Bu yazının konusu olmamasına rağmen Ukrayna'nın doğu ve kuzey doğusunda yaşananlarla başlamamızın nedeni, hem bölgemizde yaşanmakta olan kırılganlıklara hem de benzer bir riskin bizim Doğu ve Güneydoğu bölgelerimiz için de ne denli geçerliliğini korumakta olduğuna dikkat çekmek istememizdir.
Tüm dünya, Rusya’nın Ukrayna’ya bağlı Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlıklarını tanıma kararıyla birlikte tırmanan gerilime kilitlenmiş durumda.
Doğal olarak Türkiye de öyle.
Bu krizin Rusya ile Ukrayna arasında hatta Batı ile Rusya arasında konvansiyonel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği, bunun ekonomik ve siyasal etkilerinin nerelere varacağı tartışıyor.
Yaşananlar, tüm dünyanın özellikle de içinde bulunduğumuz coğrafyanın ne denli kırılgan bir süreçten geçtiğini gösteriyor.
Bu yazının konusu olmamasına rağmen Ukrayna’nın doğu ve kuzey doğusunda yaşananlarla başlamamızın nedeni, hem bölgemizde yaşanmakta olan kırılganlıklara hem de benzer bir riskin bizim Doğu ve Güneydoğu bölgelerimiz için de ne denli geçerliliğini korumakta olduğuna dikkat çekmek istememizdir.
Ukrayna’da yaşananlar çok açık ve net bir şekilde göstermiştir ki, uluslararası hukuk, uluslararası sistem çoktan çökmüştür.
Kendi ülkenizi, toprak bütünlüğünüzü koruyacak gücünüz yoksa her an parçalanma riskiyle karşı karşıyasınız demektir.
Şimdi Ukrayna örneğinden ülkemizdeki duruma ışık tutmaya çalışalım.
Uluslararası medya çoğunlukla Donetsk ve Lugansk’ta Rusya’nın bağımsızlıklarını tanıma kararını kutlayanları “ayrılıkçı Rus güçleri” olarak tanımlıyor.
Türkiye karşıtı uluslararası medya organlarının da, bizdeki bölücü terör örgütü PKK’yı da “ayrılıkçı Kürt güçleri” olarak tanımladığını anımsatalım.
Hatta bizdeki bazı medya organlarının da aynı tanımı kullandığını not edelim.
Ukrayna’ya bağlı Donetsk ve Lugansk’taki durum ile Kuzey Suriye’de PKK/PYD’nin denetimindeki bölgeleri benzer göstermek yanlış olmaz.
Rusya her iki bölgenin bağımsızlığını tanıyarak bu bölgelerin Ukrayna’dan koparılmasının yolunu açtı.
PYD de ABD’den kendi denetimindeki bölgelerin statülerinin tanınmasını talep ediyor.
ABD zaten fiilen onlarla birlikte çalışıyor ve onlara her türlü desteği sunuyor.
Onların talep ettiği statülerinin resmi olarak tanınması.
ABD’nin, böyle bir adımı atması kimin için sürpriz olur ki?
Sadece koşulların uygun hale getirilmesi bekleniyor.
Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi zaten resmi olarak tanınıyor.
Kuzey Suriye’de üç karış toprağa resmi statü verilmesinin pek bir anlam ifade etmeyeceği biliniyor.
O nedenle bu bölge ile Kuzey Irak’ın birleştirilmesi planlanıyor ancak bunun için öncelikle IKBY ile PKK arasındaki anlaşmazlıkların sona erdirilmesi gerek.
Bunun için uzun süreden bu yana çalışıyorlar.
Son aylarda bu konuda kısmi ilerleme de sağladılar.
Ve bir sonraki adım Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunun buraya bağlanması.
Bugün Ukrayna’nın başına gelenlerin Türkiye için de hayata geçirilmesi.
Bu coğrafya üzerinde tahakküm oluşturan ve oluşturmaya çalışan küresel güçlerin yarım asırdan bu yana Türkiye için böyle bir senaryoyu hayata geçirmeye çalıştığı, özellikle de son 10 yıldan bu yana Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak yeniden güncelledikleri bu senaryo için daha aktif bir çaba içine girdikleri artık bölgeye dair azıcık bilgi sahibi olan herkesin malumu bir durum.
Türkiye’de özellikle muhalefet cephesindeki bazı kesimlerin kavrayamadıkları ya da görmezlikten gelmeye çalıştıkları HDP’nin bu senaryodaki rolü.
Gelinen aşamada, ülkenin menfaatleri, birlik ve bütünlüğünden çok ölesiye nefret ettikleri iktidardan kurtulmaya koşullandırılan başta ana muhalefet partisi olmak üzere Millet İttifakı’nı oluşturan ya da ya da bu cepheye müdahil olmaya çalışan partileri söz konusu tehlikeler konusunda uyarmaya çalışmanın anlamsız olduğu görülüyor.
Zira bunların büyük bölümü ya zaten bu senaryoları hazırlayan güçlerin güdümlerine girdikleri için ya da sözünü ettiğimiz koşullandırılma nedeniyle basiretlerinin tamamen bağlandığı anlaşılıyor.
Bu nedenle ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma sorumluluğu büyük ölçüde iktidar partisi AK Parti’nin omuzlarında kalıyor diye düşünüyorum.
Durum böyle olduğu için bu konudaki bazı tespit ve tavsiyelerimiz de AK Parti’ye yönelik.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki son yıllarda terörle mücadele konusunda atılan doğru adımlar ve güçlü operasyonlarla terör örgütünün tarihine en ağır darbelerinin indirilmesi ile ilgili başarının hakkını güvenlik güçleri ve devletin ilgili tüm birimleriyle birlikte hükümete teslim etmek gerek.
Lakin bunca başarıya rağmen terör tehdidinin ve de Ukrayna’nın başına gelenlere benzer risklerin Türkiye için tamamen ortadan kalkmadığını belirtelim.
Esasen Türkiye için en büyük tehdit doğrudan terör örgütünün varlığı değil.
Birkaç bin kişilik terörist unsurların dünyanın en güçlü ordularından biri olan TSK ile baş etmesi düşünülemez.
Ancak 60 milyon seçmeni bulunan bir ülkede terör örgütüne bağlı bir siyasi partinin yüzde 10’a tekabül eden yaklaşık 6 milyon civarında oy alması en büyük tehdittir.
Hele de söz konusu parti ülkeden koparılmaya çalışılan iki bölgede yarıya yakın oya sahipse bu tehdit çok daha ciddidir.
Ve de ülkenin ana muhalefet partisi başta olmak üzere Millet İttifakı’nı oluşturan ya da bu ittifak ile adları anılan partiler, terör örgütüne bağlı ve onun güdümünde hareket eden söz konusu partiye “meşru” diye tanımlıyorsa, bu parti ile önümüzdeki seçimler açısından ittifak yapmakta herhangi bir beis görmüyorlarsa bu tehdit aynı zamanda hem ciddi hem de yakın demektir.
Bu vesileyle, ülkenin birlik ve bütünlüğünün korunması sorumluluğu omuzlarında kalan AK Parti’nin bu tehdidi bertaraf etmesi şarttır.
Bir sonraki yazıda bu konuda neler yapılabileceğine dair öngörü ve değerlendirmelerimizi paylaşmaya çalışacağız.