Kurban Bayramı tatili bitti.
Kurban Bayramı tatili bitti.
Hiç değilse yoğun geçen bir senenin ardından az da olsa nefes alabildik.
Geçen senelere oranla bayram yolculuklarında yaşanan trafik kazaları da önemli oranda azalmış durumda.
Bu da sevindirici bir haber.
Bayram tatilinin bitmesiyle birlikte bu köşenin sahibinin de tatili bitmiş oldu.
Cümleten hoşgördük!
***
Kurban Bayramı’na “katliam” gibi bakan ama masalarındaki tabaklardan etleri eksik etmeyen bir kesimin bu sene sesi çok fazla çıkmadı sanırım.
Vejetaryen ve vegan arkadaşları saymıyorum, hiç değilse onlar bu bahsettiğim güruha göre daha ilkeliler!
Hem etleri yiyeceksin hem de sırf İslâm’dan nefret ettiğin için ne tarafa çamur atsam diye yırtınıp duracaksın…
E haliyle bunun adına da ilkesizlik derler.
Ama bu sene bu arkadaşların sesini pek duyamadık…
Herhalde et yemekten fırsatları olmadı, canı gönülden afiyet olsun.
***
Velhasıl ilk yazımın konusuna gireceğim, hazır zihnim on günlük tatilde berraklaşmışken bu fırsatı kaçıramam.
Berraklaşmanın sırrını soranlara; zaten köşenin diğer bölümünde de göreceğiniz gibi gündemle hiç ilgilenmedim.
Desem de inanmayın… Çünkü Instagram’dan ve Twitter’dan gözüme sokulan her türlü ayrıntıdan kaçmayı başaramadım.
Şöyle ki…
30 Ağustos.
İstisnasız hepimizin Zafer Bayramı…
Bağımsızlığımızı, milliliğimizi ve özgürlüğümüzü kazandığımız gün.
İstisnasız bir şekilde bu Zafer Bayramı hepimizin bayramıyken bunu kendi tekellerine almak isteyenler bu sene de oldu tabii.
Biz onların hallerine alıştık ama kendi hallerine bakacak olursak onlar o hallerinden memnun mu, bilemeyeceğim.
30 Ağustos gecesi barlarda, kulüplerde ve içki içilen tüm mekânlarda “İzmir Marşı” coşkuyla çaldı.
Çalmasına çalsın tabi… Kimsenin tek bir kelime söylemeye hakkı yok!
Ona tamam!
Ama çalarken buna eşlik edenlerin o hallerine iki çift laf edemezsem çatlarım.
Bir elde kadeh, diğer elde sigara gözler kapalı bir şekilde kadehler havaya doğru kaldırılıyor ve muhteşem bir illüzyon yaşanıyor!
Yahu… “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” demenin de bir adabı olmalı bana sorarsanız.
“İzmir’in dağlarında” bu şekilde “çiçeklerin açmayacağı” da malum…
E o zaman bu hareketler, bu tavırlar ne?
“İzmir’in dağlarında oturdum kaldım” derken hangi bar taburesinin üstünde olduğunun farkında mısın?
Ya da hangi hallere büründüğünün?
Değilsin!
Bu aynı zamanda o güzide marşa da haksızlık değil mi?
***
Önce Fenerbahçe Basketbol Takımı Avrupa Şampiyonu olunca tüm salon söyledi…
Sonra futbol stadyumlarında söylendi…
Şimdi de gece kulüplerinde, barlarda söyleniyor.
Söylenmesine, hep bir ağızdan eşlik edilmesine tek sözüm yok ama Mustafa Kemal’in mirasına da o kafayla pek sahip çıkılmaz.
Bir de 30 Ağustos’u bu şekilde kutlamak kural mı?
Başka türlü zaferimizi kutlayanları bu kesimin dışlamasına, hor görülmesine ne demeli?
Olacak iş mi?
***
Sorsan…
Anlatmaya çalışsan…
Anlamazlar!
Ama İzmir Marşı’nın asıl Kafkasya Marşı olduğundan bile bir haber olanlar, alkol kullanınca “Atatürkçü” olunabileceğini zannedenler, alkolü cumhuriyeti savunmakla özdeşleştirenler hangi kafadalar bilemiyorum ama…
Çalışılmış hareketlerin esiri oldukları kesin.
Ve bu çalışılmış hareketlerin kontrolü onlarda değil de daha başka ve büyük bir gücün elindeyse…
Bu hepsinden vahim değil mi?
***
Bildiğiniz gibi ben de seküler yaşam tarzına sahip olan biriyim.
Ama artık onların sekülerliklerinin tek ölçüsü var: “Mustafa Kemal’i tabulaştırıp onun üzerinden prim elde etmek ve kendi gibi düşünmeyenleri ‘Atatürk düşmanı’ olarak ilan etmek!”
O nedenle her ne kadar seküler olsam da Erdoğan’ı savunduğum için ben de aforoz edilenlerdenim.
Bu kadar katı, bu kadar keskin, bu kadar kapalı bir güruhla ne konuşabilirsiniz, ne anlatabilirsiniz ya da hepsini geçtim nefret hallerini hangi cümlelerle nötr hale getirebilirsiniz?
