Bugün bu savaşın gölgesinde Batı'dan, Doğu'dan, Ortadoğu, Afrika ve Balkanlardan çok sayıda kritik aktörün, en önemlisi de Ukrayna savaşının taraflarının ADF'ye katılımı Forumun yeni diplomasi arayışının ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.
Bu hafta diplomasi haftası oldu. Elbette bunda bu sene ikincisi düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu’nun (ADF) da etkisi var. ADF, yeni bir diplomasi arayışı ile ortaya çıktığında henüz Ukrayna-Rusya gerginliği sıcak bir savaşa dönüşmemişti. Bugün bu savaşın gölgesinde Batı’dan, Doğu’dan, Ortadoğu, Afrika ve Balkanlardan çok sayıda kritik aktörün, en önemlisi de Ukrayna savaşının taraflarının ADF’ye katılımı Forumun yeni diplomasi arayışının ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.
Yeni diplomasi arayışı ve ADF
Uluslararası toplum Ukrayna savaşını caydıramayarak kendini bir kapana hapsetti. Nitekim, geçtiğimiz hafta Ukrayna krizinin olumsuz yansımalarının uluslararası toplumu ceza-tırmandırma-bedel üçgenine sıkıştırmaya devam ettiğini gördük. Sıcak çatışmayı, Batı-Rusya rekabetinin de olduğu bir seviyede sırf Ukrayna’ya hapsetmeyi düşünen korku diplomasisi (dikkat Ruslar saldıracak – dikkat saldıracağız diplomasisi) bugün içinde bulunduğumuz tüm risk ve ödediğimiz tüm bedelin müsebbibi. Aktörleri bedel ortaya çıkmadan ikna edebilecek, istikrar ve güvenliğin kapsayıcılığı üzerinden temin edebilecek yeni düşünce biçimlerine, yeni bir diplomasi tecrübesine ihtiyacımız olduğu muhakkak. Bu ihtiyacın bugün uzun bir süredir kapsayıcı bir reform talebi bulunan Türkiye’de dillendirilmiş olması ve uluslararası toplumun unsurlarınca teveccühle karşılanması tesadüf değil ve Ankara’nın söyleminde hiç de yalnız olmadığını gösteriyor. Büyük güçler, büyük güç mücadelesine dönmek konusunda çok heveskar olabilir ama Dünya, Yeni Soğuk Savaş’ın bu şekilde cereyan etmesinden son derece huzursuz.
Ukrayna sahası
AB, İngiltere ve Biden Yönetimi farklı dozlarda da olsa Rusya’yı cezalandırmak için yeni yollar bulmaya çabalıyorlar. Ancak ABD’nin açıkladığı petrol ve doğal gaz ambargolarının ya da doğrudan ticaretin yasaklanması ile ilgili tedbirlerin ya da Avrupa’dan esen yaptırım rüzgarlarının Rusya’nın Ukrayna sahasındaki operasyonunu durduramadığı da görülüyor. Ukrayna direnişinin başarısı dahi bu açıdan Kremlin’i yolundan döndürebilmiş değil. Moskova, yavaş ve çok maliyetli bir ilerlemeyi sürdürmeye devam ediyor. Bu ilerleme zaman zaman insani koridorların açılmasıyla, zaman zaman da sahanın enkaza döndürülmesiyle Ukrayna topraklarının insansızlaştırılmasına da dönüşebiliyor. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Polonya’da “ülkenize daha çok Ukraynalı mülteci almayı düşünüyor musunuz” sorusunu kahkahalarla geçiştirmişti ama cuma-cumartesi günleri Rus operasyonlarının Lviv ve Polonya sınırına yoğunlaşması, Moskova’nın Batı’dan Ukrayna’ya ulaşabilecek/ulaşan desteği kesmeyi de hedefine koyduğunu bize gösterdi. Savaşın melezleşmesinin önünü açarak Rusya’yı Ukrayna üzerinden maliyetlere boğmaya çalışan Batı’yı Lviv’deki gibi kayıplar ne kadar üzer tam bilinmese de Moskova’nın Batı-Ukrayna bağlantısını hedeflemesi hatta bu bağlantıyı “Ortadoğulu savaşçılar” üzerinden Batı için sürdürülemez hale getirebileceğini ima etmesi Ukrayna direnişinin geleceğini de Ukrayna direnişi-Batı ilişkisini de etkileyecek.
Lavrov-Kuleba zirvesi
Kısaca, Ukrayna ve Rusya henüz Ukrayna’da hala farklı kayıp-maliyet-fayda senaryolarıyla karşı karşıyalar. Bu yüzden açık bir kayıp senaryosu üzerinden pozisyon belirleyip taviz verme noktasında değiller. Bu bakımdan Rusya, Ukrayna’dan daha fazla hareket serbestliğine sahip görünüyor. Rusya için “teşvik edici sayılabilecek” yaptırımların hafifletilmesi kartı bile Ukrayna’nın değil Batı’nın elinde. Bu nedenle 10 Mart’ta Antalya’da gerçekleşen Lavrov- Kuleba zirvesi de somut ve kalıcı bir anlaşma ile sonuçlanmadı. Yine de Antalya Zirvesi iki açıdan önemliydi.
