Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ı çocukluk yıllarımda Almanya'daki evimizde, televizyondaki haberlerden izlediğimizi hatırlıyorum.
Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ı çocukluk yıllarımda Almanya’daki evimizde, televizyondaki haberlerden izlediğimizi hatırlıyorum. Babam haber takip etmeyi severdi ve yurt dışında olmamızdan dolayı da özellikle Ortadoğu coğrafyasında olan bitenle çok ilgiliydi. Malum 70’ler Türk diplomatlarına da suikastların yapıldığı yıllardı. Her bir diplomat cinayetinde irkilir ve lanetler okurduk teröristlere. Babam o zamanlar Asala denilen bu örgütün arkasında ABD olduğunu söylerdi. Öte yandan Filistin de babam için önemli olmalıydı ki takip eder, yorum yapardı. Yaser Arafat’ı hep başındaki kefiyeyle zafer işareti yaparken hatırlıyorum. Bir de batılı özellikle de ABD başkanları ile el tokalaşırken. Çocuk aklımla hep bir anlaşma yapıyor bu adamlar, demek ki birbirlerini seviyorlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bir yandan anlaşma yapıyorlar ama bir yandan da TV’deki görüntüler Filistin topraklarında işlerin hiç de öyle anlaşma yapılmış bir hal arz etmediğini gösteriyordu. Filistinli “direnişçilerin” -o zaman Alman TV’lerinin de tabiri buydu uzun süre Türk televizyonları da bu algı üzerinden gittiler- uçak kaçırma eylemlerini duyuyor ana haberlerden takip ediyorduk. Hatta hiç unutmuyorum. Bir sene yaz tatili için Türkiye’ye geldiğimizde İzmir’e o zamanların meşhur fuarına gitmiştik. Bu fuarlarda ülkelerinde pavyonları olurdu. Lübnan fuarı ve Filistin fuarı da vardı fakat babam her iki fuara da girmemize izin vermemişti. Bir bomba patlayabilir diye.
Unuttuğumuz coğrafyamız
Ne yazık ki Türkiye’ye döndükten sonra da çok uzun zaman boyunca ben Filistin’in bir Osmanlı toprağı olduğunu öğrenemeyecektim. Çünkü okullarda öğretilen resmi tarihimizin bu anlamda bir anlatısı yoktu. E bir de ezberden kulaktan kulağa öğretilen ve dikte ettirilenler vardı; Araplar bizi arkamızdan vurmuş. Resmi tarih hep o toprakları kurtulunması gereken bir yer diye anlatırdı. Tarih dersim ve İnkilap tarihi derslerim de iyiydi. Meraklıydım. O yüzden gün gibi hatırlıyorum Filistin’den hiç bahsedilmemiştir. Bir tek Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Trablusgarp cephe komutanı olması dolayısıyla kitaplarda anlatılan bölümleri hatırlarım. Ne Kut’ül Amare ve Fahrettin Paşa ne Filistin’in Kudüs’ün önemi. Ne de Kanuni Sultan Süleyman tarafından yazdırılan ve üstünde “İbrahim Haliyullah” yazan hat levhadan bahsedilmemiştir. Aslında kasıtlı söylenmeyen birçok şey olduğunu daha sonra ileriki yaşlarımda araştırmalarım neticesinde anladım. Farklı TV kanalları ve yayınlar ortaya çıkınca okuduk gördük ki Filistin aslında hala bizim topraklarımız. Manevi anlamda da olsa bugün bizim topraklarımız oralar. Çünkü hakkaniyetle elde edilmiş topraklar değil Filistin toprakları. Zorla hırsızlıkla gelinip insanların evlerine çökülmüş, arsızca Siyonistlerce gasbedilmiş yerler Filistin toprakları.
Filistinli çocukların gözünden
Daha sonraları da ben Filistin’i çocuklarından tanıdım. İsrail terör devleti militanlarının silahlarına taş atan çocukları gördüm. Her köşe başında o çocuklar Filistin’in birer sembolü oldular benim için. Küçük sarışın kız Tamimi daha çocukken İsrail arsızına yumruk kaldırması hala belleğimde durur. Filistinli çocuklar kendi ülkelerine, topraklarına aşık. Peygamber efendimizin Kudüs emanetine sahip çıkmanın bilincinde olan çocuklar. Bugün de bu büyük kıyım karşısında dimdik duran çocuklar. Filistinli analar, babalar çocuklarıyla ne kadar gurur duysalar azdır. Bize büyük örnek bu minik yürekler. Çocuktum Filistin’i haberlerde duydum. Yetişkin bir kadın olarak bu kez bu büyük acı ile Filistin’i konuşuyoruz. Umudum var. Çünkü Allah’ın ahdi var. Filistinli çocuklar dünyaya insanlığı öğrettiler üstelik ölürken. Allah bizlere de idrak ve vakar nasip etsin.
