Çocukken dünyayı bir oyun yeri zannederdik. Çocukluğumuz savaşın olduğu yerlere denk gelseydi yine böyle düşünür müydük?

Çocukken dünyayı bir oyun yeri zannederdik. Çocukluğumuz savaşın olduğu yerlere denk gelseydi yine böyle düşünür müydük? Parkta çocuklarla bitimsiz bir eğlencenin içindeyken başımızdan bombalar yağsaydı, nasıl hissederdik? Şanslıyız diyebiliyor muyuz? Gençlik yıllarında ise dünyayı kurtaracağımıza inanırdık. Ben mesela adaletsiz bir dünyada yaşanmayacağına inanmıştım ve adalet bakanı olacaktım. Daha sonraları, orta yaşlarımıza doğru ise haksızlıklar, yanlışlıklar ve türlü eşitsizlikler bizleri öfkelendirdi. Çabaladıkça, düzeltmeye çalıştıkça hep bir şeyler yarım kaldı. Olmuyor diye umutsuzluğa da kapıldığımız ve artık boşverdiğimiz zamanlar oldu. Oysa bugün anlıyoruz ki aslında bizim adaletsizlik düzensizlik dediğimiz türlü yanlışlıklar hayatın ta kendisiymiş. Hayatın kendi dengesiymiş tüm bu olan biten.

Sen Kendini Düzelt

Dünyayı düzeltmenin mümkün olmadığını ve bir şeylerin düzelmesini istiyorsak buna öncelikle kendimizden başlamamız gerektiğini öğrendik. Çünkü dışarıyı da etkileyen bizim kendi içimizdeki kurulu düzendir. Hiçbir şey güllük gülistanlık değildir. Mutlak doğru ve mutlak yanlış da yoktur. Dışarıda olan bitenler bizden ayrı gayrı şeyler değildir. Kendi kapısının önünü süpürmeyenler dünyayı düzeltebilir mi? Zaten dünya düzgün bir yer olsaydı, insanın bu dünyaya sınav için geldiğinden bahsedemezdik. Abes ve çirkin olan her türlü can sıkıcı şeyle mücadele ederken bir karşılığı kendimizde de var mı diye bakıp, muhasebeye girebiliyor muyuz? Bunu yapabiliyorsak dünyanın bir ucundan düzeltmeye başladık demektir.

Yaralı Dünya

Dünya tarihi savaşlarda dolu. İlk insan, ilk peygamber Hazreti Adem’in çocukları Habil ile Kabil’in kavgasından bu yana insanlık tarihi kanla, barutla, yazıldı diyebiliriz. Atom bombaları, toplar, tüfekler, füzeler ve roketler nice canları yaktı. Nice insanlık yok edildi cinayetler işlendi. Kutsal değerler yok edildi. Ey insanlık! Ey muasır medeniyetler. Ey Batı hayranlığı ve Batılı uşaklar! Bedelini çocuklarınızın ödeyeceği insanlık suçu işlemekten vazgeçin. Bu yol yol değil. Sevginin, şefkatin, merhametin izinden gidin, vicdanınızı işitin. İnsanlık birbirine sahip çıksın.

"Savaşa girdi kalbim; bin yara aldı beni. Ne kadar acı varsa, aradı buldu beni" diyor şair Osman Sarı. Selam olsun kavi imanı, vicdanı ve iradesi olanlara...

NASİPSİZLİK

Okumuşun cehaleti de çok çirkin oluyor. Koskoca profesör çiçeği burnunda üniversiteli gençlere güya tarih dersi verecek. Osmanlı’da bir tane bilim adamı sayamazsınız diyor. ‘Sayın bakalım’ diye de ısrar ediyor. İnternete girip baksanız en uyduruk portalda dahi en az 10 adet Osmanlı dönemi ilim adamı ismi bulursunuz. Bulunduğum yer aile ortamı olmasaydı, pek ala cevap verirdim ama öte yandan da elinde kadeh tutan, uyuşmuş bir beyinle neyi tartışacağız, öyle değil mi? İki gün sonra 12 Mart İstiklâl Marşımızın kabulü. Bizim görüşleri ve anlayışları berrak, aynı zamanda fikirleri tartacak, doğru düşünme mantığına hâkim nesillere ihtiyacımız var. Bu gençleri de yetiştirecek aklı başında kendinin farkında öğretmenler yetiştirebilmeliyiz. Batının ajanı gibi konuşan ve küçük şeylere tevessül edebilecek kadar alçak olanlar bizden olamazlar. Gençlere sözüm ona özgürlük adı altında alkolü ve benzeri süfli hayatları özendirecek tavırlarla bir hayat tarzı öneren kişi sadece zavallıdır. Böylelerin bilim diye peşinden gittiği şey de ancak gördüğü halüsinasyondur. İstiklali işine geldiği gibi anlayan ve feraset ile bakamayan insanlardan Allah başta çocuklarımızı ve bizleri korusun. Bu vesile ile İstiklal Marşımızın tekrar okunup anlaşılması gerekiyor. Allah ‘tekrar bu millete İstiklal Marşı yazdırtacak kadar nasipsiz’ insanlardan korusun.

