Niye veya neden yazdığımı hiç sormadılar bana.
Niye veya neden yazdığımı hiç sormadılar bana. Karşılığında ne elde ettiğimi ne kazandığımı sordular hep. Yazmanın yorucu bir iş olduğunu, vaktimi buna harcadığım için bir anne olarak çocukları ihmal edip etmediğim sorgulandı. Evin işi, yemek, çamaşır, temizlik bunlar zaten çok fazla zamanımı alırken bir de yazdığım için kafamı yorduğumdan dolayı gereksiz görüldü yazmak. Oysa elimde kumanda kadın kuşağında aile içinde olan biten tuhaf ilişkileri izlemeliydim. O zaman daha çok haberim olurdu ülkemden. Ya da yemek programlarında kim hangi yemeği nasıl yapmış, kim kime ne demiş tüm bu akışı takip edip hayretlere düşmeliydim.
Kendimi dinliyorum
Çok da farkında olmadığımız bir gürültü içindeyiz. Kafamızın içindeki karmaşa, koşturma ile kendimizle yarenlik edemediğimiz bir hâl içindeyiz. Hatta hâlimizi bile göremeyecek şekilde bir hızın içindeyiz. Bir el bizi arkamızdan sürekli itiyor ve hızla hiç durmadan bu gürültü ve patırtının içinden geçerek akşamı edip gece zor bela yatağa atıyoruz kendimizi. Namazda dahi bir sonraki ev işini, ocaktaki yemeği, ödenecek faturaları, çamaşır makinesindeki çamaşırları düşünürken namazı kılmış gibi yapıyoruz. Yemek yerken tadına varamıyor, kahveyi yudumlarken keyfini alamıyoruz. İşte ben tüm bunlar yüzünden yazıyorum. Biraz durup kendimle baş başa kalabilmek için. Bir nebze de olsa nefes alabilmek için. Kendimi duymaya ihtiyacım olduğu için yazıyorum.
Hakikati arıyorum
Ben niye yazıyorum diye kendime her gün sormadığımı mı sanıyorsunuz? Ben yazarak anlam arıyorum. Yaşadıklarıma anlam veren kelimeleri arıyorum. Kendi hikâyemdeki hakikati arıyorum. Şu âlemdeki varlık sebebimi öğrenmeye çalışıyorum. Hâlâ arıyorum hâlâ soruyorum. Bu sorgu hiçbir zaman bitmeyecek bunu biliyorum. Beni yaşatan da işte bu sorular ve soruları ararken peşinden gittiğim hakikat ışığı. Bir fizik âlimi için galaksileri araştırarak hakikate o yoldan ulaşmak nasıl heyecan vericiyse benim için de kelimelerin varlığıma kattığı etkileri gözlemlemek ve kendimi yeniden inşa edebildiğimi görebilmek bir o kadar heyecan verici. Eğer bu satırlarda yazdıklarımı insanlara ulaştırabiliyor ve onların dünyasında bir yer alabiliyorsam insan olarak hakikate bir adım daha yaklaşmış olmanın derin hazzını yaşıyorum.
Mağaradan hep birlikte çıkalım
Uyursam hiç var olmamış olmanın azabını çekmekten korkuyorum. Bu yüzden yazmakla kendime uyanık kalmayı salık veriyorum. Her bir kelimede gökten inen ayetler misali kendimde bir aydınlanma yaşamayı umuyorum. Aydınlığa kavuştukça karanlığımızı hep birlikte yarabileceğimize inanıyorum. Bu karanlık sadece benim değil ki! Hepimizin içinde olduğu tembellik, uyuşukluk, rahatlık, konfor hastalığından kurtularak gerçek ışığa kavuşmayı diliyorum. Araştırmanın ve öğrenmenin verdiği o eşsiz duyguyu hayretle taçlandıracağımız günler için, mağaradan çıkacağımız ve kavuşacağımız o aydınlık günler için yazıyorum. Her karanlığın sonrasında aydınlık mutlaka vardır. Sonsuz karanlık sonsuz aydınlık olamaz. Bu farkları ve zıtlıkları anlamak ve idrak etmek için kendime yazıyorum. Çünkü önce ben yeterince yazdıklarıma inanmalı ve yaşamalıyım ki hakikat gününde yüzünüze bakacak gücüm olsun. Yazıyorum çünkü yazdıkça hakikate bir adım daha yaklaşıyorum vesselam.
