Türk vergi sistemi içinde yaygın bir kullanım ve mükellefiyet kitlesi olan Damga Vergisi ile çoğumuzun yolu sık sık kesişir.
Türk vergi sistemi içinde yaygın bir kullanım ve mükellefiyet kitlesi olan Damga Vergisi ile çoğumuzun yolu sık sık kesişir.
Tarihçe olarak, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu 11.07.1964 tarih ve 11751 sayılı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Niteliği itibariyle de dolaylı vergiler sınıfında yer almaktadır. Bu nedenle dolaysız vergilerden olan Gelir Vergisi veya Kurumlar Vergisi gibi doğrudan kişilerin veya kurumların gelir düzeyini, şahsi servetlerini veya özel durumlarını dikkate almamaktadır.
Bu durumda da bu vergi bir tüketim harcaması vergisi statüsü olmaktadır.
Aynı Katma Değer Vergisi gibi uygulama alanı bulan Damga Vergisi belirtmiş olduğum gibi gelir düzeyine göre değil belirli bir orana ve tutara göre alınmaktadır.
Damga vergisi harcamalar üzerinden alınan katma değer vergisi ve özel tüketim vergisinde olduğu gibi kişilerin ekonomik işlemlerini değil, hukuki işlemlerini konu alan bir vergi türüdür.
Hem kişilerin hem de tüzel kişilikler ve kurumların Damga Vergisi Kanununda belirlenmiş özellikli hususlara ve bu verginin gider mi, yoksa maliyet unsuru mu olup olmayacağına bugünkü yazımızda
bir göz atalım.
Damga Vergisine ilişkin yasal mevzuat
Damga Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesine göre kanuna ekli 1 sayılı tabloya giren kağıtlar Damga
Vergisine tabidir. Damga Vergisi Kanunu’nun 1. Maddesine göre “kağıtlar terimi imzalamak veya imza
yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri” ifade eder.
2’nci maddesinde vergiye tabi kâğıtlar mahiyetinde bulunan veya onların yerini alan mektup ve şerhlerle, bu kâğıtların hükümlerinin yenilenmesine, uzatılmasına, değiştirilmesine devrine veya bozulmasına ilişkin mektup ve şerhlerin de damga vergisine tabi olacağı açıklanmış, 14’üncü maddesinin ikinci fıkrasında da belli parayı ihtiva eden mukavelenamelerin değiştirilmesi halinde artan miktarın aynı nispette vergiye tabi olacağı hükme bağlanmıştır.
Aynı Kanuna ekli (1) sayılı tablonun I/A-1 pozisyonunda; belli bir parayı ihtiva eden mukavelename, taahhütname ve temliknamelerin binde 9,48 nispetinde damga vergisine tabi olduğu belirtilmiştir.
Sözleşme yerine geçecek veya sözleşmenin yerini alacak mektup ya da şerhlerle, sözleşmenin hükümlerinin yenilenmesine, uzatılmasına, değiştirilmesine devrine veya bozulmasına ilişkin mektup ve şerh veya yeni sözleşme düzenlenmesi durumunda düzenlenen bu sözleşmenin 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun ikinci maddesine göre damga vergisine tabi tutulacağını da belirtelim.
Bu durumda, bir kağıdın Damga Vergisine tabi olması için birlikte aranan şartları şöyle sıralayabiliriz;
a-Damga Vergisi Kanununa ekli (1) sayılı tabloda yazılı olmalıdır,
b- Yazılıp imzalanmak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen veya elektronik
imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belge olmalıdır,
c-Bu belgeler herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan bir belge olmalıdır,
Bu üç şartın birlikte sağlanması halinde, bahis konusu belge Damga Vergisine tabi olacaktır. Bu şartların herhangi birinin sağlanamaması halinde bahis konusu kâğıt Damga Vergisine tabi olmayacaktır.
İmza yerine geçen işaretler ise Borçlar Kanunu’nun 16’ncı maddesine göre “imza atamayanlar, imza yerine usulüne göre onaylanmış olması koşuluyla, parmak izi, el ile yapılmış bir işaret ya da mühür kullanabileceğini hatırlatalım.