23 ARALIK “DÜNYA ŞEHİT ÇOCUKLAR GÜNÜ”
Bu hafta cumartesi günü Fatih camiinden başlayacak yürüyüş yetmiş gündür süren İsrail katliamında hayatlarını kaybeden çocuklar için yapılacak. Özellikle herkesin yüreğinde yer eden Filistinli Halid dedenin sevgili torunu Rim’in cenazesine gösterdiği yürek yakan görüntüler hepimizce malum. Sevgili mütercim Ayçin Kantoğlu’nun bir takipçisi tarafından önerilen Rim kızımızın doğum günü olan ve dedesinin de doğum günü olan 23 Aralık tarihini Dünya Şehit Çocuklar günü ilan etme fikri sebebiyle bir araya geliyoruz. Böylelikle dünyanın gözü önünde işlenen, bu sistematik facianın doğrudan çocukları hedef almasını anlatmak ve belki de biraz olsun, masumiyetimize geri dönmek ve orada kendimizle tekrar buluşmak için bir fırsat olacaktır. Ben eminim birçoğumuz cumartesi Fatih’te tüm şehit çocuklarımız için buluşacağız. Ben oradayım. Allah nasip ederse tek yürek olup bu sistemli kötülüğü yenmek için bir adım daha atacağız. Allah’u Teala İsrail denilen bu ülkeyi ve onun temsil ettiği Siyonist anlayışı yerle bir etmemiz için bizlere fırsat nasip etsin.
ÇİÇEKLER AÇACAK
Severim kışın üst üste giyinip sokakta yürümeyi ve üşümeyi. Sıcacık bir yere ilişip bir dost selamıyla ısınmayı, insanları dinlemeyi, dertlerini anlamayı severim. Bazen çok konuşabilirim ama bazen de dediğim gibi sadece dinlerim. Uzun suskunluklarım da olur. En çok şu dünyada sabretmeyi öğrenmiş olmalıyım ki evdeki çiçeklerimle de konuşurum. Sokakta kış günü tomurcuğa durmuş çiçeklerle de sabırla konuşurum. Onlara umut aşılarım. Çiçeklenecekleri günü sabırsızlıkla beklediğimi bilirler. O güne kavuşmayı bekleyen bir tek ben miyim? Kışın ortasında açacak çiçekler için sevinen bir tek ben olamam. Bu kadar yalnız olamam! Olmamalıyım. Çiçeklerin senfonisine, renk cümbüşüne, kokuların etrafı saracağı, güneşin bizi ısıtacağı o kutlu, umutlu günler hepimizi bekliyor diye sevinirim. Kış biter, dertler diner er ya da geç bahar, ardından yaz gelir. Çiçeklerin tozları karışana kadar yeni mevsime, sulanacak topraklara kavuşacak ve açacak yeni çiçekler. Hepimiz için başka bir alemde başka bir yersizlikte ve zamansızlıkta karşımıza çıkacak çiçekler. Sadece inananlar için açan çiçekler var bilirim.
KUDÜS: CAN EVİMİZ!
DR. ÖĞR. ÜYESİ HANDAN YERLİ
Dünya medeniyet tarihinde önemli yere sahip iki bölge olan Mısır ve Mezopotamya arasında kalan 5000 yıllık köklü bir tarihe sahip olan Kudüs şehri, Semavi dinler için kutsaldır. Şehir eski şehir ve yeni şehir olarak iki bölümden oluşuyor. Kudüs’te Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar birlikte yaşıyorlar. Bir tarafta ezan okunurken, diğer tarafta çan seslerini duyabiliyorsunuz. Keşke orada hoşgörü içerisinde de yaşanabilseydi.
Kudüs denince hepimizin içinde kanayan bir yer var. Cız ediyor yürekler. Müslümanların ilk kıblesi. Mekke ve Medine’den sonra dünyadaki en kutsal üçüncü şehir. Hz. Muhammed (S.A.V)’in Miraca çıkmadan önce uğradığı şehir. İçinde Mescid-i Aksa Cuma Camisi ve Kubbet’üs Sahra kutsal yapılarını barındırır.
