Bu yaz dönemi İstanbul'da mevcut binalardan bazılarını güçlendirme, onarma vb. gibi çalışmalar daha sıkça gözümüze çarptı.
Bu yaz dönemi İstanbul'da mevcut binalardan bazılarını güçlendirme, onarma vb. gibi çalışmalar daha sıkça gözümüze çarptı. Halen de o tür çalışmalar devam ediyor. Bu işler, İstanbul'un her yerinde öyle mi, açıkçası net olarak bilmiyorum. Zeytinburnu ve Fatih'in bazı mahalle ve sokaklarında bu türden inşaat çalışmaları gani...
Hatta, o inşaatların müştemilatı niteliğindeki, yerlerde boylu boyunca uzanan metrelerce uzunluktaki demir çubuklar da ayaklarımıza (ayak uçlarımıza) dahi batıyor. Ayağınızdaki ayakkabılar sandalet, terlik türünden ise zaten yandınız! Geçtiğimiz günlerde bir akşam vakti, her zaman yürüdüğüm bir kaldırımda yürürken ansızın takıldım, sendeledim, Allahtan düşüp yaralanmadım. Daha önce yoktu o yığınlar, meğerse yeni koymuşlar. Fark edemedim karanlıkta...
İnşaatın olduğu yerlerde genelde 'inşaat çalışması' olduğuna dair uyarı mahiyetinde inceden bir şerit çekilmiş oluyor fakat bu demir çubuklar maalesef bu şeridin dışında kalıyor. Biraz uzağında, yol kenarında veya karşı kaldırımların üstünde. Bu tür işleri takip, denetleme yetkisi hangi kurum veya kuruluşta ise işini iyi yapmalı. Daha sıkı kontrol etmeli. Gereken tedbirleri inşaat başında bizzat aldırmalı. Ta ki, inşaat bitene kadar...
Sorumlular, sadece inşaat başlarken; 'dostlar alışverişte görsün' misali bir iki kere gelip, selam sabah verip gitmemeli. İşi sadece 'müteahhitlere' yıkmamalı. Öyle yapıyorlarsa şayet! Esas, o selamdan sonra neler yapılıyor, işin o kısmı da ehemmiyetli. Bahsi geçen o demir yığınlarını, desteleri kimi sokak ve caddelerde koyacak müsait başka bir yerde olmayabilir, orasını da anlarım. Lakin başkalarına da zarar vermeyecek tedbirleri almak şartıyla...
Bu türden şahit olduğum maddi hasarlı bir kazayı da örnek vereyim. Yaklaşık bir ay önce ziyaretime gelen bir arkadaş arabasını işyerimin yakınına park ederken, o demir çubuklardan birinden arabası da nasibini aldı. Demir destesinin dışına taşan (deste içindeki çubukların hepsi aynı boyda ve ölçüde olmadığı için) neredeyse bir elin orta parmağı kalınlığında olan bir demir çubuk aracının arka tekerlerinden birinin içine kadar girdi, tamirci çağırdık vesaire...
Sonra biliyorsunuz hepimizin elinden cep telefonları gece gündüz düşmüyor. Olur olmaz her yerde. Yazıyor, çiziyor, telefonun ekranına bir şekilde bakıyoruz. Bu yüzden belki bir çoğumuz yukarıda bahsi geçen türden kazalara, belalara biraz açık haldeyiz. Artı yaşlısı, refleksi zayıf olanı, kucağında çocuğuyla, eşyasıyla veya dalgın dalgın o yollarda, kaldırımlarda yürüyen insanlar da var. İşin özü, bu tür yerlerde başımıza bir iş gelirse öyle 'sinek ısırması' cinsinden bir zararla kurtulamayız yani!
Dava açsan ne olacak, tazminat alsan, haklı çıkıp o tedbirleri almayanları hapse tıktırsan ne olacak, öyle büyük bir yarayı aldıktan sonra! Diyelim tökezledin, düştün yere ve gözüne, bağrına, dizine battı o çubuklardan biri mesela...