Damga Vergisinde kazançtan indirim ve giderleştirilme hususu
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6’ncı maddesinde, kurumlar vergisinin, mükellefin bir hesap dönemi içinde elde ettiği safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, bu kazancın tespitinde de Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Gelir Vergisi Kanununun 37’nci maddesinin birinci fıkrasında; her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu hükme bağlanmıştır.
Kanunun 38 inci maddesinde ise; "Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet farktır.
Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce;
1- İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir;
2- İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur.
Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanunun değerlemeye ait hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41 inci maddeleri hükümlerine uyulur."
hükmüne yer verilmiştir.
Yine Gelir Vergisi Kanununun 40’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde de, işletme ile ilgili olmak şartıyla; bina, arazi, gider, istihlak, damga, belediye vergileri, harçlar ve kaydiyeler gibi ayni vergi, resim ve harçların da safi kazancın tespitinde gider olarak indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Damga Vergisinde Ticari Kazancın Tespiti
Türk Vergi Kanunları uyarınca ticari kazancın tespitinde “Tahakkuk” ve “Dönemsellik” ilkeleri geçerlidir.
Tahakkuk esası ilkesinde, gelir veya giderin miktar ve mahiyet itibariyle kesinleşmiş olması, yani geliri veya gideri doğuran işlemin tekemmül etmesinin yanı sıra, bu işlemin miktarının ve işlemden kaynaklanan alacağın veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş olması gereklidir.
Dönemsellik ilkesi ise, bu gelir veya giderin ilgili olduğu döneme intikalinin sağlanmasıdır. Dönemsellik, tahakkuk etmiş bir gelir için söz konusudur.
Bu esaslar dikkate alındığında, bir gelir unsurunun, özel bir düzenleme bulunmadığı sürece, mahiyet veya tutar itibariyle kesinleştiği dönem kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.
Bu durumda, düzenlenen sözleşmelerden doğan damga vergisinin örneğin ihale karar damga vergisi ve kamu ihale kurum payları vb gibi hususların malın maliyeti ile ilişkilendirilmeksizin ödendikleri dönem kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün bulunduğunu belirtelim.
Damga Vergisi ne zaman gider yazılabilir?
-Geçmiş Dönemlere İlişkin Damga Vergisi Ana Para Tutarının Gider Yazılabileceğinin Dayanağı
“Tahakkuk” ilkesi, gelir veya giderin miktar veya mahiyet itibariyle kesinleşmiş olmasını yani geliri veya gideri doğran işlemin tekemmül etmesinin yanı sıra miktarının ve işlemden kaynaklanan alacağın veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş olması demektir.
Bu esas dikkate alındığında bir gelir unsurunun, özel bir düzenleme bulunmadığı sürece mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği dönem kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması gerekmektedir.
-Geçmiş Dönemlere İlişkin Damga Vergisi AnaPara Tutarının Gider Yazılamayacağının Dayanağı
‘’Dönemsellik’’ ilkesi, işletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak saptanması, gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi, hasılat, gelir ve karların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması şeklinde açıklanmıştır.
Dönemsellik ilkesinin doğal sonucu olarak; bir giderin, belli bir döneme ilişkin safi kazancın belirlenmesinde menfi unsur olarak dikkate alınabilmesi için, bu giderin söz konusu döneme ait olması gerekmektedir.
Yer verilen açıklamalarımıza istinaden;
Gelir veya gider unsuru geçmiş dönemlere veya gelecek dönemlere ait ise tahakkukun hangi dönemde olduğuna veya olacağına bakılmaksızın, söz konusu gelir veya giderin dönemsellik gereği ile ilgili bulunduğu dönemde dikkate alınması gerekir.
Diğer bir ifade ile tahakkuk esasında vergilendirme yapılabilmesi için, alacak hakkının doğmuş olması gerekir. Çoğu hallerde dönemsellik ilkesi, tahakkuk esasının önüne geçer.
Bir gelir veya gider unsuru kesin olarak ortaya çıkmışsa ve miktarı da kesin olarak biliniyorsa, tahakkuk etmemiş olsa dahi karşılık yoluyla gelir veya gider yazılması esastır.
Bu hususun dönemsellik ilkesinin daha ön planda yer almasından kaynaklandığınıda hatırlatmakta fayda görüyorum.