Son bir hafta içerisinde iki büyük beklenmedik şok yaşadık: İlki İran'dan kaynaklanan doğal gaz sıkıntısı, ikincisi de İstanbul ve çevresini kaplayan yoğun kar yağışları.

Son bir hafta içerisinde iki büyük beklenmedik şok yaşadık: İlki İran’dan kaynaklanan doğal gaz sıkıntısı, ikincisi de İstanbul ve çevresini kaplayan yoğun kar yağışları. Doğal gaz sıkıntısı kısa ve (belki) orta vadede sanayi üretimimizi olumsuz şekilde etkileyecekken kar yağışları toplumsal refahımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Uzun vadede ise doğal gaz krizi eğer devam ederse bu kar – kış – kıyamette konutlarımızın ısıtılması bile zorluklarla karşılaşacaktır. Doğal gaz meselesi de kar yağışlarından kaynaklanan problemler de aslında ekonomimizin ve devlet yönetiminin içinde bulunduğu iletişim aksaklıklarının, örgütlenme yetersizliğinin ve plansızlığın sonucudur. Şu anda bizim için bu kara kışta kar fırtınasının dinmesi ve İran’la doğal krizinin çözülmesi yönünde Allah’a dua etmekten başka çaremiz kalmamıştır.

Yukarıda bahsettiğim sorunlar aslında bir bütün olarak “sürdürülebilirlik problemi (İng. sustainability problem)” olarak tanımlanabilir. İktisat biliminde sürdürülebilirlik problemi “sürdürülebilir kalkınma” kavramı etrafında, ağırlıklı olarak yaşanabilir bir çevre ile sürekli büyümek zorunda olan kapitalist ekonominin uzun dönem çelişkilerini tanımlamak ve bunlara çözüm üretmek için kullanılır. Ancak daha genel ifadeyle sürdürülebilirlik bütün toplumsal ilişki ağları için de geçerli olması gereken bir özelliktir: Firmaların ve ailelerin üretim ve tüketiminin uzun dönemde sürdürülebilir olması, devletin idare sisteminin uzun yıllar çok fazla değişmeden sürdürülebilir olması, toplumsal huzurun ve birlikte yaşama duygusunun sürdürülebilir olması ve benzeri özellikler. Bu bağlamda sürdürülebilirlik, hayatımızın içinde bulunduğu bütün ilişki ağlarının geçici kural ve normlar etrafında değil ama kalıcı kural ve normlar etrafında örgütlenmesi ve bütün iktisadi, idari ve toplumsal ilişkilerin bir devamlılık içermesi anlamına gelir.

Bugünkü yazımda genel olarak sürdürülebilirlik kavramını tanıtmaya çalışacağım. Bugün tanımları örneklerle açıkladıktan sonra, bir sonraki yazımda ise sürdürebilirliğin sağlanması için on yıl önce fikir aşamasında beliren bugün ise hızla bütün ekonomilere ve şirketlere yayılan yeni kurallar bütününden bahsedeceğim.

SÜRDÜREBİLİRLİK NEDİR?

Sürdürülebilirlik küresel kamuoyunda geniş bir politika kavramıdır ve en azından üç temel sütûn üzerinde durur: Çevresel sürdürülebilirlik, iktisadi sürdürülebilirlik ve toplumsal sürdürülebilirlik. Orijinali İngilizce “sustainability” olan sürdürülebilirlik kavramının semantik anlamı ele alınan olgu veya sürecin uzun bir müddet boyunca devam edebilmesi anlamına gelir. İktisatçılar açısından sürdürülebilirlik kavramı ile yakın irtibatlı olan “sürdürülebilir kalkınma” kavramı daha ön plana çıkmaktadır. Yine de her iki kavramın birbirinden farklı olduğunu söylemeliyiz. UNESCO’nun 3 Ağustos 2015 tarihinde yazılan Sürdürülebilir Kalkınma / Sustainable Development adlı raporunda iki kavram arasındaki fark şöyle vurgulanmıştır: “Sürdürülebilirlik uzun dönemli bir hedef olarak tanımlanırken, sürdürülebilir kalkınma bu hedefe ulaşmak için uygulanan süreçleri ve kat edilen yol haritalarını kastetmektedir.” Yine Birleşmiş Milletlerin 1987 tarihli Brundtland Raporu’na göre sürdürülebilir kalkınma “kendi ihtiyaçlarımızı gelecekteki kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetlerini azaltmadan karşılamak” olarak tanımlanmıştır.

Akademik ve popüler medyada sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma hakkında git gide artan bir ilgi oluşmaktadır. Yine de sürdürülebilirlik kavramını değerlendirirken ele alınması gereken birçok farlı madde bulunmaktadır. 2000’lerden beri üzerinde en fazla durulan konular iklim değişimi, bio-çeşitlilikteki azalma, çevrenin bozulması, nitrojen ve fosfor salınımı, başta plastik kirliliği olmak üzere çevre kirliliği.

