Nasıl mutsuzum anlatamam. Ayırdığım vakte mi yanayım, yıkılan hayallerime mi yanayım bilemedim. İşte bu, bu sefer oldu dedim. Olmadı! 1. sezonunu çok beğendiğim Muhafız, 2. sezonunda tam bir hayal kırıklığıydı.
En sevdiğim restoranın ustaları değişmiş gibi. Bayıldığım yemek menüde ama tat aynı değil. İşte duygularımı anlatacak en iyi örnek bu. Muhafız aynı muhafız ama asla aynı tat değil. Dizinin tüm oyuncuları ‘’oynayayım da bitsin, akşama misafir gelecek’’ der gibi oynamış. Çağatay Ulusoy ilkokul müsamere çocuğu gibi muhafızcılık oynamış. Okan Yalabık’ı çok başarılı bulurum ki o bile yüzde 20 performans ile oynamış. Dizinin senaristleri bu işi bıraksınlar. Oyuncular doğaçlama yapsaydı çok daha iyi cümleler çıkardı. Dizide ki kavga dövüş sahnelerinin kurtarır tarafı yok. Tek kelime ile fecaat. O sahnelerin yerine oyuncak için kavga eden çocukları izleyin daha çok adrenalin salgılarsınız. Abartıyor diyeceksiniz ama hiç abartmıyorum. 8 bölüm olan diziyi bitirmek bile büyük sabır istiyor. O güzelim İstanbul manzaraları bile kurtarmıyor. Benim 3. sezona gram hevesim kalmadı.
Şah mat!
Bizi vezir de rezil de edecek şey elimizde. Tek tuşla, pardon artık tuş bile yok tek dokunma. İş bu kadar hassas olunca ne kadar dikkat edersek edelim hatalar yapıyoruz. Şimdi sorarım size, siz de yanlış kişilere hiç mesaj atmadınız mı? Ya da ne bileyim çantanızdaki telefon en olmadık birini aramadı mı? Hiç gitmemesi gereken kişiye giden fotoğrafınız olmadı mı? İşin sosyal medya ayağı var ki o çok daha tehlikeli. Misal orada yanlışlıkla bir hikâye ya da fotoğraf paylaşıp, kimse görmeden sileyim diye eliniz ayağınıza dolaşmadı mı? Bu yazdıklarımın hepsi başıma geldi. Gelmeyende hiç gülmesin bugün yarın başına mutlaka gelir. Gelmemesi mucize! Şimdi bu haftayı meşgul eden bir konuya konuyu bağlayayım. Kerimcan ve o meşhur videosu. Kısaca ben videonun Kerimcan’a ait olduğunu düşünüyorum. Arkadaş videoların da paylaşacakken yanlışlıkla herkese açık paylaştığına inanıyorum. Kerimcan ve eşrafını çok da rahatsız etmeyecek bir şey halka mal olunca olay büyüdü, hatta mahkemelere düştü. Maalesef işte o dediğim tek dokunma tek temas nelere mal oldu. Herkes ‘’ben dahil’’ iki kelam edip, edep haya dersi veriyoruz. Arkadaşları ile daha beter bel altı şakalaşanlar yapanlar bile şimdi Kerimcan’ı esefle kınıyor. Kınar da yapacak bir şey yok. Susup edebinle geçmesini, unutulmasını bekleyeceksin başka çaren yok. Ben sadece daha iyi bir yalan bulmalıydın diye yorum yaparım. Enişten çıkıp ‘’olanları gülerek izliyoruz’’ falan da demesin mümkünse. Ya da herhangi bir arkadaşın ‘’bize bir şey olmaz’’ densizliği yapmasın. En son bunu diyenleri gördük değil mi? Bence bu ateşe daha fazla oduna gerek yok.
Atalar yanılmış olmalı!
Şu iyi gün kötü gün dostu hikayesini hep düşünürüm. ‘’İyi gün dostu çoktur, gerçek dost kara günde belli olur. Gerçek dostu kötü gününde tanırsın. Zor günler dostu düşmanı ayırmak için var.’’ diye uzanıp giden bir dolu deyimler, vecizeler, atasözleri, Instagram özlü sözleri. Yani evet atalar boşuna bir şey demez ama bu konuda yanılmış olabilirler. Ya da aynı yerden bakmıyoruz olaylara. Tamam kabul kötü gününde, hastayken dost düşman ayırt etmeksizin gözün yolda, kulağın telefonda oluyor. Ama her arayan soran da iyi niyetine sormuyor ki. Kimi gebermedin mi hala? Kaç güne öleceksin? Diye de arıyor. Ben artık iyi günlerimi kolluyorum. O zamanlarımda arayanlara, gelenlere, tebrik edenlere bakıyorum. Sizlerle bir gözlemimi paylaşayım, yurdum insanı üzülmüş rolünü daha güzel oynuyor. Fakat başkası adına bir şeye gerçekten sevinmediyse işte orada fire veriyor. Rol yapamıyor, saçmalıyor, gülerken ağzı yamuluyor ya da tuhaf sorular soruyor. Samimi sevinemiyor sende aptal değilsen anlıyorsun. İşin aslı astarı ben artık orada ayrılıyorum düşmanı dosttan.