*** Bu konulara akraba bir konu daha var. Yeri gelmişken ona da değineyim. Şu motosikletli kurye işi. O işte iyice çığırından çıktı. Trafik kurallarını hiçe sayarak, üstelik uyarı tabelalarına rağmen bu kuryeler son günlerde kaldırımlarda, ters yönlerde, gene caddelerdeki vatandaş için ayrılan geçiş koridorlarında 'vızır vızır' geçerken gözümüze çokça ilişmeye başladı. Ayda en az bir iki defa, o kuryeler ile vatandaşların ya da seyir halindeki diğer sürücülerin kavgalarına, tartışmalarına bazılarınız gibi bende şahit oluyorum.
Şayet bu işler böyle giderse, bir üç beş yıl sonra İstanbul'un bazı ilçelerinde tam da o Hindistan'daki gibi garip manzaraları bizlerde göreceğiz sanki. Hani kuralsız, araçların üzerlerine envai çeşit yükler taşıyan, istiap haddini aşar seviyede 'tıkış tıkış' insan kalabalıklarını taşıyan otobüs ve diğer taşıtlar gibi. Ha bir de, bu sürücü kuryelerin yaşlarının kesinlikle denetlenmesi gerekiyor. Yaşı epey küçük olanlar da var. Çok pervasızca motor kullanıyorlar, aynı bir 'cambaz' edası ve kıvraklığıyla!
Düşünüyorum da, eskiden bazı köşelerde trafik polisleri gözümüze ilişirdi. Farklı farklı yerlerde. O vakitler bu anlamda güzel günlermiş! Çünkü bazı 'kuralsız' sürücüler bir cadde de, sokakta, köşe de polis karşıma çıkarsa 'naneyi yerim' diye azıcık tırsarlardı. Günümüzde ise herkes polisin nerede çevirme yapacağını, günlerini, saatlerini biliyor neredeyse! Bu işlerle ilgisi olan devletin resmi kıyafetli memurlarının ortalarda görünmesi bile, psikolojik bir artı katma değer sağlıyormuş meğer!
"Yok efendim, şimdilerde her köşede kamera var ya!" var da ne oluyor ki? Evet, kolluk kuvvetlerinin olayları, bazı kazaları aydınlatmasında onlar çok faydalı belki velakin bu işlerde pek fayda sağlamıyor gibi gibi. Ya, cezalar caydırıcı değil veya denetim mekanizması, yaptırımlar yeterince 'Babayiğit değil!'. Vatandaş günümüzde, yukarıda işaret ettiğim nahoş hallerden hakikaten çok rahatsız...
*** Son olarak bir sempozyum haberi paylaşayım; 'II. İstanbul Adaları Sempozyumu'. İlgili sempozyum 25-26-27 Eylül 2023 tarihleri arasında Büyükada Anadolu Kulübü’nde düzenlenecek. İçeriğine gelince, bana ulaşan bilgi akışına istinaden söylüyorum, İstanbul Adaları her yön ve özelliğiyle mercek altına alınıp, 66 katılımcı 30 farklı konu başlığı altında sempozyumda sunum yapacakmış. Hatta birkaç başlığı sizlerle de paylaşayım; (Dün, Bugün, Gelecek) İstanbul Adaları ve İstanbul depremleri, Türk Edebiyatında Adalar teması ve Adalı edebiyatçılar. Anılarda İstanbul Adaları teması, Adalar'da sürgünler ve ajanlar...
Bilenleriniz vardır, İstanbul Adaları coğrafya, ekoloji, iklim, sismoloji, yeraltı bilimleri, deniz bilimleri, denizcilik, tarih, sanat, sosyal, kültürel ve daha başkaca konu başlıkları açısından da geniş bir yelpazeye ev sahipliği eder.
İlgili sempozyuma bu açıdan bakıldığında, geçtiğimiz yıllarda ilk olarak bu sempozyumun temelini atan 'Adalar Kültür Derneği'nin aslında bunu yapmakla, adaların dünü, bugünü ve yarınına dair Türkiye'nin tarih arşivine, gelecek nesillere ne kadar önemli bir miras bıraktığını ileride daha iyi idrak edeceğiz diye düşünüyorum. Sağlıcakla kalın.