Ne mutlu bana ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin 100'üncü yıl dönümünü de 29 Ekim 2023'te (inşallah) görebileceğim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 50’nci kuruluş yıldönümü 1973 yılında kutlandığında, ben Erzurum’da bir lise öğrencisiydim.

Ne mutlu bana ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin 100’üncü yıl dönümünü de 29 Ekim 2023’te (inşallah) görebileceğim.

Ülkemizin nereden nereye gelebildiğini anlatmak için verilecek binlerce örnek arasından hiçbirini diğerinden ayırmak gibi bir niyetim yok. Fakat, bana göre ulaştırma ve iletişim sektöründe gelinen nokta diğerlerinden biraz daha değerli olsa gerek. Osmanlı’nın Dahiliye Nazırı Halil Rifat Paşa’nın o çok sevdiğim sözü geliyor aklıma “Gidemediğin yer, senin değildir.” Bizim çocukluğumuzda otobüs ve tren en yaygın ulaşım araçlarındandı.

Erzurum’dan, memleketim Trabzon’a otobüsle sabahtan akşama kadar süren karayolu seyahati kabus gibiydi. Uçak veya havayolu ulaşımı vardı, ama henüz ‘halkın yolu’ değil, hep zenginin yoluydu. Bunun halka ait olması için aradan 40 yıl gibi bir zamanın geçmesi gerekecekti.

Trenin önüne acıkmıştır diye ot koyduğu rivayet edilen yoksul Anadolu halkına, ‘Hiç değilse ömründe bir defa olsun’ havayoluyla seyahat edebilmesini bir büyük nimet gibi sunmuştu birileri.

“Nurlu ufuklar, büyük Türkiye” diyerek ‘Her ile bir havalimanı” sloganıyla işe başlayan o günkü siyasi iktidar 1973 yılında birçoğu daha önce yapılan 21 havaalanına ancak ulaşabilmişti. 2002 yılına gelindiğinde 39 olan havalimanı sayısı 2023 yılında 58’e ulaştı, fakat bu havalimanlarının birçoğu da ne yazık ki çok düşük yolcu sayılarıyla idare ediyor. Halkın satın alma gücü giderek düştüğü için oralara daha az sefer konuluyor, vatandaş uçağa binmekten mecburen uzaklaşıyor. Havalimanı olmayan iller “Hani bana havalimanı” (Halk değil, ticaret odaları veya belediyeler) diye sıraya girerken, çapraz uçuş denilen bölgesel uçuşları yapacak uçaklar da olmadığı için bir Erzurumlu Trabzon’a havayoluyla gitmek için ancak Ankara üzerinden dolaşmak zorunda kalıyor.

Havayolları iç hatlardan zarar ederken (Tek yön 1599 TL tavan fiyata rağmen) düşük sezondaki sembolik fiyat indirimi sözde kalıyor, fiyatlar tavanı da deliyor.

Milli havayolu şirketimiz dünya çapında başarılara imza atıp, kamu şirketi olma sorumluluğunu da mümkün mertebe ifa ederken, özel sektörde ise sadece iki şirket iç hat uçuşu yapıyor. Diğerleri iç hat tarifeli uçuş izni olmasına rağmen sadece yurt dışı turistik uçuşla yetiniyor.

85 milyonluk nüfusuyla, 783 bin 562 km. karelik geniş bir coğrafyada bulunan ve 100 yıllık mazisi olan Türkiye’nin toplam uçak sayısı ancak 650 adedi buluyor. (Bu uçakların üçte ikisi de THY’nindir). Bu sayı, birçok yabancı havayolu şirketi filosundan daha da azdır. Geriye dönüp baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 50’nci yılında havayolu sektöründe hiç özel şirket yoktu. Tek şirket olan THY’nin filosunda ise 6’sı F-27, 5’i F-28, 1’i DC-10, 7’si DC-9, 4’ü B 707 ve 3’ü de DC-10-10 olan 3195 koltuklu toplam 26 uçağımız bulunuyordu. (Bilgi için Sayın Çetin Özbey ağabeyime teşekkürler.) Cumhuriyetin son 20 yılında yolcu sayısı çok, geliri fazla olan havalimanlarını özel sektöre, ‘Yap-İşlet- ve sonra devlete- devret (Bu yöntemle bu meydanlar hep özel sektörde kalır, devlete hiç dönmez) diyerek kiralama yolunu seçip acaba doğru mu yaptık? Bunu da tartışmalıyız!

Bu havalimanlarının hepsi devletten çok işletmeci şirketlere para kazandırıyor.

Örnek vermek gerekirse, Kütahya Zafer Havalimanı’ndan sonra, sırada bir türlü bitirilemeyen Çukurova Havalimanı var.

Devletin, bayrak taşıyıcı şirket dışında havayolu işletmemesi gerekirken şimdi Anadolu Jet’i A Jet adıyla yeni bir şirkete dönüştürmek üzereyiz. Bunun yerine özel havayolu şirketleri teşvik edilmeli ve THY ile rekabet edebilir hale getirilmeli.

Rekabet kalite getirmezse de ucuz fiyat için kapı açar ki, bu da enflasyonun pür perişan ettiği dar gelirliye yarayacaktır.

Sosyal devlet, halkının çıkarını ve refah düzeyini düşünen bir devlet olmalıdır.

Bu konuyla ilgili olarak devletin el kitabı olan Anayasa’da yazılı maddeleri teker teker eksiksiz olarak hayata geçirmek her hükümetin asli görevlerindendir.