Sürdürülebilirlik kavramı aynı zamanda kapitalist ekonomilere ve tüketim toplumlarına ideolojik bir muhalefeti de içermektedir. Blühdorn’un 2017 yılında yazdığı “Kapitalizm sonrası, Büyüme Sonrası ve Tüketimcilik Sonrası? Sürdürülebilirlik Doğrultusunda İktisadi ve Siyasi Umutlar " adlı makalede tüketim toplumlarının çevresel ve toplumsal anlamda kendi kendini imha eden bir özelliğe sahip oldukları vurgulanmıştı. (Blühdorn (2017). "Post-capitalism, post-growth, post-consumerism? Eco-political hopes beyond sustainability". Global Discourse. 7 (1): 42–61. doi:10.1080/23269995.2017.1300415. ISSN 2043-7897) Bu makalede günümüz tüketim toplumları ele alınmış olsa da kapitalizmin (hem tüketim hem de üretim süreçleri açısından) bir bütün olarak sürdürülebilirliği çok daha eski ve temel bir tartışmadır. Tartışmanın merkezinde şu soru yer alır: “Kapitalist sistem devletin hiçbir müdahalesi olmadan kendiliğinden istikrarlı ve öngörülebilir bir büyüme sürecine sahip midir?” Bu soruyu en başta Marksistler olmak üzere bütün Heterodoks iktisatçılar olumsuz şekilde cevaplar. Egemen iktisat okulları ise olumlu cevap verirler. Dolayısıyla çevreyi, toplumsal faktörleri ve idari problemleri dikkate almasak bile kapitalist üretim biçiminin kendisinin sürdürülebilir olup olmadığı yolunda çok temel kuşkular da bulunmaktadır.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN ÜÇ SÜTÛNU

Yukarıda da belirttiğim gibi sürdürülebilirlik kavramı üç sütûn üstünde yükselir: Çevresel sürdürülebilirlik, iktisadi sürdürülebilirlik ve toplumsal sürdürülebilirlik. Bu üç sütun sürdürülebilirlik kavramının uluslararası camiada genel kabul görmüş boyutlarını tanımlar. Ancak benim şahsi kanaatim bunlara bir de idâri sürdürülebilirlik kavramının da dâhil edilmesi gerekir. İsterseniz bunları kısaca tanımlayalım…

Çevresel sürdürülebilirlik, insan toplumları daha kalabalıklaşır, daha sanayileşir ve daha fazla tüketirken bu büyümenin insanın yaşaması için gerekli olan doğanın da tahrip edilmeden yapılması anlamına gelir.

İktisadi sürdürülebilirlik, bir ekonominin uzun dönemde gelir ve servet dağılımında bozulmaya yol açmadan istikrarlı ve düzenli büyümesi anlamına gelir.

Toplumsal sürdürülebilirlik ise, bir toplumun geçmişten gelen değer, kural ve normlarını değişen şartlara uyumlu olarak geliştirmesi, toplumun iç barışı ve birlikte yaşama arzusunu uzun vadede koruyup güçlendirebilmesi ve bunu yaparken her türlü ayrımcılık ve dışlayıcılıktan uzak durması anlamına gelir.

Benim katkım olarak da, idari sürdürülebilirliği şöyle tanımlayalım: bir kurum, firma veya devletin kalıcı temel ilkeler etrafında sağlam aynı zamanda şartlara uyum sağlayacak şekilde geliştirilebilecek bir idari sisteme sahip olması.

Genel kabul gören yaklaşıma göre, sürdürülebilirliğin bu üç sütunu karşılıklı etkileşim içindedirler. Yani “sürdürülebilir bir çevre için sürdürülebilir bir ekonomi ve sürdürülebilir bir toplum gerekir”. Ya da, “sürdürülebilir bir ekonomi için sürdürülebilir bir çevre ve sürdürülebilir bir toplum gerekir”. Nihayet “sürdürülebilir bir toplum için de sürdürülebilir bir çevre ve sürdürülebilir bir ekonomi gerekir”.

Birleşmiş Milletlerin 1987 tarihli Brundtland Raporu’nda bu anlamda toplumsal ve iktisadi kalkınmanın çevreden ve doğal kaynaklardan ayrılmayacağı kabul edilmiştir. Buna ek olarak Birleşmiş Milletler’in 1992 ylında Brezilya’nın Rio de Janerio şehrinde düzenlediği Çevre ve Kalkınma Konferansının Ajanda 21 adıyla yayınlanmış raporundan alıntı yapalım: “Ülkeler iktisadi, toplumsal ve çevresel boyutlardaki değişimi ölçecek göstergeler geliştirerek sürdürülebilir kalkınma hedefi doğrultusunda ilerlemeyi izleme ve değerlendirme sistemleri oluşturmalıdır.” ("Agenda 21" United Nations Conference on Environment & Development, Rio de Janeiro, Brazil, 3 to 14 June 1992.) Yine Birleşmiş Milletlerin 2015 yılında yayınlanana ve 2030 yılına dair sürdürülebilir kalkınma hedeflerini belirleyen 2030 Ajandasında 17 temel Sürdürülebilir Kalkınma Amacı belirlenmiş ve bu 17 amaca ulaşabilmek için de 169 hedef belirlenmiştir. Bu hedefler belirlenirken özellikle sürdürülebilirliğin üç sütunu arasında etkileşim ve denge gözetilmiştir. (United Nations (2015) Resolution Adopted by the General Assembly on 25 September 2015, “Transforming Our World: The 2030 Agenda for Sustainable Development) 2030 Ajandasında sürdürülebilirliğin üç sütûnu daha genel bir şekilde “insanlar, gezegen ve refah” olarak tanımlanmış ve bunlara iki yeni kavram da eklenmiş: barış ve ortaklık. Yani 2030 için konulan hedef “insanların her türlü hakkının korunmaya alındığı, gezegenin doğal yaşamının güvence altında olduğu, küresel barışın sağlandığı ve küresel ortaklıkla daha yüksek bir refaha ulaşıldığı bir dünya” olarak belirlenmiştir.

Pazartesi devam etmek üzere…

Hayırlı Cumalar.