Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar Meclis Darbe Komisyonu'na konuştu. Pazar günkü yazımda da bu konuya biraz değinmiştim.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar Meclis Darbe Komisyonu’na konuştu.

Pazar günkü yazımda da bu konuya biraz değinmiştim.

Özellikle solun şiddetle olan bağlantısını hafife almasına ve bazı marjinal sol örgütleri “eline bıçak almamış düzgün fikir adamları” diye tanımlamasına hala daha ikna olabilmiş değilim.

Çünkü bu ülkede sol hiçbir zaman şiddetle arasına mesafe koy(a)madı, bilakis kendinden gelen şiddeti her zaman meşrulaştırmaya çalıştı.

Tüm bunlara ek olarak Ağar’ın komisyonda yapmış olduğu “benim dönemimde hiç Fetullahçı yoktur” açıklamasına da katıldığı bir televizyon programında Başbakan Binali Yıldırım gereken tepkiyi şu sözlerle gösterdi: “Bugün, FETÖ'den tutuklanan önemli isimler onun kadrosundaydı. Bu ne anlama geliyor? O dönemde görevli polis şefleri, amirler. E nasıl oluyor? O zaman herhalde farkında değildi Sayın Ağar.”

Bunları bir kenarda tutalım ve Mehmet Ağar’ın bana kalırsa komisyonda bahsetmiş olduğu en önemli bölüme gelelim: “Emniyet Müdürü yapan benim. Biraz rahat hissetti kendisini orada. Fetullah ile ilgili ciddi bir mücadele yürüttü. Olayın sıcaklığında bu bilgi nasıl alındı, takip mi edildi pusu mu kuruldu içeride? Aşırı güven içinde oldu. Milletle bütünleşme süreci iyi gidiyordu ama içeride bir şey var mı yok muydu o zaman tahkikatı yapanlara sormak lazım”

Ağar’ın bahsetmiş olduğu bu kişi şehit edilen Diyarbakır’ın efsanevi Emniyet Müdürü Gaffar Okkan.

Gaffar Okkan 24 Ocak 2001’de faili meçhul bir suikastle şehit edildi.

O günden bugüne Okkan’ı öldürenlerin kimliği ve arkasındaki derin güçler ortaya çıkarılamadı.

Gaffar Okkan Diyarbakır Emniyet Müdürü görevini yürütürken bölge halkı tarafından çok sevildi, sayıldı.

Efsanevi özelliğini de bölge halkıyla kısa sürede kaynaşmasıyla edindi.

Okkan görev süresi boyunca Hizbullah silahlı örgütüne karşı önemli bir mücadele yürüttü.

Özellikle 1998 ve 1999 yılları arasında Hizbullah’ın birçok yöneticisi ve üyesi yakalandı.

Bu operasyonlarla birlikte o dönem bölgede gerçekleşen birçok faili meçhul cinayetin çözümünde büyük ilerleme kaydedildi.

Gaffar Okkan’ın bu mücadelesine dayanılarak suikastın Hizbullah tarafından işlenebileceği düşünüldü ve uzun süre bu örgüt üzerinde duruldu.

Ama sonucunda Okkan’ı kalleşçe şehit edenlerin kim oldukları belirlenemedi.

Aradan geçen 15 yıla rağmen de belirlenebilmiş değil.

Lakin o dönem zarfında Okkan suikastıyla ilgili olarak önemli bir süreç yaşandı. PKK üyeliğinden yakalanan ve itirafçı olarak konuşturulan Yıldırım Begler ve Abdülkadir Aygan, Okkan suikastının Diyarbakır 8. Ana Jet Üs ve 2. Taktik Hava Komutanlığı’nda görevli bazı subaylarca gerçekleştirildiğini itiraf etti.

Bu jet üssü 15 Temmuz’dan sonra kulağa tanıdık geliyor olmalı.

Öyle ki 15 Temmuz’daki FETÖ’cü darbe girişiminde TBMM’yi ve bazı yerleri bombalayan 6 uçağa ev sahipliği yapan bu üssün bizzat kendisiydi ve 16 Temmuz günü bu üsse yapılan operasyonda 100’e yakın gözaltı yapıldı ve üssün komutanı Tuğgeneral Deniz Kartepe tutuklandı.

Velhasıl görülen o ki 15 Temmuz’dan sonra Gaffar Okkan suikastında yeni bir perde aralanmışa benziyor.

Okkan’ın dönem zarfında Ağar’ın da belirttiği üzere Fetullah’la ilgili ciddi bir mücadele yürütmesi bu cinayetin arkasındaki FETÖ delillerini artıran bir diğer gerçek olarak önümüzde duruyor.

Kaldı ki bu yapının yayın organları o dönem zarfında karşı algı operasyonu yürüterek soruşturmanın seyrini de farklı yöne çekmişlerdi.

2001 yılında o ana jet üssünde hangi FETÖ’cüler vardı, bunlar şimdi nerede, dönem zarfında nelere gönderildiler, 15 Temmuz’dan sonra o jet üssünde tutuklananlar 2001 yılında var mıydı ya da nerelerdeydi gibi soruların cevaplanması gerekiyor.

Ve tüm bu sorularla birlikte bütün ibareleri alt alta toplandığımızda Gaffar Okkan suikastı dosyasının tekrar ele alınmasında fayda var.

***

Baro aynı tas aynı hamam

Hafta sonu İstanbul Baro Başkanlığı seçimleri vardı.

Seçimi Ümit Kocasakal’ın işaret ettiği önceki dönem Baro Başkan Yardımcısı Avukat Mehmet Durakoğlu kazandı.

İşareti veren Kocasakal olunca haliyle işaret edilen kişinin de vukuatları olmayacak değil.

