Konumuz Fatih Sultan Mehmet'in halâ daha esrarını koruyan 4 Mayıs 1481'de Kocaeli Çayırova'da bulunan, bugün de Gebze Belediyesi'ne tahsis edilen bir mesire yeri olarak kullanılan Hünkâr Çayırı'nda gerçekleşen ölümüdür.
Cuma günkü yazımda Türkiye Darbeler tarihini işlemiştim. Bizans’tan Osmanlı’ya Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devlet yönetiminin silah zoruyla el değiştirdiği birçok vaka bulunmaktaydı. Buna ek olarak, daha az sayıda olmakla birlikte, başarısız darbeler de bulunmaktaydı.
Bir hükümdarı indirmenin, icraatlarından rahatsız olduğunuz bir devlet adamını ortadan kaldırmanın darbe haricindeki alternatifi suikasttır. Roma’dan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e siyasi suikastlar da çok ilgi çekmiş ve üzerinde tartışılmıştır. Bugün size Osmanlı Klasik döneminde yaşanmış muhtemel bir siyasi suikasttan bahsetmek istiyorum. Bu konunun tartışmalı bir konu olması hasebiyle de bahsedeceklerimin sadece bir ihtimal olduğunu da unutmamamız gerekir.
Konumuz Fatih Sultan Mehmet’in halâ daha esrarını koruyan 4 Mayıs 1481’de Kocaeli Çayırova’da bulunan, bugün de Gebze Belediyesi’ne tahsis edilen bir mesire yeri olarak kullanılan Hünkâr Çayırı’nda gerçekleşen ölümüdür. Esas olarak Fatih’in zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde duracağım. Bunu gerçek kabul ettiğimizde de bu cinayetin failinin kim olduğunu soruşturacağız.
FATİH’İN ÖLÜMÜ VE GUT HASTALIĞI
Geleneksel Osmanlı tarihlerinde Fatih’in ölümü nıkris (gut) hastalığı sonucunda öldüğü söylenir. Fatih öldüğünde 49 yaşındaydı. 30 yılı biraz geçen bir saltanat sürmüştü ama halâ daha çok genç sayılırdı. Bütün Osmanlı tarihlerinde –sanki önceden ittifak edilmiş gibi- bu hastalığın bütün hanedanda bulunduğu, irsi olarak babadan oğula geçtiği söylenir. Ben de biraz merak ettim, padişahların ölüm sebeplerine baktım: Sadece Kanuni ve Fatih’in gut hastalığından öldüğü ileri sürülmektedir. Hakikaten de, gut hastalığına dair bir inceleme yapıldığında bu hastalık sebebiyle ölümün pek de mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer hasta yaşlıysa ve hastalık böbrek yetmezliğine yol açmışsa, eski zamanın tekniğiyle bu hastalık ölümcül olabilirdi. Ancak ele alınan bu iki örnekte de böbrek yetmezliğine dair bir teşhis görülmemektedir. Hatta öldüğünde Kanuni’nin ilerlemiş yaşında olmasına rağmen Fatih çok daha genç yaşlardadır. Evet, gut hastalığı acılı bir yaşama sebep olabilir, hatta özellikle ayak eklemlerinde oluşan iltihaplar yüzünden ileri aşamalarda hastanın yürümesine bile engel olabilir. Ancak bu hastalığın ölüme sebep olduğu pek görülmemiştir. Hastalığın bütün hanedan bireylerinde olduğu söylenerek irsî olduğu ilham edilirken, bu hastalıktan sadece iki padişahın öldüğü iddiası da tartışmalıdır. Hatta Kanuni’nin ölümü bile gut hastalığından olmayabilir ki, bazı kaynaklarda Kanuni’nin ölüm sebebinin beyin kanaması olduğu söylenmektedir.
Şimdi elimizde Türk tarihinin en büyük şahsiyetinin şüpheli bir ölümü var. Bu ölümü Osmanlı hanedanında irsi olduğu söylenen bir hastalıktan olduğu söyleniyor. Ancak gerçekte önemli gut vakası olarak sadece Fatih’ten bahsediliyor ve bahsedilen bu hastalık da ölümcül değil… Bu işin arkasında başka bir şey varsa, o zaman, bu büyük ihtimalle bir suikasttır.
FATİH BİR CİNAYETE Mİ KURBAN GİTTİ?
Fatih’in bir cinayete kurban gittiğini söyleyen ilk tarihçi Franz Babinger’dir. Babinger’in “Mehmed der Eroberer und Seine Zeit / Fatih Sultan Mehmet ve Devri” adlı klasikleşmiş eserinde Fatih’in ölümünden şu şekilde bahsedilir:
“Mehmed’in 25 Nisan Çarşamba günü Üsküdar’a geçmesiyle sefer başladı. Gebze civarında Hünkar Çayırı’nda konaklandı. Sultan burada 1 Mayıs’ta şiddetli karın ağrıları çekmeye başlayınca hekimler çağırıldı. Eski hastalıklarının yani damla ile romatizmanın yanı sıra yeni hastalıklarda baş göstermişti. Sultanı ilk tedavi etmeye çalışan hekim, Laristanlı Acem Hamideddin el-Lari oldu. El-Lari’ye ilişkin öykülerin en ılımlı olanı, sultana istemeden yanlış bir ilaç vermesidir. Bu yüzden el-Lari’nin öldürülmesinin nedeni muhtemelen ya sultanı öldürme girişimine tanıklık etmiş olması ya da Mehmed’in ölümünden bizzat sorumlu olmasıdır. Hekim Lari başarısız olunca, sultanın hasta yatağına eski dostu Maestro Iacopo çağırıldı. Ancak Iacopo elinden bir şey gelmeyeceğini, çünkü daha önceki hekimin yanlış bir ilaç kullanmış olduğunu ve bu ilacın etkilerini gidermenin artık mümkün olmadığını söyledi. Sultan dayanılmaz acılar çekiyordu. Can çekişen sultana verilen ilaç, bağırsaklarını tıkamıştı anlaşılan”
Pekiyi Babinger işi nasıl bağlıyor?
