Elif Şafak New York'taki TED Talks konuşmasında bugüne kadar "korkudan" ifade edemediği bir gerçeği açıklayarak biseksüel olduğunu söyledi.
Elif Şafak New York’taki TED Talks konuşmasında bugüne kadar “korkudan” ifade edemediği bir gerçeği açıklayarak biseksüel olduğunu söyledi. Doğrusu amacı kendisini tekrardan gündeme sokarak konuşturmaktı ve amacına da ulaştı. Günlerdir sosyal medyada, gazetelerde, televizyonlarda herkes Elif Şafak’ı konuşuyor. Konuşmaların iyi ya da kötü olması da fark etmiyor zaten. Elif Şafak öyle ya da böyle konuşulmayı amaçlıyordu ve amacına da ulaştı.
Peki meselenin aslı ne? Gerçekten korku, alay, nefret ve damgalama mı? Açıkçası uzaktan yakından alakası yok. Elif Şafak her zaman iyi bir trendstalker oldu ve bunu her daim kullandı. Tasavvufun konuşulduğu zamanlarda “Aşk” kitabını yazdı, Ermeni meseleleri gündemdeyken “Baba ve Piç” kitabını kaleme aldı, şimdi de dünya üzerinde cinsel kimlik tartışmaları yaşanırken bu trendi iyi kovaladı ve “biseksüel” olduğunu açıkladı. Dolayısıyla konunun bir cinsel kimlik üzerinden tartışılması saçma ama Elif Şafak’ın tartıştırmak istediği de trend üzerinden öyle ya da böyle var olma mücadelesi. Bu madalyonun bir tarafı. Bir de diğer tarafı var. O daha demode bir taraf.
Elif Şafak sadece yakın zaman önce değil, uzunca bir süredir Türkiye’yi yurtdışından karalamaya çalışıyor. Dünya üzerindeki ve Türkiye’deki trendleri iyi takip eden Elif Şafak kendisine yapılan her türlü eleştiriyi de kullanışlı bir şekilde servis etmeyi başarıyor. Şimdi de yapmak istediği Batı’ya “ben artık sizdenim, beni kabul edin, benim Türkiye’yle hiçbir bağım yok” demek. Bu çok net bir gerçek. Bunu kendisi açısından da bir “Batı’ya giriş vizesi” olarak okumak mümkün.
O nedenle konunun ne biseksüellikle ne de genel olarak eşcinsellerle ilgisi var. Dünya üzerinde domates trend olsaydı Elif Şafak bunu da kendisi üzerinden bir malzeme haline getirecekti! Olay bu kadar basit. Her ne kadar alay, nefret ve damgalanmaktan korktuğunu belirtse de bunun bir geçerlilik payı yok. LGBT hareketinden bahsederken Şafak da çok iyi biliyor ki Türkiye’de “Pride” yürüyüşleri kitlesel olarak ilk AK Parti zamanında yapıldı. Azınlık hakları cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez AK Parti döneminde bu kadar yoğun bir şekilde verildi. Kürtler Türklerle eşitlendi, terör örgütleriyle sahici bir mücadele yine ilk kez AK Parti zamanında oldu. Türkiye’de cinsel kimliğini açıkladı diye bugüne dek kimse dışlanmadı. Zeki Müren bu ülkenin hangi düşünceden olursa olsun herkes tarafından kabul görülen bir “Sanat Güneşi”, Bülent Ersoy bu ülkenin “Diva’sı”. Hatta Bülent Ersoy “diktatör” denilen Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarının müdavimi. Dolayısıyla Türkiye’de eşcinsel olduğunu açıklayınca ne korku duyulabilir ne de alay konusu olunabilir. Rüzgâr Erkoçlar’ın cinsiyet değişiminden sonra bir kadınla hayatını birleştirdiğini de buna ekleyebiliriz.
Türkiye’yi Batı’nın gözünde “otokrat” bir devlet olarak gösterme anlayışı dört koldan sürüyor. Dışardan bakanlar bu “Türk” görünümlü kişilerin laflarına inanarak Türkiye’de bir “diktatörlük” olduğunu düşünüyorlar. Elif Şafak’ın yapmak istediği de bu aslında. Can Dündar’ın yapmak istediği de öyle. Artık iyiden iyiye bu kervana katılan Orhan Pamuk da öyle. Türkiye’de insanlar çoğulculuğu demokrasiyle özümseyerek senelerdir yaşıyorlar ve yaşamaya da devam edecekler. Bozmak istedikleri ahenk uyumu da bu değil mi zaten? Cinsel kimliklerin mücadelesinden bahsedip de erkekler için kitabını gri kapak, kadınlar için pembe kapak çıkararak cinsiyetçiliğin dibine vuran bir kadının cinsel yönelimi kimin umurunda yoksa!
“Stratejik Derinlik” sayesinde “Stratejik Çöküş’e” sürüklenirken…
AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu Kerkük için 10 maddelik çözüm önerisinde bulunmuş. Maddelerin hepsini kıymetli zamanımı ayırıp okudum. Ve mümkünse önerilerini kendisine saklamasını diliyorum.
Türkiye, Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda son derece kararlı bir tavır sergilerken Kuzey Irak’ın “bağımsızlığının” müzakere edilmesi gibi bir öneri sunan Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı hem parti politikalarına ters hem de devlet politikalarına. Özellikle içinden geçtiğimiz şu kritik zamanlarda bu tarz çıkışların kimseye bir faydası olmayacağı açık. “Stratejik Derinlik” sayesinde Türkiye Suriye’de çok zaman kaybetti. O nedenle ikide bir böyle tuhaf açıklamalarla kamuoyunun önüne çıkıp kendisini hatırlatmasına gerek yok. Onu “Stratejik Çöküş’ten” pardon “Stratejik Derinlik’ten” hatırlıyoruz zaten.
Gözler Kerkük’e çevrilmişken Rakka’yı unutmayalım!
Evet Kuzey Irak’ı konuşurken Suriye’yi unutmamak lazım. Özellikle Rakka üzerinde oynanan oyun her şeyi birebir açıklıyor. DEAŞ güvenli bir şekilde Rakka’dan tahliye edilirken, PKK/YPG güçleri Rakka’yı ele geçiriyor.
Aslında hep söylüyorduk… Güneyimizde oluşturulmak istenen “terör koridorunu” PYD kurmuyordu, DEAŞ kuruyordu. DEAŞ’ın boşalttığı yerlere PKK/YPG güçleri geçiyordu. Şimdi aynı senaryo Rakka’da oynanıyor. 6 Haziran’da başlayan bu operasyon sonrasında DEAŞ’ın neden laboratuvar ortamında üretildiğini bir kez daha anladık! Bu çok kullanışlı terör örgütü şu sıralar her ne kadar dengelerin bir günde değiştiği dünya gündeminde olmasa da durum ortada.