Efendim, dün yazdığım yazının devamı niteliğinde aynı konuyu işlemeye devam...
Efendim, dün yazdığım yazının devamı niteliğinde aynı konuyu işlemeye devam...
Bahsi geçen o kamplar/barınaklar kesinlikle halkın kalabalık yaşadığı şehir merkezlerinde ve gözden ırak yerlerdeymiş. İmkanların kısıtlılığı, kültür farkı nedeniyle yaşanan sıkıntılar, bulaş kaynaklı hastalıklar, istediğini yiyememe hali, dil sıkıntısı vb. kaynaklı üzüntüler de epey sıkça yaşanırmış. İstediğiniz, kültürünüze göre bir yemeği ve hatta ekmeği dahi ağız tadıyla yiyememek de bunlara dahil.
Efendim, böyle bir ortamda yaşarken farz edelim ki iş biraz daha ilerlemiş ve size dair o süreç bir adım daha öteye gitmiş olsun. Yani ortalama üç ay gibi bir süre geçtikten sonra oturma izin (ikamet) belgesini almış olun. Peki, ondan sonra artık her istediğinizi yapabilecek misiniz? Hayır! Gene o kamptasınız. Bu sefer, 350 ile 600 küsur saat arasında değişen ve altı ay ile bir yıl arasında değişen bir süre boyunca o ülkenin ana dilini öğreneceksiniz. Bu şart mı şart!
Ama o dil kursu öyle bir kurs ki; içinde o ülkeye ait yaşam ve davranış kültürü bir paket halinde. Aldığınız eğitimin içine serpiştirilmiş. Emdirilmiş. Siz, o kursu bitirdiğinizde o yaşayacağınız ülkenin sadece dilini öğrenmiş olmuyorsunuz, orada yaşayabilmek için gerekli temel bilgileri de mecburen edinmiş bir hale geliyorsunuz. Ta ki, doktora nasıl gidildiğinden tutun da yemek yemeye, metroya, otobüse binmeye ve o ihtiyaçlarınızı giderirken izleyeceğiniz yol yordama, konuşma üslubunuza, davranış şeklinize kadar her şeyi. Aldığınız eğitim içinde, olağan şekilde.
Bitti mi, gene hayır! Siz şimdi sadece oraya uyumlu yaşayabilmek adına temel bir şeyler öğrendiniz. Ya sonrası ne? Size soruyorlar bu sefer .-isterseniz üniversite mezunu olun- "kendi branşınızda bir mesleği bu ülkede icra edecek misiniz?" Siz de diyelim ki doktorsunuz; "evet, burada doktorluk yapacağım" diyorsunuz. Onlar da; "hop o zaman, daha işimiz var sizinle" diyorlar! Ve siz, o iş koluyla ilgili olarak, oradaki uygulama kültürüyle ilgili bir eğitim daha alıyorsunuz. Bu üç hafta da, üç ayda olabiliyormuş. Kimi zamanlar daha da uzun. Yeterlilik vesaire konularda gündeme geliyormuş. O konuda bir onay yetkililerce verilirse, ancak o zaman size dönüp, "hadi şimdi gidin, mesleğinizi yapın birader" diyorlarmış. Ayrıca yukarı satırlarda bahsi geçen tüm zaman diliminde, o eğitimleri aldığınız süre boyunca da zorunlu masraflarınızı devlet karşılıyormuş.
Avrupa ülkelerinin çoğunda mültecilere, göçmenlerin kabulüne, ilk adımlarına dair edindiğim bilgiler ana hatlarıyla bu yönde. İpi sıkı tutuyorlarmış hasılı. Her ipini kopartan gelip, barınamıyormuş. Öyle bizdeki gibi biraz aşırı duygusallık yok anlayacağınız! Kanun ne ise uygulama da harfiyen o yöndeymiş! Şimdi bazılarınız; "Abov, yahu çok masraflı işmiş o işler, bizler bu işin altından nasıl kalkarız, maliyeti ağırmış " der mi, der! O vakit ben de işi başa sarar ve şu soruyu sorarım; "toplumsal huzursuzluğun bedelinden daha ağır, daha öte mi olur o maliyet, bedel?" Ha, yine ülkemizde son 25 yıldır işlenen bazı büyük ses getiren terör olaylarının faillerine, yardım yataklık edenlerine, onların profillerine de bir zahmet bakıverin derim. Yüzde kaçı yabancı uyruklular kaynaklı mesela? Bir de, hesap kitap yaparken, o tür terör olaylarının turizme ve ekonomiye yansıyan maliyetini de göz ardı etmeyin...
Sonra, o tür terör olaylarından her birinin ülke olarak bizlere maliyetini göz önüne getirin, sonra da üstüne toplumsal gerginlikleri, huzursuzlukları da ekleyin bakalım nasıl bir tablo çıkacak karşınıza. Bu tür işlerde artık ciddi bir 'filtre' sistemi olmalı. Bunun istisnası da olmamalı, hiç kimse kaçamamalı. Bu konuda duygusallık yapılmamalı. Yaşanılacak yer ile o insanlar bir şekilde uyumlu hale getirilmeli. Ülke güvenliği açısından da bu elzem.
Yine bu tür ortak insani dertler ve sıkıntıların çözümü noktasında diğer dünya ülkeleriyle de (Müslüman ülkeler başta olmak üzere) daha etkin adımlar atılmalı, yükler paylaşılmalı. Aksi halde bu tür mültecileri, göçmenleri kabul sonrası 'istiap haddi fazlası yük alma, taşıma' kaynaklı türlü türlü kazalar, belalar kaçınılmaz olur! Kesin ve mutlak bir istiap haddi belirlemeli! Yükün sağlığı içinde ehemmiyetli üstelik bu...
Ha efendice bu ülkenin tüm vatandaşları gibi genel anlamda yaşayıp gidenler bu yazımızın hiç muhatabı değiller. Neden? Kardeşlik, insanilik, kadir kıymet bilmek, nankörlük etmemek gibi bazı erdemlerin şuurunda oldukları ve o doğrultuda davranıp, hareket ettikleri için. Ve burada altını çizeyim; satırlara konu yazımda ırkçı bir bakış açısı ile konuyu asla ele almadım. Alt yapısında kesinlikle 'faşizan' bir ışıltı yok! 'Kaşıntı' olmasın diye not düşeyim.
Son olarak diyeceğim şu; İnsaniliğin bağrına 'hançer' saplatmamalı. Ki, o insanlık var olduğu sürece, herkese bir gün, öyle ya da böyle lazım olacak. Bu yüzden ben şahsen dilerim ki; o kadim değerin (insaniliğin) ömrü hep uzun olsun!