Haliyle dakika bir gol bir Durakoğlu’nun vukuatları meydana döküldü.

Meğerse çiçeği burnunda Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu, 2011 yılında Baro’ya asılan “başörtülüler giremez” afişini her platformda savunmakla görevli başkan yardımcısıymış!

Sadece bu da değil

Durakoğlu’nun CHP Beykoz İlçe Teşkilatı’nda değişik görevlerde bulunduğu da ortaya çıktı.

Pek tabi bir kişi siyaset yapabilir, aktif görevlerde yer alabilir.

Buna sözüm yok.

Ama her fırsatta CHP’nin AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik olarak “hukuka siyaset karıştırıyorsunuz” sözleri bangır bangır kulağımızı çınlatırken Durakoğlu’nun bu siyasi faaliyetlerine suskun kalmak da neyin nesi?

Mesele kendileri olunca tek kelime yok, başkaları olunca bülbül gibi öt.

Oh maşallah!

Bir de üstüne başörtü düşmanlığı yap.

Açıkçası İstanbul Baro’sunda değişen bir şey yok.

Aynı tas aynı hamam.

En iyi yorumu da Twitter’dan Mustafa Albayrak yapmış, çok beğendim: “Gitti kocasakal, geldi topsakal”

***

Bahçeli’nin yanından dahi geçemeyenler

Devlet Bahçeli, başkanlık sistemiyle ilgili olarak AK Parti’nin Meclis’e getireceği teklife bakacaklarını ve teklifin Meclis’ten geçmesi durumunda referanduma gidilmesinde bir sakınca olmadığını belirtmişti.

Ayrıca Meclis’te “evet” demeleri durumunda referandumda da “evet” diyeceklerini dünkü grup konuşmasında belirtti.

Bunun üzerine MHP içinden Ümit Özdağ ve birkaç kişi Meclis’te “hayır” oyu vereceklerini ve başkanlık sistemine karşı duracaklarını belirttiler.

Bir kişi başkanlık sistemine karşı olabilir, bunda herhangi bir beis yok.

Türkiye’nin sistem sıkışıklığıyla ilgili olarak daha iyi bir sistem önerileri varsa onu da dile getirmeleri gayet doğaldır.

Ama…

AK Parti’nin teklifi daha Meclis’e gelmemişken, başkanlık sistemiyle ilgili taslak henüz belli olmamışken bu karşı çıkmak da neyin nesidir?

Muhalefet demek iktidardan gelen her türlü teklife karşı çıkmak mıdır?

Bu peşinen “hayırcılığı” aynı şekilde darbe günü neden gösterememişlerdir?

Devlet Bahçeli’nin 15 Temmuz’dan bu yana göstermiş olduğu devletin ve milletin yanındaki profilin yanından geçemeyenleri tarih yazmayacak ve hatırlamayacaktır ama Türkiye’nin sorunlarına çözüm bulan ve yerliliğin, milliliğin yanında yer alan herkesi tarih saygıyla anacaktır.

Geride kalanlar unutulmaya muhtaçtır.

***

ByLock’u sulandırmaya çalışanlar

ByLock’la ilgili konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şu açıklamayı yaptı: “ByLock konusu sulandırılmaya çalışılıyor. Bu sistemin yanlışlıkla indirilmesi falan söz konusu değil”

Süleyman Soylu’nun haklı olması bir kenarda dursun FETÖ’yle ilgili mücadeleyi “mağduriyet” teması altında sulandırmayı kimler yapıyorsa ByLock’la ilgili sulandırmayı da yapanların aynı kişiler olduğunu söylemeye lüzum yok.

Bazı FETÖ üyelerinin itiraflarına göre ByLock denilen program akıllı telefonların mağazalarında bulunamıyor, sadece bluetooth’tan telefonlara ve bilgisayarlara aktarılabiliyor.

Bununla birlikte ByLock’u kullanmaya başlamak için de ByLock kullanan birkaç kişinin referansına ihtiyaç duyuluyor.

Hal böyleyken ByLock kullanan kişilerin FETÖ’yle doğrudan irtibatlı olduğunu söylesek yanılmış olmayız.

Şimdi bunun üzerinden bazı kripto FETÖ’cülerin “mağduriyet” edebiyatıyla yaptıkları gibi bu konuyu da sulandırma girişimleri FETÖ’yle mücadeleyi aksatma adına kurulabilecek en büyük tuzaklardan birisi.

Bu tuzağa düşmemek için soruşturmaların aynı kararlılık ve hassaslıkla sonuna dek yürütülmesi gerekiyor.

Bu noktada Süleyman Soylu’yu da göstermiş olduğu kararlılık ve hassasiyet için ayrıca tebrik edelim.

***

Hürriyet de mi fabrika ayarlarına döndü?

Aslında bu konunun üzerinden biraz süre geçti.

Lakin gündemin yoğunluğu sebebiyle fırsat bulup da yazamamıştım.

Başkanlık sistemiyle ilgili tartışmalar gündeme gelince Hürriyet’in sosyal medya hesabından manipülatif bir paylaşım yapıldı.

Paylaşım; başkanlık tartışmaları sebebiyle doların yükseldiğini ifade ediyordu ama doların yükselmesinin başkanlıkla ilgili tartışmalarla bir alakası yoktu!

Peki bu noktada Hürriyet’in yapmak istediği neydi?

Ya da nedir?

Doğan medyası da mı fabrika ayarlarına dönüyor yoksa?

Ya da döndü mü?

Ve Mehmet Ali Yalçındağ’ın görevden alınmasıyla bu fabrika ayarlarına dönüşün bir ilgisi var mı?

Sadece bir soru.