1)- Rusya ve Ukrayna savaşı özelinde şu anda belirleyici olan masadan ziyade saha. Rusya maliyetli, zor ve kayıp dolu da olsa sahada ilerlemeyi gelecekte kayıplarının telafisi için şimdilik en iyi yöntem olarak belirlemiş gözüküyor. Zaten Antalya’da Lavrov, Batı’yı muhatap alan ve Ukrayna savaşı için Batı’yı suçlayan klasik savunmacı Rus pozisyonuna geri döndü. Yanında taşıdığı korku çuvalına da nükleer silahları geri sokarken, biyolojik silah kartını çıkardı. Washington da uzaktan Ukrayna’da kimyasal silah kullanılması olasılığından şüphelendiklerini açıkladı. Ukrayna’nın Suriyelileşmesi senaryolarından bir varil bombası uzaklığındayız anladığımız kadarıyla. Ve gerek Rusya gerek ABD korku diplomasisini sürdürmekten çok rahatsızlık duymuyorlar. Ancak korku senaryoları kitle imha silahlarından Ortadoğulu savaşçılara Suriye’de yaşananları Avrupa’da tekrarlama tehdidine dönüştükçe Rusya’nın da Ukrayna’nın da Avrupalıların da diplomasi masasının yaşadığını görmeye ihtiyaçları var. Antalya’da kurulan Lavrov- Kuleba masası diplomasi masası yaşayacak mesajını uluslararası topluma verdi.
2)- 10 Mart zirvesi Rusya ve Ukrayna’nın hatta Batı’nın Türkiye’nin kolaylaştırıcı rolünü tanıması bu anlamda Ankara’nın denge politikasının yararlarının fark edilmesi anlamına geliyor. NATO Genel Sekreterinin Türkiye’nin oynadığı arabulucu, uzlaştırıcı rolden memnuniyet duyduğunu açıklaması da önemli. Bu rol, Ankara’nın sağduyulu, çatışma önleyici dengeli stratejisinin bir sonucu. Bu açıdan Antalya Zirvesi Türkiye’nin performatif gücüne ve söylem gücüne katkıda bulundu.
İsrail ve Yunanistan liderlerinin Türkiye ziyareti
Türkiye’nin diplomasi trafiği ADF ile sınırlı değildi. Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan 9-10 Martta İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’u, bu yazı kaleme alınırken de Yunanistan Başbakanı Miçotakis’i Türkiye’de kabul etti. ABD’nin Ukrayna krizi ısınırken fişini çekiverdiği East-Med projesinin ortakları Ankara’nın kapısını boşuna çalmıyor elbette. Mesele sadece Rus gazına alternatif kaynakların Avrupa’ya taşınması meselesi değil, mesele aynı zamanda Doğu Akdeniz’in en önemli pazarlarından biri olan Türkiye’nin kalbini, Ankara enerji güvenliği stratejisini mevcut krizler ve tecrübeler ışığında şekillendirirken kazanabilmek. Herzog’un verdiği mesajlardan Ankara’nın kalbini kazanmayı aklına koyduğu da anlaşılıyor. İsrail’in “zeytin dalı-zeytin ağacı” sembolizmini bir süredir perde arkası yürüyen Ankara-Tel Aviv yakınlaşmasını hızlandırmak için kullanması ayrıca önemli. Bilindiği üzere Erdoğan’ın BM zemininde de dillendirdiği Doğu Akdeniz Konferansı önerisi, bölgesel sorunlara bölge devletlerinin kapsayıcı bir platform dahilinde çözüm bulması önerisiydi aslında. İsrail, iki ülke arasındaki farklılıklara rağmen bölgesel istikrarın iki ülkenin diyaloğu aracılığı ile sağlanabileceğini vurgulama noktasına gelerek, aslında Türkiye’nin savunduğu zemine de yaklaşıyor, böylece Yunanistan’ın Türkiye karşıtı hareket edebileceği alan da daralıyor.
Ukrayna savaşı gölgesinde Doğu Akdeniz
Bu adımların gerisinde elbette 2010’dan beri süren bölgesel mücadelenin tortusu var. Ancak Ukrayna Savaşı, ABD Rusya karşıtı çok açık ve katı bir stratejiye doğru yönelmişken Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı ve tabi ki Doğu Akdeniz dengelerini etkileyecek. İsrail Rusya’ya karşı dengeli bir ikili ilişkiler zemini sürdürmeyi arzu etse de bölgesel jeopolitiğin 2022 itibari ile farklılaşacağını görüyor. Ayrıca herkes için malum; İsrail bir gözü ile İran nükleer görüşmelerinden nasıl bir sonuç çıkacağını takip ediyor. Rusya’nın yaptırımlardan muafiyet isteğini nükleer görüşmeler masasına taşıması Viyana’daki görüşmeleri akamete uğratmıştı. Borrell’in verilen aranın kısa süreli olacağını umduğunu açıklamasından saatler sonra Erbil’de aralarında ABD Başkonsolosluğunun da olduğu çeşitli kritik noktaların çevresine balistik füze saldırısında bulunuldu ve İran, Suriye’de İran hedeflerine yönelik İsrail saldırılarına misilleme yaptığını duyuruverdi. Aynı anda Tahran, Riyad ile gerçekleştireceği istişareleri de askıya aldı. ABD’nin İran ile ilgili planları tam yolunda gitmiyor gözüküyor, Tahran bu hengamenin içerisinde kendisine açılan fırsat pencerelerini değerlendirme derdinde son derece sabırsız. Rusya’nın ABD ve Batı’yı rahatsız edebilecek bölgedeki kartları henüz hareketlenmedi ama Rusya ile diyaloğun Suriye’de kaybedilmesi İsrail’i çok yorar. ABD’nin Doğu Akdeniz’de izlediği stratejinin kimi zaman takipçisi, kimi zaman merkezi olduğu için Washington’un Rusya karşısında bölgesel risk ve fırsatları yeniden değerlendirmesi, pozisyonunu değiştirmeyen Ankara’dan ziyade Tel Aviv’i etkiliyor, Türkiye ile sorunlu ilişkisini bir an önce daha sorunsuz bir zemine, kısmi iş birlikleri zeminine taşıma ihtiyacını İsrail’e hissettiriyor.