vardır. Bu şehirde yaşayabilirim, bu şehir, benim şehrim, benim memleketim dediğim şehirlerim vardır. Mekke, Medine ve Kudüs öyledir. Kırım'ın Bahçesaray’ı benim için öyledir. Bosna, Keşmir öyledir. Eskişehir-Odunpazarı öyledir. Ankara Hacı Bayramı Veli semti öyledir. Bursa Ulucami civarı ile Yeşil öyledir. Ah unutmadan ifade edeyim Alanya başlı başına yerleşip bir ömür kalınacak yerlerden biridir ve benim için öyledir. Bazı şehirlere birçok kez gidip gelme imkânını da elde ederiz. İsmini yazamadığım birçok şehrimizin de bulunduğunu ifade edeyim. Elbette bunun da bir sebebi vardır. Zahiren gördüğümüz âlemin bizdeki kalıcılığını ifade ederek Kastamonu’ya da daha önce gelmiş ziyaret ederek bazı makamları da ziyaret etmiştim. Yüreğimin bir yanında ikamet eden şehirlerden biri de Kastamonu’dur elbette. Bir başka yazımda Kastamonu ve Ehli beyt Efendilerimizi yazmaya gayret edeceğim.

Hâkimiyeti altına almak, kabullenmek, kendinden saymak, kucaklamak gibi anlamlar yükleyerek biz bu kelimeyi yazının başlığı yaptık. Çünkü bahsi geçen ve geçmeyen, çağları aşarak gelen ve varlık gösteren şehirlerin böylesi bir hâkimiyetinin bulunduğunu ifade etmekti kastımız. Ruhi onarımın, gönül muhabbetinin demlendiği, daha müeddip bir hale dönüştüğünüzü hissettiğiniz şehirlerdir bahsedilen. Gönlünüz orda, kalbiniz orda, ruhunuz orda, hafızanız orda, unutamadığınız anılarınız ordadır. Böylesi kutlu, unutulmaz fıtri olana yolculuğun menzilleridir buralar. Dönüp dolaşsanız da, dünyaya dalıp gitseniz de an gelir sizi kalbinizden yakalayarak kendinize gelmenizi hatırlatırlar. Çünkü metafizik (batıni) âlemin sırrı, bedenlerin yaşamasından çok, ruhların yaşamasını arzu ederler. Bedenler ölür lakin ruhlar ölmez.

Maide suresi 49.ayeti kerimede: "Ve onlar arasında Allah'ın indirdiğiyle hükmet..." denilmektedir. İbn Hazm el-Muhalla eserinde şöyle yorumluyor; "Allah'ın, Rasûlü Muhammed'e indirdiğinden başkası ile hüküm vermek helâl değildir: Çünkü hak yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlıktır. Bu zulüm ve haksızlıkla hükmetmek helâl değildir. Herhangi bir hâkim (yönetici veya kadı), bu helâl olmayan hükümle hükmedecek olursa verdiği bu hüküm ebediyyen geçersiz kılınır, onunla amel edilmez".

Kasas suresi 71 ve 72. Ayeti kerimede ise: "De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah üzerinize geceyi tâ kıyâmet gününe kadar aralıksız sürdürse, Allah'tan başka size ışık getirecek bir başka ilâh var mıdır? Hala işitmeyecek misiniz? De ki: Düşündünüz mü hiç, eğer Allah gündüzü üzerinizde kıyâmet gününe kadar aralıksız devam ettirirse, içinde dinleneceğiniz geceyi Allah'tan başka getirecek bir başka ilâh var mıdır?" diye sorulmaktadır.

Hz. Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre bir gün Allah Rasûlü (sav) etrafında bulunan sahabilerine şöyle buyurmuştur: “Allah'ın kulları arasında öyleleri var ki, peygamber ve şehit değildirler, ama kıyamet günü Allah katındaki mevkilerinden dolayı peygamberler ve şehitler onlara imrenirler.” Sahabeden bazıları “Ya Rasûlallah, onlar kimdir? Bize haber verir misin?” dediler. Allah Rasûlü “Onlar, aralarında alıp verdikleri bir mal ve akrabalık olmadığı halde, sırf Allah için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzleri nurdur ve kendileri nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmaz, insanlar üzüldüğünde onlar üzülmezler.” buyurdu ve Yunus suresi 62.ayette: “Haberiniz olsun, Allah'ın sevgili kullarına korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir” buyuruluyor. Hucurat suresi 10.ayette ise: “Mü’minler ancak kardeştirler” denilmektedir. Saff suresi 4.ayette ise: “Muhakkak ki Allah, kendi yolunda sağlam örülmüş bir duvar gibi saf bağlayıp omuz omuza savaşanları sever” diye hatırlatılıyor. Buhari ve Tirmizi’de geçen bir hadisi şerifte ise: “Hiç biriniz, kendiniz için arzu ettiğini kardeşi için de arzu etmedikçe (tam anlamıyla) iman etmiş olmaz” denilmektedir. Aynı anlamlara gelen bir başka Hadisi şerife Müslim ve Tirmizi’de raslıyoruz: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyruluyor. Gördüğümüz ve görmediğimiz, bildiğimiz ve bilmediğimiz zahir ve batın alimenin sultanlarına selam olsun efendim.

www.recepgarip.com