Ekim ayının ilk haftası (1-7 Ekim) "Câmiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak kutlanıyor. 1986 yılında "Câmiler Haftası" adıyla başlatılan bu uygulama, 2003 yılında şimdiki adını aldı.
Târihî olayların yıldönümleri hâriç, herhangi bir konunun belli bir hafta ya da belli bir günde kutlanmasına oldum olası karşıyımdır. Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü, Kadın Hakları Günü, Orman Haftası ve benzeri gün ve haftaların, kutlanan konunun tahfif edilmesi olduğunu düşünürüm. Sanki gelecek yıl aynı târihe kadar geçecek üç yüz altmış dört gün veya elli bir hafta içinde önemi yokmuş gibi bir algı oluşur.
Ekim ayının ilk haftası (1-7 Ekim) “Câmiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanıyor. 1986 yılında “Câmiler Haftası” adıyla başlatılan bu uygulama, 2003 yılında şimdiki adını aldı.
Peki böyle bir haftaya ne gerek var? Câmilerimiz günde beş vakit ezan ile varlığını ve önemini hissettiğimiz mâbetlerimiz. Kimimiz Cuma’dan Cuma’ya, kimimiz bayramdan bayrama, kimimiz sâdece cenâzede avlusunda dikilmek için gitsek de câmiler az ya da çok farkında olduğumuz mekânlar. Câmilerde görevli imam, müezzin ve hatipler de bu farkındalıktan paylarını alıyorlar.
İki önceki Cuma hutbesinin konusu da “Câmiler ve Din Görevlileri Haftası” idi. İmam efendinin hutbe sırasında okuduğu metnin ana fikri “câmi merkezli bir hayat” idi. Hâyatımızın merkezinde câmilerin olması gerektiği vaaz edildi.
Bir câmi nasıl merkez olabilir?
Diyânet İşleri Başkanlığımız, mânevî hayâtımızın güçlenmesi için uygun olan mekânların câmiler olması gerektiği konusunda bir söylem ortaya koyuyor. “Câmiler hayâtımızın merkezi olmalı” diyor. Ama bunun nasıl yapılacağı, sorusunun cevâbı yok. İnsanların günlük alışveriş ihtiyaçları, sosyalleşme ihtiyaçları, eğlence ihtiyaçları câmilerde nasıl karşılanacak? Kaldı ki, bu gibi ihtiyaçların çok daha fazlasının karşılandığı AVM’ler varken ve sayıları her geçen gün artarken, insanları AVM merkezli bir hayattan, câmi merkezli bir hayâta nasıl yönlendireceğiz? Bu sorunun cevâbı, birçok “nasıl” sorusunun cevâbı gibi, verilmiyor.
Câmilerin hayâtın merkezi olduğu dönemlerde, câmiler sâdece birer mâbed değildi. Daha doğrusu hayâtın merkezi, tek başına câmi değil, câminin içinde bulunduğu külliye idi. Fâtih Külliyesi, Süleymâniye Külliyesi, Selimiye Külliyesi gibi âbideyi örnekler başta olmak üzere, şehir plânlamaları bu anlayışa göre yapılıyordu. Sosyal hayat, câmi etrâfında düzenleniyor ve yaşanıyordu.
Şimdi ise bâzı târihi câmilerimizin etrâfındaki sosyoekonomik hayat sebebiyle câmilerimizin görünürlüğü bile azalmış durumda. Aklıma ilk gelen birkaç örneği vereyim. İstanbul Ortaköy’e kumpir yemek için gelenlerle Ortaköy Câmii’e girenlerin sayısı arasındaki Ortaköy Câmii aleyhine fark ortadadır. Aynı fark Ankara Kocatepe Câmii ve alt katındaki alışveriş merkezine gelenlerin sayısında da görülür. Diğer bir örnek de Galata Port ve İstanbul Modern’in yeni binâları sebebiyle sâdece kubbesi ve minâresi gözüken Nusretiye Câmii’dir.
Ya câmiden çıkınca
Câmilerimizi AVM’lerle rekâbete sokacak hâlimiz yok. Hayâtıımızın merkezinde câmilerin olması da, bütün sosyal faaliyetleri câmilerde yapmak demek değildir. Bu açmazdan çıkmak için belki de, câmi ve din bağlamını daha da genişleterek dini sâdece bir ibâdetler ve emirler-yasaklar sistemi olarak görmeyi bırakıp, dinimizin getirdiği sosyal kuralları her mekânda ve hayâtımızın her ihtiyacının karşılanmasında geniş içerikli bir kılavuz görmeye başlayabiliriz.
İslâm’ı belli bir mekân dini olarak görmek, Protestan bir bakış açısıdır. İslâm sâdece câminin sınırları içindeyken değil, aksine câmiden çıkınca ve diğer mekânlarda da hayâtımızı düzenleyen kuralları getirmiştir.
Câminin içinde Müslüman, dışına çıkınca Protestan gibi davranmak, “câmi merkezli hayat” söylemi ile ortaya konmaya çalışılan hedefin önündeki en büyük engeldir.