Her ölüm anidir.
Her ölüm anidir. Beklenmediktir. Sarsıcıdır. Sarsıcılığı, vefat edene yakınlık derecesi belirler genellikle. Bazı ölümlerin sarsıcılığı ise yakınlık derecesini aşar; akrabalarını, dostlarını, arkadaşlarını aşar, daha geniş bir çevreyi içine alır. Bunda en önemli etken vefat edenin tanırlılığıdır denilebilir. Ancak tanırlılığından ziyade nasıl tanındığı belirleyicidir...
Yeri gelmişken ölümün bizatihi kendisine dair bir noktaya dikkat çekmekte fayda var. Her şeyden önce ölümle ilişkimizin sahih bir zemine dayanmadığını söylemek gerekir. Belki bu kaygan zeminde patinaj yapmamızın nedeni dünyayla kurduğumuz irtibat biçimidir. Dünyanın geçiciliğine dair inancımız net. Ebedi âleme geçişte bir durak. Ölüm ise, dünyadan ebedi âleme geçişte bir eşik. Ancak yaşayış tarzımızdan hareket edersek ebedi âlem yerine ikame edilmiş bir dünya kabulüne varmamız şaşırtıcı olmayacaktır. Söylemeye dilim varmıyor ancak ölüme dair medya dili git gide bir inanç haline geliyor. Ölümü bir eşikten ziyade bir son olarak, 'korkunç son' olarak algılama eğilimindeyiz artık. Sarsıcılığın bir nedeni de örtük vaziyette bulunan 'korkunç son'dur! Unutulmaya terk edilmiş, hatırdan çıkarılmış o korkunç son ne yapıp etmiş, kendini hatırlatmayı başarmıştır! Bu bakımdan insan her ölümden biraz da kendine pay çıkarır. Kaçınamayacağı o son kendisine biraz daha yaklaşmıştır. Bir şimşek çakmış, o uğursuz düşünce, bir gün öleceği düşüncesi alttan alta gün yüzüne çıkmıştır! Bu açıdan pay çıkarır kendisine... Ama ders çıkarmaz!
Her soluyuşta, canlılıktan biraz vazgeçer ve ölümü biraz içine çeker insan.
***
Yeni Şafak Yazarı Akif Emre ağabey vefat etti. Kendisini Bilim Sanat Vakfı'nda tanıdım. Medya analizi dersi veriyordu. Derslerini takip ettim. Yazılarını okudum. Sonra gazeteci olarak görüşlerine başvurdum. Ortak dostlarımız vardı. Yönettiği Dünya Bülteni'ne arkadaşları ziyarete gittiğimde de sohbet etmişliğimiz vardı. Yakınlık hissederdim ama yakınında değildim.
Vefatı üzerine çok şey söylendi. Çok şey yazıldı çizildi. Gördüğüm kadarıyla Hamit Can ağabey gibi o da özellikle kıyıda, kenarda durmayı tercih etti, bugünlerde pek de dikkate değer görülmeyen mesafeyi önemsedi, olanı biteni hakkıyla görmek, anlamak ve anlamlandırmak için bir mesafe bıraktı. Araziye uymadı, akıntıya kapılmadı. Esaslı ve kapsayıcı yazılarıyla yol gösterici oldu.
***
Vefatından sonra yapılan değerlendirmelerde herkes farklı ifade etse de birçok ortak nokta var: Bıraktığı mesafe. Duruşu ve günlük politikadan uzak, esaslı konuları irdelemesi. Şartlara göre eğilip bükülmemesi. Rüzgâra kapılmaması. Akıntılara karşı direnmesi.
Bunlar, Akif Emre Ağabey’i anlatmak için kullanıldı, kullanılıyor. Tüm bu niteliklere olumlu anlamlar yüklendiğini söylemeye gerek var mı, bilmiyorum. Ancak bu olumlu hasletlere işaret eden çoğu kimse, bugüne kadar ki duruşlarıyla tutumlarıyla ve güçle kurdukları ilişki biçimleriyle yanlışların içinde bulundular, hala da bulunuyorlar (Dilim varmıyor, riyakârlık demeye). Yanlışların farkına vardıklarına göre, yanlışların terki beklenir. Biraz samimiyet, hakikate biraz saygı. Her şeyden, herkesten önce kendi yazıp çizdiklerinize, söylediklerinize karşı samimiyet.
Ne var ki samimiyetsizlik her yerde. Akif Emre üzerine yazılan yazıları okumak istediğimizde de karşımıza çıktı. Yazıyı tıklıyorsunuz ama faiz reklamını seyretmeden yazıya geçemiyorsunuz…
Riyakârlık bu kadar yaygınken samimi, dürüst bir adamın vefatı elbette sarsıcı olur. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah…