Gündemin sürekli olarak değiştiği ve köşe yazarlarının gündemiyle, toplumun gündeminin çok farklı olduğu bir medya düzeninde ne yazarsan yaz, suya yazı yazmaktan öteye geçmeyecektir.
Geçtiğimiz günlerde, Habertürk yazarı Serdar Turgut ilginç bir yazı kaleme aldı.
Turgut, ilerleyen zamanlarda medya içi çatışmaların yeni kurulan partilerle birlikte artacağını, herkesin nasıl bir ülkede yaşaması gerektiğine dair fikirlerini net bir şekilde ortaya koymasının sağlıklı olacağını ifade etti.
Serdar Turgut’un yaşı benden “genç” olduğu için daha iyi bilir ki bu tartışmalar yakın basın tarihimizde sıkça yapılmış, o günden bugüne de hepsi unutulmuş, tarihin tozlu raflarındaki gazete köşelerinde saklanmakta.
O nedenle demode olmuş ve aslında pek de yarar sağlamayan bu tartışmaları eski tartışmalardan ayırmak, hatta üzerine daha fazla bir önem atfetmek sükût-u hayalle sonuçlanabilecek bir süreç.
Gündemin sürekli olarak değiştiği ve köşe yazarlarının gündemiyle, toplumun gündeminin çok farklı olduğu bir medya düzeninde ne yazarsan yaz, suya yazı yazmaktan öteye geçmeyecektir.
Bilmem, Amerika’dan öyle gözükmüyor herhalde?
***
Turgut’un, yeni partiler üzerinden medya içi çatışmanın alevleneceği iddiası muhtemelen Ahmet Davutoğlu ile Ali Babacan’ın yeni parti kurma çalışmalarıyla ilgili.
Eskinin AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu partisini kurdu, bu partinin medyada çatışmalar yaratacağını her bahse girerim Ahmet Davutoğlu bile düşünmüyordur.
Her daim kaybedenler kulübünün üyesi olmaya aday “eski yandaş gazetecilerin” kurucular kurulu üyesi olduğu partinin “geleceği” hakkında insan pek de umutlu olamıyor.
Farkındayım, Davutoğlu’nun elindeki malzeme de bu, gelgelelim yine bahse girerim ki onun da pek umurunda değil bu durum, çünkü kendisi de Cumhurbaşkanı olamayacağını biliyor, temel amacı seçimi ikinci tura bırakmak.
Bakmayın siz, “korku ortamı, baskı” gibi cümleler kurduğuna, Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı sürecinde kendisiyle ilgili yazı yazmak harbi cesaret işiydi.
2015 seçimlerinin ardından kendisini eleştiren biri olarak tarafıma gelen yoğun “baskıları” eminim Ahmet Davutoğlu benden daha iyi biliyordur, o nedenle yine uzuuunca olan 31 sayfalık konuşma metninde bolca “özgürlükten” dem vurmaya çınar yaprağı bile inanmaz.
Elbette “eleştirilemeyen her şeyde bir terslik vardır” düşüncesine olan inancımdan eleştirilerimi sakınmayarak devam ettim, Davutoğlu’nu o zaman eleştirmek meseleydi, bundan sonrası zaten onun için bedava reklam olacaktır.
Kaldı ki Davutoğlu Başbakanken bile, Turgut’un “çok kritik” dediği o çatışma süreci yaşanmadıysa, alacağı oy sayısı düğünüm olsa gelen davetli sayısı kadar olacak bir parti için şimdi hiç yaşanmaz.
***
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “her şeyi bırakıp gazetecilik yapmak istiyorum” derken ne de haklı.
Davutoğlu zamanında gazetecilik hisleriyle yapılan eleştiriler bile yoğun linçle karşılanırken, bugün mesela devletin bir festivali gelenekleri neden göstererek yasaklamasını rahatlıkla eleştirebiliyoruz, yoksa Ahmet Bey’in “özgürlük” anlayışından ne farkımız kalırdı?
Sahi o değil de hala daha kendinin olmayan bir üniversite mülkünü ipotek göstererek Halkbank’tan çekilen krediler niye ödenmedi?
Yoksa “diplomalı” olanlar kredi borcunu ödemekten muaf mı?