BABAM VE BEN
Sevgili yazar Sevilay Acar’ın yeni çıkan kitabı “Babam ve Ben” bugün her biri kendi alanında tanınan psikiyatri ve pedagoji alanındaki uzmanlarla yapılan röportajlardan oluşan bir kitap. Baba ve oğul ikilisi üzerine ne yazılsa azdır. Dünya var olalı beri bu ikilinin arasındakiler birçok sanat ürününe konu olmuş. Baba ve oğul arasındaki iktidar savaşları zamanla yerini tatlı hatırlara bırakırken babanın yaşlılığı, kaybı erkek çocukları üzerindeki etkisi ve daha birçok duyguyu satır aralarında bulabileceğiniz gerçek kesitleri okuyucuya ulaştıran bir armağan. Belki bir adım sonrasında Sevilay Acar, "Baba ve Kızları" adında bu kitabın serisi olacak şekilde röportajlardan oluşan başka bir yayın hazırlığına girişir. “Babam ve Ben”de Prof. Dr. Özcan Köknel, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof Dr. Nevzat Tarhan ve Pedagog Ali Çankırılı’yla yapılan sohbetlere davetlisiniz.
KADIN
Bir anne, bir kadın, bir eş dünyanın yükü saçlarının örgüsüne bağlanmış çözülmüyor. Her sabah aynı ağırlıkla kalkıyor umuda. Yüklerine yük eklemiş Güneş'in doğuşuna kadar. Rüyaları not defteri, yapılacakları sıralamış zihnine. Tek başına dimdik meydan okumak düşmüş ellerinin izlerine. Yüzünün çizgilerinde kararlılığın derin manaları saklı. Sözlere yükleyecek anlamları yaşamadan hayat demeyen bir insan kadın. O kadar çetrefilli bir o kadar da sade bir düş kadın. Anlaşılmak mı? Limana yanaşan sonra yük yükleyip tekrar uzaklaşan gemiler gibi kalıcı olmayan bir duygu onun için. Mavi ufkun kesiştiği yerde yeni bir güne seslenen kadın. Ondadır bitmeyen şefkat, sabır ve yürek çarpıntısı. Bir senfoni kafasının içinde çalarken dalar uykuya. Bazen de bir kuşun cıvıltısında yeni açan erguvanlar gibi rengârenk güler. Gün gelince de kendi kazdığı toprağa hikâyesini bırakır. Kelimelerden, satırlardan yepyeni suretlere taşınan hatıralar canlansın diye. Sevgiyle..
İŞLERİNİ SEVDİREBİLİRİZ
Hepimizin bir işi, bir mesleği veya bir uğraşı var. Kimi işini severek yapıyor kimisi de sevmeyerek zoraki yapıyor. Bunu mesleğini icra eden kişinin halinden, tavrından, hâl ve hareketlerinden anlayabiliyoruz. İşimizi yaptırdığımız veya muhatap olduğumuz kişi işini sevmiyorsa karşı tarafa da bunu yansıtarak hissettiriyor bu yüzden de yapılan iş ve iletişim kurulmaya çalışılan kişiyle sağlıklı bir bağlantı oluşmuyor maalesef. Ancak bizler belki bu konuda karşı tarafa kalbi bir bağ kurarak işini sevmesine yardımcı olabiliriz. Her gün ekmek aldığınız fırıncı, alışveriş yaptığınız marketteki kasiyer veya veznedeki bankacı ya da bir iş yerinin sekreteri ya da kuryeyi güler yüzle karşılayabilir işinin ne kadar önemli olduğunu hissettirebilir ve bunu anlatacak cümleler kurabiliriz. Küçük sohbetler ederek yaptığı işin ne kadar da önemli olduğunu vurgulayabilirsiniz. Mesela kapınıza gelen kuryeye havanın bugün soğuk olup olmadığını sorabilirsiniz. İşlerinin ne kadar zor olduğunu, canla başla çalışarak bu salgında birçok kişinin eli ayağı olduğunu söyleyerek onu duayla gönderebilirsiniz.
