13 Ağustos 2020 itibariyle piyasalarda dolar kuru 7.35 civarındadır.
Pazartesi günü aslında gayet sıkıcı bir yazı kaleme aldım. Bir memlekette döviz piyasasının temel bileşenlerini ele aldım. Bu Uluslararası İktisat dersinde verdiğimiz bilgilerin küçük bir özetiydi. Ama buradan yola çıkarak vurgulamak istediğim şey şuydu: Döviz kurları hem Merkez Bankası politikalarının, hem hükümetin dış ticaret ve maliye politikalarının, hem de dış dünya konjonktürünün sonunda belirlenir. Bu noktaya daha sonra geleceğim. Önce mevcut kur düzeyini yorumlayalım:
13 Ağustos 2020 itibariyle piyasalarda dolar kuru 7.35 civarındadır. 15 gün içinde 6.80’lerden kur düzeyi buralara sıçramıştır. Eylüle doğru böyle bir gelişme olabileceğini daha önce hem EkoTürk ekranlarında hem de burada belirtmiştim. İnsanlar aniden böyle bir sıçramayla karşılaşınca paniğe kapılma eğilimindedirler. Ancak ben çok daha farklı bir yandan olayı inceleyeceğim. Ocak 2019’da dolar kuru 5.80 civarındaydı. Ocak 2020 itibariyle seviye yine 5.80’di. Bütün bir 2019 yılı içinde ortalama yüzde 20 enflasyon var iken kurların bir kuruş bile değerlenmemesi normal kabul edilebilir mi? Hayır. O zaman ki hesaplarımızla 2019 yılında yüzde 24’le başlayan ve yüzde 14’lere inen faizi dikkate alırsak, üstüne ortalama yüzde 20 enflasyonu eklersek, bununla birlikte dört ay boyunca cari fazla verdiğimizi de dikkate alırsak kurun 2019 sonu 2020 başında 6.15 – 6.20 arasında gerçekleşmesi gerekiyordu. Ama ilk önce Merkez Bankası ve daha sonra Devlet Bankaları döviz satarak kuru baskılamaya çalıştılar. Faiz düşürme işlemi 2020 yılında da devam etti. Sekiz ay içinde faiz yüzde 14’ten yüzde 8.25’e düştü. Pandemi dolayısıyla ithalat azalırken ihracat daha da azaldı, şu anda 60 milyar dolarlık bir cari açık vardır. Üstüne Aralık 2020’ye kadar ödememiz gereken 150 milyar dolarlık dış borç ödemesi bulunmaktadır. Bunlar hep kurları hızla arttıracak etkilerdir. Ama uygulamada Merkez Bankası ve Devlet Bankaları döviz satarak kurları baskı altında tutmak istediler. Dolar kuru Ağustos ayına kadar, bütün bu baskılamaya rağmen 5.80’den 6.80’e çıktı. Bu arada ülkede döviz rezervleri de kar topu gibi eridi.
2020 yılı boyunca ABD enflasyonun yüzde 2, Türkiye enflasyonunu da yüzde 12 olarak alırsak, cari açık, dış borç ve faiz indirimlerini de dikkate alırsak sekizinci ayda piyasada denge kurunun 7.20 TL civarında olacağı kolayca hesaplanabilmektedir. İşte kurda gözlemlenen bu ani artış, aslında, Merkez Bankası ve Devlet Bankalarının kuru aşağı doğru baskılamasının etkisini yitirmesi ile birlikte kurun bir anda denge değerine yerleşmesi neticesinde olmuştur. Bu durum şuna benzer: Denizde bir topu suya bastırırsanız, bir müddet topu suyun altında tutabilirsiniz. Ancak elinizin en ufak bir kayması ile top elinizden kurtulur, ilk önce su seviyesinin üstüne çıkar sonra da su seviyesinde durur. Bu hesapla, kur, zorla su altında tutulan top misali yukarı fırlamış ve denge seviyesinin 15 kuruş üstünde bir düzeye gelmiştir. Aralık 2020 itibariyle yukarıdaki hesapla kurun 7.40 civarında olması gerekmektedir. Tabii ki, bu düşük faiz sistemi devam ederse… Başlıktaki soruya gelince; kimse heveslenmesin Dolar 10 TL olmaz.
Gelelim Hükümetin ne yaptığına… Döviz kurlarının oluşumunda, yukarıda da belirttiğim gibi, birden fazla değişken bu konuda âmildir. Yani kurların oluşumunu sadece bu etkenlerden birine bağlarsanız, yanlış analiz yöntemi kullanırsınız. Ancak bazı mevkutelerde iktisat yazıları yazan çok bilmişler gibi, Türkiye’de son dönemde gerçekleşen döviz kuru dalgalanmalarının sebebini dış dünya konjonktürüne bağlarsanız, hatta daha ileri giderek bu dalgalanmaları Batı dünyasının gizli saklı köşelerinde toplanan “Karanlık Konseylerin” bir komplosu olarak değerlendirirseniz, hükümetin ve dahi Merkez Bankası’nın bu artışı durdurmaya gücünün yetmediği, yani başarısız olduğu anlamına gelir. Eğer Karanlık Konseyler varsa ve bunlar bir emirle Türk piyasalarının altını üstüne getiriyorsa bu başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün hükümetin ve devletin ekonomiyi kontrol edemediği, hiçbir gücünün olmadığı anlamına gelir. Yani adamlar Hükümeti savunayım derken Hükümeti başarısız ve beceriksiz ilan ediyorlar. Bu bağlamda, örneğin bana soruyorlar: “Berat Albayrak başarılı mı?” diye… Başarının kriteri neyi hedeflediğinizdir. Sayın Albayrak “faizi düşürerek doları 1 TL enflasyonu da yüzde 0 düzeylerine indirmek” istiyorsa başarısızdır. Ben Sayın Bakanın böyle bir beyanını duymadım. Geldiği günden bu yana Sayın Bakan’ın temel politikaları aslında iç talebi toparlayarak istihdamı arttırmak amacını bizlere göstermekteydi. Dolayısıyla 2018-19 Krizi akabinde Pandemi Krizi’nin oluşturduğu olumsuz şartlar dikkate alınarak bu değerlendirmenin yapılması doğru olacaktır.
