Faiz ya para politikasıyla doğrudan müdahale sonucu düşer.
Ya da para politikasıyla enflasyon düşürülüp dolaylı etkiyle düşer. Veyahut da fon pazarında oluşan rekabet sonucu düşer.
Para politikası bu anlamda kullanılamıyor. Para politikasıyla dolaylı yoldan faizi düşürmek mümkün olmadığı halde kullanılamıyor. Faiz düşmezse yatırımlar genişlemiyor. Yatırımlar artırılamayınca istihdam artırılamıyor. İstihdam artırılamayınca talep beslenemiyor. Talep beslenmeyince yatırıma gerek kalmıyor. Bu da faizi düşürmenin de ötesinde faizle mücadele etmenin önemini ortaya koyuyor.
Faizle mücadele uzun dönemli bir strateji olmakla beraber faizi düşürmek için hala kullanılmamış bir alternatif mevcuttur. O da fon piyasasında rekabet sağlanmasıdır.
Bugün Türkiye’de bankacılık sektörü oligopoldür. Bankacılık sektörünün oligopol olduğu ekonomilerde sermaye piyasaları da gelişmemektedir. Bu durum finansal okuryazarlığın artırılamaması ve kaynakların etkin kullanılamaması sorununu getirir.
Aynı zamanda oligopollü banka yapısında bankalar ekonomiyi değil ekonomi bankaları taşır. Ve dahi faiz yüksekse işletme sermayeleri tüketilmek durumunda kalır. İşletme sermayeleri tüketilince işletmeler bankalara mahkûm olur. Bu durumda işletmelerin ciro kadar banka borcu olur.
Üstelik bankaların kucağındaki kur riski işletmelere umarsızca aktarılır. Sonra yasalarla döviz geliri olmayanlara döviz cinsi finansmanlar yasaklanmak durumunda kalınır.
Hem faiz yüksek olduğundan işletmeler kurdaki artışla faiz oranı arasında ilişki kurmaya çalışıp döviz cinsi borçlanmayı tercih etmek durumunda bırakılır.
Bu durum döviz talebini artırır. Döviz talebi artınca kur yükselir. Kur yükselince yönetilemediği halde politika faizi yükseltilir. Bu nedenle en pahalı girdi olan sermayenin maliyeti tekrar yükselir. Böylece üretilen malın fiyatı artar. Yani enflasyon büyür. Enflasyon büyüyünce faiz tekrar büyür.
Kısır döngü içinde ekonomi sürüklenir, gider.
Fon pazarında rakip çok olursa faizler düşer. Bu senaryonun tam tersi yaşanır. Ilımlı bir enflasyon ve ılımlı bir faiz ortamı sağlanır. Stokçuluk biter.
Gayrisafi yurtiçi hâsıla sıralamasının bırakın ilk 17’sini ilk 50’sinde dahi Türkiye kadar az bankalı bir ekonomi yoktur. Bizim çok bankalı tecrübemiz sorunludur. Fakat kötü örnek olarak alınamaz. Bu Türkiye artık o Türkiye değildir.
Bugün Türkiye’de 200 banka olsa piyasada faiz oranları bugünkünün yarısından daha az olurdu. Firmalar batırılmazdı. Uzman bankalar, sektörlerine ve bölgelerine göre kendilerinin değil müşterilerinin ihtiyaçlarına çözüm üretirlerdi. Üstelik finansal imkânlar genişleyeceğinden hiçbir firma elindeki işletme sermayesini bağlamak durumunda kalmazdı.
Hem bireyler genişleyen finansal imkânlarıyla tasarruflarını tüketime yönlendirmezdi. Finansal okuryazarlıklarını artırmak durumunda kalıp sermaye piyasalarını geliştirirlerdi. Ekonominin büyümesi için ihtiyaç duyulan kaynaklar böylece kullanıma açılırdı.
Şimdi banka sayısını kademeli şekilde artıramazsak bir gün gelecek birden bire artırmak zorunda kalacağız. O zaman da ufak çaplı başarısızlıklarla yüzleşme riski bulunur. Sağlıklı bir finansal yapı oluşturmak için bankacılık sektörüne ve özellikle katılım bankacılığına yapılacak yatırımlar teşvik edilmelidir.