ARTI EKSİ
Artı
Türk Aşısı
Cumhurbaşkanımızın iki gün önce salgının gündemine dair yaptığı açıklamalar arasında yerli aşıyla ilgili sarf ettiği sözler evrensel bir anlayışı kapsıyordu. “Yerli aşımızı tüm insanlığın kullanımına sunmayı öngörüyoruz” demesi özellikle de aşıya ulaşmakta zorluk çeken ülkeler için bir umut olmuştur. Herşey yolunda giderse sene sonuna doğru kullanıma başlanacak olan aşının özellikle de Afrika gibi aşıya ulaşmakta büyük zorluk çeken coğrafyalarda kullanılacağını düşünebiliriz. Bunun yanı sıra Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarımızın aşıya ulaşmakta büyük zorluklar çektiğini daha önce de bu sayfada belirtmiştik. Onlar tarafından da aşımızın beklendiğini tekrar belirtelim.
Eksi
Otobüsler sarı olacak
İstanbul’da halk otobüslerinin de İETT bünyesine katılmasıyla bir bütünlük oluşturulmak amacıyla olsa gerek bütün otobüsler yeniden boyanacak. 16 milyon liraya mal olacağı söylenen bu dönüşüm için çok gerek var mıydı diye sormak isterim. Mavi olan halk otobüslerinin hemen hepsi o kadar eski ve bakımsız ki onları sarıya boyamak sadece makyajlamak olacak. Boyanacaksa da bütün otobüsleri boyamak yerine halk otobüsleri de erguvan rengine boyayabilir ve maliyetten tasarruf edilebilirdi. İçime sinmedi bence şu anda gereksiz masraflara girilmemeli. Tasarrufa gidecek şekilde işler ilerlemeli.
KANAL İSTANBUL
Habercinin görevi taraf olmak değil, doğru ve yanlışları ortaya koyacak şekilde sorumluluk refleksi ile hareket etmesidir. Toplumun yararına olacak şeyleri görmezden gelmemesi gerektiği gibi toplumun zararına olabilecek şeyleri de gizlememelidir. Kanal İstanbul projesi ile ilgili bir belgesel hazırlamış olan sağ cenahtan bir TV kanalı projeyi överken delillerle güçlendirmek için bilim adamı jeolog Celal Şengör’ün bir röportajından kesit alıyor. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Kanal İstanbul’un depremi tetikleyeceğini ima eden açıklamasına karşın Şengör böyle bir şeyin bilimsel olmadığını ifade ediyor. Ancak devamında da ekliyor; kanalın yapılacağı yerin yakınındaki yerleşim yerlerinin deprem olması halinde etkileneceklerini söylediği kısım ekranlara gelmiyor. Dönüp bakıyoruz bu kez başka bir TV kanalı bu projeyi yerden yere mesnetsiz bir şekilde vuruyor. Ne o ne de bu! Gazeteci doğru soruları sorarak habere konu olan olayla ilgili bütün şüpheleri ortadan kaldıracak şekilde vatandaşın önünü açmalıdır. Medyanın amacı seçmenin kafasını karıştırmak değil olabildiğince berraklığa kavuşturmaktır. Medya ve Demokrasi ilişkisinde sağlıklı iletişim, haber etiğine uyulduğunda işler.