Ulaştırma da bu görevlerden biridir.

Tabi ki, ilgili bakanlık ve müdürlükler bu görevi ulaştır-ma diye anlamamalı.

Çok ve büyük havalimanı yapmaktansa daha çok insanımızı otobüsten uçağa terfi ettirmek 100’üncü yılını idrak eden Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumlulukları arasında olmalıdır. Bunu yapamazsak 100 yılda bir arpa boyu yol gidememiş oluruz ki, bu da bize hiç mi hiç yakışmaz.

Nice 100 yıllara Türkiye’m…

[email protected]

—————————————————————

Türk dizi filmleri tanıtımda etkin oldu

İstanbul, yabancıların cazibe merkezi

Turizmi daha geniş bir zamana ve alana yaymanın gayreti sonuçlarını veriyor. Bu yılın ilk altı ayında Türkiye’ye gelen turist sayısını açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy "İlk 6 ayda ziyaretçi sayısı yüzde 17,5 artışla 22 milyon 945 bin kişi oldu" derken bunun ne anlama geldiğini de dile getiriyordu.

Kimin, ülkemize neden geldiğini sektör mensuplarının açıklamalarından daha iyi anlıyoruz. Türkiye’nin en fazla turist alan bölgeleri arasında İstanbul da çok önemli bir yer tutmaya başladı.

Kurtuluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladığımız İstanbul’un, tarihi bir kent olmasının yanı sıra, Türk yapımı dizi filmlerin yurt dışına ihraç edilmesi de turist sayısının artışına sebep oluyor. Bu yıl ilk kez düzenlenen İstanbul Turizm Fuarı’nda konuşan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul’un Türkiye’nin dünya çapındaki en büyük markası olduğuna vurgu yaparak “Bu şehirde var olan iyilikler, var olan güzellikler, burada üretilecek, dünyaya servis edilecek güzel başarılar, inanınız ki bütün dünyayı pozitif etkileyecektir.” dedi. Turizmin, ülkelerin dünyaya dönük itibarını yükselten bir saha olduğunu belirten İmamoğlu, “İtibarımıza bu kadar etki eden bir sektörün her anına gözümüz gibi bakma, itinayla davranma, zorunluluğumuz vardır” diye konuştu

Aynı fuarda düzenlenen “Ekonominin Yumuşak Gücü: Hizmet İhracatı” adlı panelde konuşan Med Yapım Televizyon ve Filmcilik A.Ş. Kurucusu Fatih Aksoy, “Dizi film ihracatının 15 yıllık tarihi var. Bu süreçte dünyada en çok izlenen diziler Türk dizileri. Bir Türk dizisi 140 ülkeye ihraç ediliyor ve 800 milyon tekil insan tarafından izleniyor. Amerika’dan sonra dünyanın en büyük ikinci dizi film ihracatçısı ülkeyiz. 140 ülkede reklam panosuyuz. 2 yıl önce marka sansürünü de kaldırdık. Artık, Türk ürünlerini daha fazla gösterme şansımız var.” dedi.

Hedeflerinin Çin pazarına da dizi film ihracatı yapmak olduğunu ifade eden Aksoy, böylece Çin’den gelen turist sayısının artabileceğini söyledi. Aksoy “Birkaç yıl önce Batı basınında Türkiye ile ilgili kötü bir intiba vardı. Katı bir yönetimin olduğu gösteriliyordu. Biz dünyadaki insanlarla bağ kuruyoruz. Bir ülkenin herhangi bir şeyini gördüğünüzde olumlu bir ön yargı geliştirirsiniz. Türkiye yurt dışındaki kötü intibaını hizmet ihracatıyla aştı. Bu imaj bugün doğru bir yerde. Turizmde iyi gidiyoruz. Önümüzdeki yıllarda bunlar katlanarak artacak.” diye konuştu.

İstanbul’a gelen turistlerin önemli bir bölümü dizilerde gördükleri yerleri ve rol alan sanatçıları görebilmek için geliyor.

Dizilerin çekildiği Etiler, Bebek ve Nişantaşı gibi yerlerin yanı sıra dizilerin setlerine geziler düzenleyen turizmciler bunun çok ilgi gördüğünü dile getiriyor.

İstanbul’a bu yılın ilk altı ayında 7 milyon 903 bin turist geldiği ve haziran ayında da bu sayının 1 milyon 627 bin olduğunu resmi rakamlar söylüyor. Bu rakamlara göre ilk sırayı Ruslar alırken, onları sırasıyla Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Suudiler, İngilizler ve İtalyanlar izliyor.

Ayrıca, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun yaptığı tespitlere göre ülkemize öğrenim, turizm, yatırım, çalışma ve ticaret gibi amaçlarla gelmiş 1 milyon 174 bin 13 yabancı da ikamet veya çalışma izniyle kalmaktaymış.

Dünyanın en önemli geçiş noktasında olan İstanbul’a farklı amaçlarla gelen yabancı sayısının giderek yükseleceği ve mega kentin turizmden aldığı payın da daha fazla artacağı kesin bir gerçek. Bu iş için gayret gösteren Kültür ve Turizm Bakanlığı, Turizm Geliştirme Ajansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve TÜRSAB’ın daha da başarılı bir sonuç alınabilmesi için ortak hareket etmesi kaçınılmaz gerçek. Emek veren herkesin eline ve emeğine sağlık.