“Mehmed’in ölüm nedeninden emin değiliz. Çok sayıda düşmanının oluşu ve ölümüne ilişkin bazı ayrıntılar, muhtemelen zehirlendiğini gösteriyor. 25 Nisan’da başkentinden ayrıldığında sağlığı yerinde olmalıydı. Zaten görgü tanıkları da o ölümcül bağırsak sancılarının ertesi Salı günü ansızın başladığını söylemiştir. Bütün bunlar Mehmed’in yola çıktıktan hemen sonra zehirlendiği ve hiçbir ilacın hayatını kurtarmaya yetmediği iddiasını desteklemektedir. Eğer zehirlenmişse bunun kimin işi olduğunu bilmiyoruz. Bu işte Venediklilerin parmağı olduğu pek muhtemel görünmemektedir. Sultanı oğlu Bayezid zehirlemiş olabilir”
Babinger’den başka bu işe zehirlenme ve cinayet gözüyle bakan rahmetli Yılmaz Öztuna’dır. Yılmaz Öztuna’ya göre cinayeti işleyen Padişahın sertabibi ve mühtedi Yakup Paşa veya Babinger’in tercihiyle “Maestro Iacopo’dur”. Arkasındaki güç de Venedik ve Papalık’tır. Bu ikisi haricinde Fatih’in zehirlendiğini savunan tarihçi yoktur. Osmanlı resmi saray tarihçileri ve Cumhuriyet dönemi Osmanlı tarihçileri – hepsi de birbirinden alıntı yaparak- “Fatih gut hastalığından öldü.”, demekteler. Ama bu yazının çıkış noktası da zaten “gut hastalığından ölümün” çok muhtemel olmamasıdır.
FATİH ZEHİRLENDİYSE KİM ZEHİRLETTİ?
Şimdi varsayalım ki Fatih zehirlendi. Bunun da sertabip Yakup Paşa veya Acem hekim Hamideddin el-Lari eliyle gerçekleştiğini varsayalım. Cinayet çözüldü mü? Hayır… Çünkü hekimler sadece tetikçidir. Bu kararın arkasındaki güç ne olabilir: Babinger’in dediği gibi Şehzade Beyazıt mı? Muhtemel değil, çünkü babasının varlığı Şehzade için tehdit değildi ancak kardeşlerinin varlığı bir tehditti. Burada ince bir nokta Fatih’in ölümünden ziyade Beyazıt’ın ağabeyi ve veliaht Şehzade Mustafa’nın ölümüdür. Eğer Beyazıt’ın bu duruma bir dahli varsa Fatih’ten çok Şehzade Mustafa’nın ölümü incelenmelidir. Ne gariptir ki onu da gut hastalığından öldü diyorlar, hem de 20’li yaşlarında!
Burada durup düşünelim: Bizans ve Osmanlı geleneğinde çok kuvvetli bir merkezi bürokrasi var mı? Var. Pekiyi Fatih nasıl bir hükümdardı? Bilgeydi, adildi, stratejistti ama aynı zamanda bürokrasiye karşı astığı astık kestiği kestik, çok sert, en ufak bir hatada kelle alabilen bir adamdı. 30 yıla yakın bir zaman savaş üstüne savaşla geçmiş, bunun sebep olduğu ciddi vergi yükü sebebiyle halkta ve zengin eşrafta (tabii ki devşirme paşalarda da) hoşnutsuzluk baş göstermişti… Buna ek olarak, Fatih nakit sıkıntısını vakıfları devletleştirerek ve servetlerine el koyarak çözmeye çalışmıştı. Bu tarikatların da muhalif saflara katılmasına neden olmuştu. Bir darbe Fatih’e karşı kotarılamazdı, çünkü asker Padişah’ın yanındaydı. O zaman uygun bir anda gerçekleşecek bir suikastla bu iş halledilebilirdi.
Eğer Fatih zehirlendiyse bunu yapabilecek adamlar Saray’da ve Divan’da hâkim Paşalardır. Bu adamlar Fatih’i öldürttükleri yetmezmiş gibi, aynı zamanda, taht mücadelesinde Fatih’in yerine cevval ve savaşçı oğlu, Türk Beylerine yakınlığı ve devşirmelere mesafeli duruşuyla bilinen Cem Sultan’a değil de etliye sütlüye bulaşmayan, barışçı tavrıyla bilinen Şehzade Beyazıt’ı desteklemişlerdi. Ancak hem bu işin üstünü örtmek için tarih kayıtlarını etkiliyorlar, hem de “bir gut hastalığı efsanesini” yayıyorlardı. Duruma başka bir açıdan bakarsak, Fatih sonrasında Devletin yerleşmesi ve kurumsallaşması gerekiyordu. Bunun için bir barış dönemine ihtiyaç vardı. Eğer bu cinayet olmuşsa, bunu işleyenler “devletin âli menfaatleri ve bekası” için bunu yaptıklarına inanıyorlardı. Aslında son cümle neyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir: Derin Devlet…
Pekiyi Beyazıt’a ne oldu… Derin Devlet ona nasıl yaklaştı… O da Cuma’ya kalsın.