Çarşamba akşamı Sayın Bakan popüler kanallardan birinde, yine her dönemin popüler sunucularından birinin programına katıldı. Türk ekonomisinin sağlam olduğunu, krizlere dayanıklılığının arttığını, dövizin dalgalanabileceğini, bunun önemli olmadığını ve aynı zamanda yeni bir ekonomi rejimi altına girdiğimizi, enflasyonun da döviz artışlarından etkilenmeyeceğini söyledi. Elbette ki, profesyonellere değil de halka hitap edilen böyle programlarda halkın moralini yükseltmek, beklentilerini olumluya çevirmek amacı güdülür. Bu işin psikolojik kısmıdır, ancak bir de açıklamanın teknik bir yanı vardır. Bu teknik yan, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz konjonktürünün en az kırk yıllık yapısal problemlere dayanmasıdır. Bu ise iktisadi yapının değişmesi gerektiği anlamına gelir.
Sayın Albayrak’ın söylemleri içinde ciddiye alınması gereken önemli bir gerçek vardır: Türkiye birkaç yıldır, “yüksek faiz düşük kur” rejiminden “düşük faiz yüksek kur” rejimine geçmek istemektedir. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı’nın defaatle söylediğine müşahit olduk. Ancak uygulaması 2020 yılına nasip oldu. Hem de pandemi ortamında… Eski rejim yüksek faizle dünyadan fon toplayıp bunu vatandaşa ve yerli firmalara kredi olarak aktarmak, içeriye giren sıcak para sebebiyle düşük olan kur sebebiyle ithalatı arttırmak, dışarıdan alınan krediyle yine dışarının malını satın alıp tüketmek üzerine kurulu bir rejimdi. Bu rejimde üç-beş senelik sahte refah dönemlerinden sonra artan dış borcun etkisiyle patlayan iki-üç senelik kriz dönemleri gelmekteydi. Kısa ve orta dönemde durum bu iken, uzun dönemde hem iktisadi hem de siyasi anlamda dışa bağımlılık artıyordu. Eğer ben yanlış anlamadıysam, Sayın Bakan’ın “yeni bir ekonomik model” olarak bahsettiği şey ise “düşük faiz yüksek kur” rejimidir. Bu rejimin temel özelliği vatandaşa sahte bir refah yaşatmaktansa, yüksek kurlar ve hayat pahalılığı yoluyla vatandaşın satın alma gücünü düşürmek ve iç talebi kısmak, buna mukabil yüksek reel kurlar (Sayın Bakan’ın tabiriyle “rekâbetçi kur”) vasıtasıyla ihracata bir ivme kazandırmaktır. Ekonominin hızlı büyümesi, bu rejimde, ihracatın ne kadar hızlı artabileceğine bağlı olacaktır. Teorik olarak bu argümana katılabilirim. Ancak bugüne kadar Hükümet programlarında bahsedilmeyen bazı temel politika değişimlerinin olması durumunda bu politika değişikliği bir anlam içerecektir.
Bu tür bir politikanın getirileri eğer doğru ve planlı bir sanayi, eğitim, dış ticaret ve teknoloji politikalar bütünüyle desteklenirse Türkiye’nin uzun dönemde genel büyüme trendini arttıracak ve daha istikrarlı kılacak içeriğe sahiptir. Ancak bu politikanın maliyeti de vardır: Kısa dönemde (bir-iki yıl) genel ahalinin satın alma gücü düşecektir, herkesin daha düşük bir yaşam standardına alışması gerekir. Tabii ki politikanın başarılı olmasını belirleyen hükümet ve yurt dışı faktörler de vardır ki, başta dünyadaki salgın gelmektedir. Pandemi dolayısıyla dünya ticaret kanalları kapatılmış ve dış dünya geliri çok daralmıştır. Döviz kurunu arttırsanız bile ihracat performansımız beklenenin altında kalabilir. AB yüzde 12, ABD yüzde 32, Almanya yüzde 10 daralırken herhalde onlara satamadıklarımızı az gelişmiş Afrika ülkelerine, stratejik ortağımız Rusya’ya, yavru vatan Kıbrıs’a satacak değiliz, herhalde. Bu yüzden Hükümetin buradan kaynaklanacak kayıplara karşı da önlem alması gerekebilir. İhracat artmayınca, turistler gelmeyince, döviz artışı sadece döviz borçlusu firmaların iflasına yol açar. Bu durumda kamu kaynaklarıyla zorda kalan firmalara destek sağlayacak imkânların oluşturulması gerekir.
Bir sonraki yazı Sayın Babacan ve Sayın Davutoğlu’nun hükümete yönelik getirdiği eleştiriler üzerine olacaktır.
Hayırlı Cumalar.