BOŞ SANDALYE

Dolduramadığım bir yerin var. Gittiğinden beri buz gibi odan, bomboş sandalyen. Hayal gibi her şey, buradasın sanki ama biliyorum yoksun. Ne zaman kapından içeri göz atsam, içimi buruk bir his kaplar. Öyle estin, geçtin işte. Seneler birbirini kovalamış da, ben ne yelkovana ne akrebe söz geçirebilmişim. Şimdi neyi beklemedeyim; bilmiyorum. Senin fark etmeni, belki, geri dönüp bana sımsıkı sarılmanı. Tıpkı bebekliğindeki gibi yumuk ellerini yanaklarıma götürmeni, gözlerindeki mavi ışıltıyla bakmanı. Baksana buraya zaman satıcısı! Pencereyi aralamıştım, sen mi geldin? Rüzgâra karşılık zamanı geri verir misin? O zaman için, ödenecek bir bedel var mı? Zaman satıcısı! Olamayacağını bile bile, geçmiş için vaktimizi heder ederken, bugün oturduğumuz sandalyenin hakkını verebilmeyi ne çok isterdik hepimiz. İnsanlık bir ömür boyu, o boş sandalyeye bakıp, ey geçmişim diye hayıflandı hep. Oysa gözlerimizin birbirine değdiği her an, zamanın en şanlı en kutlu zaferiydi, biz kaçırdık. Masana dayanak sandalyen, bir de duvardaki saat; tik tak. Umuda yolculuğun ilk seferinde, senden ne haber? Boş sandalyen, hala boş. Onunla ben de bomboş. Bir umudum var bomboş sandalyende oturan. Geçmiş ile bugünü bağlayan ipince düşünce. Baksana zaman satıcısı! Sende yok ama bendeki umuda inat, sana söz yolları hep açık tutacağım. Sen de hep bileceksin ki; bana ait o sandalyem, orada beni hep beklemekte.

ÇOCUKLAR VE KÜTÜPHANELER: UMUT İLLE DE UMUT

DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT

Bir alışkanlığın yaşam boyu sürmesi için, çocukluk çağından itibaren edinilmesi gerektiğini artık herkes biliyor. Okumak, araştırmak, öğrenmek, merak etmek, soru sormak, eleştirel düşünmek çocukluk çağından itibaren edinildiğinde ve engellenmediğinde insanı yaşam boyu öğrenme yolunda destekleyecek en önemli alışkanlıklardan sayılıyor. Bunun için çocukları ve kitapları bir araya getiren en güzel kurumlar kütüphaneler değil midir?

İster halk kütüphanelerinin çocuk bölümlerinde ister müstakil bir binası olan çocuk kütüphanelerinde, ister bebek kütüphanelerinde hatta oyuncak kütüphanelerinde çocukların cıvıl cıvıl hem oynayıp hem kitaplarla tanıştığı bir ortam kimi yaşam sevincine boğmaz ki? Bol ve çeşitli kitapların rengârenk sıralandığı rafların, güler yüzlü kütüphanecilerin ve gerçekten hem öğretici hem eğlendirici etkinliklerin olduğu bu güzel mekânlar çevremizde oldukça, çocuklarımızın geleceğine dair umudumuz artmaz mı?

Ya okul kütüphanelerine ne demeli? Bir çocuk, on sekiz yaşına gelene dek yetişkin sayılmadığına göre, çocuklara ve gençlere dönük olan bir başka kütüphane türü de okul kütüphaneleri değil midir? Daha önce sorduğumuz soruyu, bugün Millî Eğitim Bakanlığımızın “Kütüphanesiz Okul Kalmayacak” projesi sonuçlanmışken bir kez daha soralım: Çocuğumuzun okulunda yeterli bir kütüphane ve içinde meslekî eğitim almış bir kütüphaneci var mı? Çok iyi niyetlerle çalışılan bu proje kapsamında çok güzel işler yapıldığına da şahit olduk, eksik kalan yönleri de gördük. Yapıcı bir bakış açısıyla bu projenin eksik yanlarını tamamlamak, en önemlisi hiç değilse bölgesel bazda okul kütüphanelerine kütüphaneci atanmasına da şahit olmak isteriz. İşte o zaman özel okulların çoğundaki okul kütüphanesi anlayışı kamu okullarına da yansıyacak ve eğitim daha da güçlenecektir. Çocuklar ve kütüphaneler okul ortamında gerçek anlamda bir araya gelecektir.