Evet birlik ve beraberlik önemli…
Ama birbirimizi anladıkça demeyeceğim…
Anlamasak, birbirimize saygı duymasak bile tahammül ettikçe ve bu tahammülü tebessümle taçlandırdığımız ölçüde birlik ve beraberlik önemli.
Ve 30 Ağustos…
Zaferimizin, bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün günü.
İşte 15 Temmuz günü bizden bu üç unsurumuzu almak istediler.
İşgal etmeye giriştiler!
Keşke bu kesimi 15 Temmuz günü de sokaklarda görebilseydik…
Hatta İzmir Marşı’nı söyleye söyleye çıkıp FETÖ’cü teröristlere karşı direnebilselerdi…
İşte asıl 30 Ağustos’a 15 Temmuz günü sahip çıkılabilirdi…
Yoksa oralarda buralarda ne kadar yüksek sesle söylersen söyle…
Nafile!
Arakan!
Arakan’da yaşanan insanlık dramını izliyoruz.
Aslında izleyemiyoruz, yüreğimiz parçalanıyor.
İzlediğimiz zaman da çıldırıyoruz…
Elimizden izlemek dışında başka bir şey gelmediği için!
***
Ama tüm bunlara rağmen…
Tüm dünya mazlumlarının yanında olduğu gibi Arakan’ın da yanında olan tek bir ülke var…
Türkiye!
Ne kadar gurur duysak, kalbimizin büyüklüğüyle ne kadar böbürlensek az.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Bangladeş’e yaptığı çağrı da önemli.
Bangladeş’e zulüm gören Müslümanları almasını, gereken yardımı bizim üstleneceğimizi söylüyoruz.
Bu anlamlı çağrıya kulak vermelerini de bekliyoruz.
***
Lakin…
Arakan’da yaşanan zulmü saptırmak isteyenlere de dikkat etmeliyiz.
Çünkü özellikle sosyal medyada Arakan’da olduğu iddia edilen görüntülerin çoğu film sahnesinden ya da başka yerlerdeki görüntülerden alınıyor.
Bu Arakan’da zulmün olmadığını göstermez.
Ama bu tarz sosyal medyayı kontrol etmek için ortaya dökülen hesaplara da dikkat edilmeli.
***
Bununla birlikte asıl mesele…
Arakan’da yaşanan zulmün Çin ve ABD çekişmesi olduğunu söylemek lazım.
Çin, Myanmar üzerinden petrol ve gazı kendi topraklarına aktarmak istiyor, bir pazar hedefliyordu.
Çin, Myanmar üzerinde nüfuzunu artırırken küreselci STK’lar Myanmar’a ilgilerini artırdılar ve 2012’den sonra ülkeye ABD’den yüklü paralar aktı.
Arakan’da Müslümanlara soykırım emrini veren partiyi de ABD’nin fonladığı ve desteklediği bariz ortada.
Seçimleri kazandıktan sonra ilk kutlayanın ABD olduğunu da görebiliyoruz.
ABD’nin ülkedeki nüfuz gücü de Çin’i geçmiş durumda.
İşte bu çekişmede ezilen, baskı gören ve soykırıma uğrayanlar ise Müslümanlar.
Bu çekişme paradigmasında Müslümanların yaşadığı acılar bizi derinden yaralıyor.
Ama ne olursa olsun Arakan’daki çığlığı tüm dünyaya duyurmaya ve yardımlarımızı oraya ulaştırmaya gayret edeceğiz.
Tatilde ne yaptım?
• BOL KİTAP OKUDUM: Tatile çıkmadan önce dediğim gibi gündemden uzak kaldım. Bolca roman, öykü kitabı okudum. Yılın bir bölümünde mutlaka siz de deneyin.
• DİYETE VE SPORA DEVAM: Bayram denince artık akla “baklavalar, börekler, sarmalar” geliyor. Bunların hiçbirine elimi sürmedim, birkaç dakikalık zevk için irademi satmadım, diyetimle ve sporumla bayramı geçirdim.
• AİLEYLE, SEVDİKLERİMİZLE BAYRAMLAŞMA: En güzel şey hatırlanmak belki de! Hatırlamak kötü (uzun bir konu, bir ara derinine ineriz) ama hatırlanmak güzel… Dolayısıyla tüm sevdiklerimizi hatırladığımız bir bayram oldu. En azından benim için.
• HERKESE İSMİYLE MESAJ ATTIM: Aranacak ve hatırlanacak çok kişi varsa… Hiç değilse bayramlarda gününüzün bir saatini ayırın ve toplu mesaj yerine insanların ismine özel mesaj atın. Ben öyle yaptım.
• EVDE VAKİT GEÇİRDİM: Çoğunlukla vaktim evde geçti. Öyle özlemişim ki kılımı kıpırdatmadan boş boş oturmayı… Spor yapmak ve kitap okumak dışında böylelikle ruhumu dinlerdim. Bu da size basit önerilerim arasında. Aslında hep yapmak istediğimiz şey değil mi?