Türkçe için esas uzmanlık alanını bırakıp ömrünü vakfeden rahmetli Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu'nun şu sözu çok önemlidir: "Bir millet her nesilde yeniden doğar".
Toplumsal kurumlar serisinin ilk iki yazısında âile, eğitim ve ritüel kurumunu ele almıştım. Özellikle eğitim kurumunun hem resmî eğitim kurumları, hem de âile ile olan ilişkisi bağlamında işlev zâfiyeti olduğuna dikkat çekmiştim. Bu zâfiyet, toplumdaki bireylerde bir eksik tamamlama refleksi oluşturmaktır. Bu refleks telaş ile birleşince, bundan yararlanmak isteyenler hiçbir yeterlilik sorgusuna muhatap olmadan "eğitim" adı altında programlar düzenlemektedir. Ama bu programlar, okul derslerinin sıkıcı ve itici isimlerinin aksine, kulağa hoş ve etkilieyici gelen isimlerle yapılmaktadır. Nedense kulağa hoş gelmesindeki en yaygın tuzak da İngilizce başlıklar kullanmaktır.
Sübliminal dil mesaji
İşte meselenin bam teli tam da burada tınlıyor. Türkçe için esas uzmanlık alanını bırakıp ömrünü vakfeden rahmetli Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun şu sözu çok önemlidir: "Bir millet her nesilde yeniden doğar".
Oktay Hoca çok haklıdır. Bu doğum dil ile olur. Biz de Türkçemiz ile her nesilde ve her gün yeniden doğuyoruz. Ama bu doğuma müdahale edenler var. Bunu da uzun yıllardır ve ustalıkla yapıyorlar. Artık son aşamasına geldiler, diyebiliriz. Hiçbir şey olmuyormuş gibi yapıyorlar. Farenin bebeklerin kulağını yerken üfleyip uyuşturması gibi (birkaç kişi hâriç) hiç kimseyi rahatsız etmeden yapıyorlar. Hatta bunu kendilerine yapmıyor. Bu ülkenin, yabancı hayranlığı ile mankurtlaşmış insanlarıyla yapıyorlar. Yetmiyor bunun üstüne para bile kazanıyorlar. Kendi kültürünü satan çoğunluk, bunun için üstüne para veriyor ve bunu “en iyi yapmak” için birbirleriyle yarışıyorlar.
İstanbul’un en muhafazakâr bölgelerinde bile hastâneler "hospital", güzellik merkezleri "beauty center", tekel bâyiileri "tobacco shop", et lokantaları "steak house" olarak açılıyor. Televizyondaki programlarda İngilizce kelimeler sanki kırk yıldır TDK sözlüğünde varmış gibi, rahatça kullanılıyor.
Bir karış toprak, bir kelime
Millî hassasiyetlerimiz bir karış toprak kaybına bile tahammül edemezken, sözlüğümüzdeki kelimelerin kaybı hiç tepki almıyor. Kaybedilen toprak misliyle alınır, ama giden kelimenin telâfisi olmaz. Kelimenin üzerine oturduğu kültürel kodlar da o kelimeyle birlikte gider. O kültürel kodlar bizim diğer toplumsal kurumlarımızla bağlantılı olduğu için onlar da zarar görür.
Türkçe her zaman başka dillerden kelime almıştır ama “Türk dil zekâsı” onu devşirmiş ve yerelleştirmiştir. Şimdi ise yabancı kelimeler devşirilmeden, Türkçeye uyumu sağlanmadan medya organlarında kullanılıyor. Sosyal medyada yazılanları anlamak için İngilizce okuyup yazmak ve hangi harfin nasıl okunduğunu bilmek gerekiyor. Ama Türkçe söylemini geliştirmeden hatta Türkçesi varken, göstere göstere İngilizcedeki yazılışıyla kullanmak, kültürel hâinliği mâsum hâle getiriyor.
Hani Harf Devrimi!
Arapça tabelalar için gösterilen tepkinin gölgesi bile İngilizce tabelalara gösterilmedi. Birçok olumsuz sonucuna rağmen, artık vazgeçilmez gerçeğimiz olan ve Harf Devrimi ile kullanmaya başladığımız Latin alfabesi bile, Türkçeye uyumlu hâle getirilerek kullanılmıştır. Alfabemizde “W”, “X”, “Q” harfleri yoktur. Lafa gelince Atatürkçü olduğunu ve O’nun izinde olduğunu söyleyenler, Atatürk’ün koyduğu alfabeyi kullananlara sessiz kaldıkları gibi kullananlara tepki göstermemektedir.
Bu göstermelik Atatürkçülerden gelecek hayır Allah’tan gelsin. Ama bir tarafta özüne ve köklerine dönmek iddiasında olan kesimin, bu dönüş yolunu neden Londra’dan geçtiğini görmek acı veriyor.