Annelerin okuma ve araştırma alışkanlığı için rol model olması artık günümüzde tek başına yeterli olmuyor. Gelişen dünyayı takip eden kişiler olmak tüm aile bireyleri için çok önemli. Sadece annelerin değil, babaların ve tüm aile bireylerinin okumada, araştırmada rol model olması büyük önem taşıyor. Eskiden evinin salonunda kitap okuyan bir büyüğünü gören çocuk, bugün elinde telefonu ya da bilgisayarı ile okuyan ve araştıran aile bireylerini gördüğünde onu model olarak alabiliyor. Tam tersi de ne yazık ki doğru. Elinde telefonu oyun oynayan ve sadece sosyal medyada kopyala-yapıştır usulü bilgiyi anlamadan aktaran büyüklerini görenler de bilginin etik kullanımından habersiz, onu örnek alıyorlar. Kütüphanenin kapısından girmeye çekinen bir nesil, kendi çocuklarını belki de bilmeden kütüphaneden uzak tutuyor.

Her yıl Kütüphane Haftası yaklaşırken biz kütüphaneciler yapılacak etkinlikleri heyecanla listelemeye başlarız. Özellikle çocukları kütüphanelere çekmek için ne gibi oyunlar, masallar, atölyeler planlayalım diye düşünürüz. Pandemi nedeniyle hakkıyla kutlayamadığımız iki kütüphane haftasının ardından bu yıl, sonunda gerçekten güzel bir kutlama yapacağımızı düşünürken dünyanın bir bölgesinde savaşın acı yüzünü bir kez daha gördük. İnsanlığa salgının, savaşın, ölümün öğretemediği sevgi, saygı, dostluk, barış, şükür kavramlarını kütüphaneler yoluyla nasıl tekrar gündeme alacağımızı düşünürken ortaya çıkan tablo hepimizi çok üzdü. İnsanlık hastalıklardan, savaştan hiçbir şey öğrenmemiş gibi kendini yine sıkıntının içinde buldu. Ve biz tüm bunların içinde yine de umutla çocuğu ve kütüphaneyi bir araya getirmenin yollarını düşünmeye devam ettik.

Bu dünya çok savaş gördü, çok yıkım gördü. Milletlerin hafızasını silmek isteyenlerin önce kütüphaneleri ve arşivleri bombaladığını gördü. Günümüzde her belge, her kitap, her fotoğraf karesi artık ortak bir kültürel birliğin parçası. Çocuklarımıza, torunlarımıza hatta birkaç nesil sonraya, doğru bilgiler ulaştırmak istiyorsak insanlığın ortak mirası olan kütüphaneleri ve arşivleri yok etmememiz gerekir. Ama bu savaşın da acı sonuçları olacak ve can kayıplarının üzüntüsü yanında yok edilen kütüphane haberlerini okuyacağız içimiz insanlık adına yanarak... Böyle bir dönemde çocuk ve kütüphane kavramlarını yine de umutla düşünmek çok mu hayalperestlik olur? Yakın zamanda mülteci çocuklarına kucak açan illerimizde çocuk kütüphanelerimizin yaptıkları etkinlikler, kitaplarını ona göre seçmeleri çocuk ve kütüphane konusu için yapılmış az şey midir? Bir yanda yakan ve yıkan bir anlayış dünya barışını tehdit ederken bir yandan gelecek için umutla çocuklarımızı en güzel şekilde yetiştirmeyi düşünmek…

Barış, bir alışkanlık olarak edinilmesi için okuma ve araştırma gibi çocuk yaştan itibaren değerinin anlatılması ve anlaşılması gereken bir kavram değil midir? Çocukları ve kütüphaneleri bir arada düşünürken onların barış içinde sağlıkla yaşamalarını düşlemek bir hayal midir? Biz umut ille de umut diyerek bilginin, kitapların, inancın getireceği barışı düşlemeye devam ediyoruz.

GENÇ KIZ KALBİ

Gençliğe adım atacak ergenlik çağında kızınız varsa onu doğru yönetmek çok önemlidir. Genelde çok agresif ve tepkisel davranıyorlar. Sanki bir şeylere tepki duyuyorlar, öfkeliler. Çocuğun halini anlamak çok da kolay olmuyor. Değişen bedeni, duyguları okuldaki baskı ve bunun gibi etkiler çocuğu huysuz yapıyor. En çok da okula gitmemek için bir sürü bahane buluyorlar. Ya bir gün önceden planlanmış hastalığı bir anda ortaya çıkıveriyor ya da başka türlü bahanelerle okula gitmemek için sorun çıkarabiliyor. Tüm bu süreci türlü türlü yönetebilirsiniz. Ya siz de sinirlenip çocuğa bağırır, canınızı sıkabilir ya da bir uzmandan danışmanlık alabilirsiniz. Fakat en önemlisi çocuğun kalbini kazanarak bu dönemi atlatmasını sağlamaktır. Hiç kolay değil biliyorum ama burada çok önemli anahtarlar var; sürekli onunla konuşmak (size kızıp bağırsa bile), dik durmak yani kararlı olduğunuzu hissettirmektir. Ve de en önemlisi kendinize zaman tanımanızdır. Bugünden yarına hemen bir şey olmuyor. Neticede bu bir insan ve kolay yetişmiyor.

ARTI EKSİ

Artı

Arabulucu

İki kişinin arasını bulmak veya topluluklarda çıkan çatışmalara arabuluculuk yapmak insanlığın selameti için hayırlı olandır. Arabulucu olan kişilerin karizmaları gereği doğru karar vereceğine inanılır. Henüz Hazreti Muhammed’in peygamberliğinin ilanından beş yıl önce, Hacerül Esved taşının kabileler arasında Kabe’ye yerleştirme konusunda çıkan ihtilafta arabulucu olması büyük bir felaketi önlemiştir. İşte bu düsturdan hareketle hangi topluluktan olursa olsun, barışı sağlamak için atılacak her türlü arabuluculuk savaştan daha evladır. Türkiye’nin güvenilir bir ülke olması Ukrayna ve Rusya’nın Türkiye’de müzakere masasında bir araya gelmesi konusunda uzlaşmaya varılmıştır. İnşallah sonuç barış ile taçlanır.

Eksi

Rus kültürüne saldırı

Ukrayna – Rusya savaşının başlamasıyla birlikte Avrupa kanadının Rus kültürüne karşı tuhaf yaptırımlarını da görüyoruz. Rus klasiklerinin okutulmasının yasaklanması, Rus sanatçılarının ambargo görmesi, Rus lokantalarına saldırı gibi kültüre ve Rus halkının kendisine doğrudan nefret uyandıracak şekilde kararların alınması doğru değildir. Farklı milletlerle evli Ruslar var. Mesela bizde Rus gelin çoktur. Bu savaşı doğrudan Rus halkına ödetmek doğru değildir. Barışın tesisi ancak ve ancak savaşı yöneten yöneticileri müzakere masasına çekmekle olmalıdır. Koskoca Avrupa’nın böyle bir gücü yok mu?

RIZIK AKILDIR

Artık marketler üzerinden bir operasyonun aylar evvelinden başladığı anlaşılıyor. KDV indirimi, cezalar ne yapılırsa yapılsın marketlerin aman demeyeceği kesin. Hafta sonu gittiğim bir markette insanları gözlemleme şansı buldum. İnsanların yüzünü, hareketlerini inceledim. Sanki yakında savaş Türkiye’ye sıçrayacakmış gibi telaşlı ve panik içindeydiler. Ne alırsam ne depolarsam kârdır güdüsüyle hareket ediyorlardı. Unutmayalım bu salgınının ilk aylarında da böyleydi. Bir TV kanalının yemeklik yağ bitiyor algısına nasıl da oldu kanabildi bunca insan akıl vermek mümkün değil. Gerçek de ortaya çıktı. Meğer yapılacak indirimden önce yağı stoklayanların amacı yağ yok deyip ucuzdan satmamak. O yüzden zaten ucuzluk öncesi yağın fiyatı ile şu an yağın arasında dağlar kadar fark var. Bu kadar abartmayalım. Marketlerde zeytin yağ reyonlarında şişe şişe zeytin yağlar duruyordu. Ayçiçekler bitmişti. Ayçiçek değil zeytin yağ kullanırız. Üstelik daha sağlıklı ve fiyatı da çok yerde aynı. Allah’ın nimeti ya da rızkı mideye inecek şeylerde değildir. Allah’ın rızkı akıldadır. O yüzden Allah’tan karnımızı doyuracak nimet değil aklımızı kullanacak feraset isteyelim ki halimiz böyle zelil olmasın. Akıl isteyelim ki algıya boşu boşuna kapılmayalım.