Yeri gelmişken bir karışıklığı gidermek isterim. Mescid-i Aksa denildiğinde akla Cuma Camisi geliyor. Peki Mescid-i Aksa neresidir? Mescid-i Aksa, etrafı Osmanlı döneminde son şeklini almış Kudüs eski şehir duvarlarının içinde, 144 dönümlük bir alanın tamamıdır. Bu alanın üzerinde altın kubbeli Kubbetüs Sahra, Aksa Camisi (Cuma Camisi-Kıble Mescidi), Burak Mescidi, Mervan Mescidi, irili ufaklı onlarca oda, mihraplar, sebiller ve namazgâhlar bulunuyor. Müslüman inancına göre bu alanın içindeki herhangi bir bina değil, her taş, her ağaç, her karış toprak Mescid-i Aksa’nın bir parçasıdır. Yani İsra Suresi, 1. Ayette (Kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan yola çıkararak, kendisine bazı mucizelerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah, her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve her şeyi görendir.) geçen Mescid-i Aksa bir mescit değil bu 144 dönümlük arazinin hepsidir. Bu yüzden bu alanın hepsi kutsal sayılmıştır.
İkinci karışık durum da şudur ki havada durduğuna inanılan muallak taşı. Bu kutsal taş aslında havada durmuyor. Altın kubbeli yapı Kubbet’üs Sahra’nın kubbesinin altında yer alıyor ve içinde ruhlar mağarasını barındırıyor. Muallak taşı hem Yahudiler hem de Müslümanlar tarafından kutsal kabul ediliyor. Müslüman alemi Tapınak Tepesi’nin merkezinde yer alan bu kaya parçası üzerinden Hz. Muhammed (SAV)’in miraca yani göğe yükseldiğine inanırlar. Yahudiler tarafından başlangıç kayası olarak da isimlendirilen Muallak Taşı’nın; Hristiyanlıkta da yeri vardır. Hristiyanlar ise İsa Mesih’in bu kaya üzerinden tüm insanlığı tebliğe çağıracağını düşünürler. Günümüzde Kubbet-üs Sahra’nın ve dolayısıyla Muallak Taşı’nın olduğu yerde eskiden Yahudiler için kutsal kabul edilen Kudüs Tapınağı bulunduğu için Yahudiler, günümüzde bu yapıyı yok etmek ve yerine eski ibadethanelerini inşa etmek istemektedirler. Yahudi inanışına göre ayakta duran tek duvarı bile olduğu süre içerisinde kıyamet kopmayacak, ne zaman bu tapınaktan geriye hiçbir şey kalmayacak kıyamet o zaman kopacaktır.
Yahudilere göre Kudüs Yahudilerin kıblesi, kutsal şehridir. Tanrı bu şehri kendi şehri olarak seçmiştir ve ebedilik bu şehirde yaşar. Hristiyanlar için, Hazreti Zekeriya’nın Yahya’yla müjdelendiği, Hazreti Meryem’in Ruhu’l-Kudüs tarafından ziyaret edildiği, Hazreti İsa’nın çarmıha gerilip semaya yükseltildiği şehir. Hristiyan inanışına göre Kudüs; tarihin başladığı ve biteceği yerdir. İsa peygamber Mescid-i Aksa’da çarmıha gerilmiş, oradan bugün Kıyame Kilisesi’nin olduğu tepeye kadar yürütülmüş ve orada öldürülmüştür. Via Dolorosa olarak adlandırılan yolda, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra yürüdüğü, durduğu, düştüğü durakları takip ederek 14.durakta Kıyame Kilisesi’ne gelen Hristiyanlar Hac görevini yerine getirmiş olurlar.
İmparatorların rüyası, kutsal kitapların ilk kelamıdır Kudüs… Mimarisi ile sizi büyülerken her adımda ruhunuza yaklaştığınızı hissettiğiniz topraklardır. Kudüs’te bir şehri değil, daha çok kendinizi keşfediyorsunuz.
“Kudüs’e bir kere gidilir, ondan sonrakiler hep dönüştür.”
Çünkü Kudüs can evimizdir.
Çünkü Kudüs hepimizin göz bebeğidir.
GÖSTERİLEN İLE GÖSTEREN AYNI KAREDE
İngiltere’de yayın yapan tabloid TheSun gazetesi bir haberde, görsel ve devamındaki metin birbiriyle ilişkilendirilecek şekilde okuyucunun önüne getiriliyor. Caddede iki tane kilise olmasına rağmen, neden dükkanlara yapılan uyuşturucu baskını haberini verirken camiinin olduğu fotoğraf kullanılır, öyle değil mi! İngiltere Gloucester’daki Barton Caddesi aşağı yukarı 1 km kadar uzunlukta. Ama buna rağmen fotoğrafta görülen dükkanlarda hatalı keşifler yapılmış. Yani aslında yanlış aramalar yapılmış. Algı işte budur. Gösteren burada gazete oluyor, okuyucuya bir şey gösteriyor. Metni okurken cami ve etrafındaki dükkanlar da bu metne iliştiriliyor ve bu imajla uyuşturucu kelimesi aynı yerde kullanılarak bir algı oluşturuluyor. Neyi nasıl okumamız gerektiğine dikkat etmemiz gerekiyor. Yani demek istiyor ki kendi okuyucusuna; aslında Müslümanlar uyuşturucu gibi her türlü pis işin satıcılığını yapıp yasalara aykırı işler yapıyorlar. TheSun gazetesinin hedef kitlesi de sorgulayan, araştıran bir kitle değil. Haberleri magazinleştirerek haber yapan ucuz gazetelerden biri. Burada amaç belli.
ARTI
Yaralıların Türkiye’ye getirilmesi
Devletimizin özellikle sağlık ile ilgili pandemiden bu yana yaptığı fedakarlıkları görebiliyoruz. Hastaların ülkemize taşınması ve tedavinin yapılması ile ilgili konularda bakanlığın hassasiyetini biliyoruz. Çeşitli vesilelerle yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının uçak ambulanslarla Türkiye’ye getirilerek tedavilerine şahit olduk. Şimdi de Filistinli kronik hastalığı olanların ve yaralıların Türkiye’ye getirilmesi konusunda mücadele verildiğini görüyoruz. Bir grup Filistinli hasta Türkiye’de tedavisi devam etmektedir. Malum Gazze’den değil hasta çıkarmak sınıra yaklaşma bile mümkün değilken diplomatik bir sürü çalışmanın yapıldığını tahmin edebiliyoruz.
EKSİ
Kutlanacak bir şey mi var?
6 Şubat depremini yaşadık. Resmi kayıtlara göre 50 binden fazla hayatını kaybedenimiz var. Kayıplar var. Evlerine yerleşemeyenler hala konteynırda yaşayanlar var. Hatay yerle bir oldu. Her yerde ayrı bir acı ve travma var. Var da var. Ne kutlaması. Filistin yanıyor. Katliam var. Onlar akrabalarımız. Daha 100 yıl önce bizim himayemiz altındaki topraklardı oralar. Suriye desen harabe, Irak desen 1 milyon insan öldü. Arakan’da katliamlar yaşandı. Hala orada insanlar Müslüman oldukları için baskı ve zulüm altındalar. Doğru Türkistan zaten çözemediğimiz bir muamma. Osmanlı’nın nerdeyse bırakmak zorunda kaldığı her yer kanıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bazı insanlarımız da evlerinde minik şirin süslü çam ağaçlarının önünde fotoğraflar veriyorlar. İş yerlerinde bile minik bir yılbaşı köşesi yapılmış. Ya nedir bunlar? Anlamakta güçlük çekiyorum. Kutlanacak bir şey mi var?
YAŞLILARA REHABİLİTASYON MERKEZLERİ
Geçen hafta içinde 92 yaşındaki yaşlı teyzemiz ödem ve yeme bozukluğu sorunu nedeniyle ambulansla hastaneye kaldırıldı. Ancak acil servisteki doktorlar, tahliller ve bazı tetkikler sonucunda kardiyoloji bölümüne yatmasına karar vermişler. Diyabeti de olan yaşlıları genellikle kalp ile ilgili sıkıntısı var diye o bölüme yatırıyorlar. Ertesi gün de değerler düzelince taburcu etmeye kalkışmışlar. Ancak teyzemizin bilinci hala kapalı, yemek yemiyor, tuvalet sorunu da var haliyle. Gelini bakıyor. Eşi kalp hastası, evde bekliyor. İnsanlar artık uzun yaşıyorlar. Böyle olunca da o yaşlılara bakacak yakınları da yaşlanmış oluyor. Bir kısırdöngü içine girdi bu uzun yaşam meselesi. Sağlıklı yaşlanıp kendi başına evinde idare eden yaşlı sayısı az. Bu durumda iş maalesef Sağlık Bakanlığına düşüyor. Bu aynı zamanda devletin de üzerine bir yük olarak ekleniyor. Geriatri dediğimiz yaşlı bakımı bölümlerinde sağlık çalışanlarının yetişmesi ve onların da istihdam edileceği hem Şehir Hastanelerinde özel yaşlı bakım bölümleri hem de ayrıca yine bakanlığımıza bağlı yaşlı bakımı rehabilitasyon merkezlerinin açılması gerekiyor. Yaşlı bakımı ile ilgili Sağlık Bakanlığımızın önümüzdeki yıllara dair mutlaka politikaları vardır. Bunlar hakkında basına sık sık bilgilendirmelerin de yapılmasını bekliyoruz.