Dünyada farklı ülkelere baktığımızda, birçoğunda halkların yönetimde bulunan idarecilerden memnun olmadığını ve toplumsal hareketlenmeler yaşandığını görüyoruz.
Son dönemdeki gelişmeleri analiz ettiğimizde içinde bulunduğumuz coğrafya için ilerleyen zaman dilimi içerisinde, önemli gelişmelerin yaşanacağı artık netleşti. Ülkeler için gerek pandeminin yarattığı yıkım etkisi gerekse de siyasi gelişmelerin belirsizliği çok önemli boyutta sorunlara yol açacak seviyeye ulaştı. Nitekim gelişmiş ülkelerde bile çok önemli sorunlar baş göstermeye başladı bile. Bu sorunlara ilave olarak tüm dünyada son beş yıldır artmaya başlayan ve pandemi ile ayyuka çıkan toplumsal hareketler daha da belirginleşti.
Dünyada farklı ülkelere baktığımızda, birçoğunda halkların yönetimde bulunan idarecilerden memnun olmadığını ve toplumsal hareketlenmeler yaşandığını görüyoruz. Bu toplumsal hareketler daha çok ekonomik eşitlik ve özgürlük talebi olarak özetlenebilir. Bazı ülkelerde bu talepler sokak hareketleri olarak gündeme gelse de (ABD siyahi-polis olayları / Fransa çiftçi ayaklanmaları gibi) aslında dip dalgası olarak toplumun içinde hareketlere yol açıyor. Bazen de siyasi/yöneticilerin adaletsiz ve iş bilmez yönetimlerine isyan şeklinde olabiliyor. Hangi sebeple olursa olsun yaşanan bu hareketlenmeler, zaman içerisinde yeni bir dünya düzeninin oluşacağını ve yeni yapılanmalara yol açacağını gösteriyor. Tüm bu hareketlerin, üzerine oturacağı merkez ray ise milliyetçilik gibi duruyor. Son dönemde hemen hemen her ülkede milliyetçi söylemleri duymaya başladık. Üstelik bu milliyetçilik söylemler neredeyse 1.Dünya Savaşı’ndakiler kadar sert ifadeler içeriyor. Hatta bazı ülkelerde aşırı milliyetçi partilerin, parlamentolarda kuvvetle temsil edilmeye başlandığı da inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Milliyetçilik dediğimizde lütfen bunu ülkemizdeki karşılığı ile düşünmeyin. Zira Avrupa’nın en ılımlı ülkesinde bile aşırı milliyetçi hatta savaş çığırtkanlığı yapan uç yapılanmalardan bahsediyoruz. Buna Yunanistan, Ermenistan hatta Almanya ve Fransa’da yaşanan aşırı Türk karşıtlığını da eklediğimizde daha da dikkatli olmamız gerekiyor.
Hele ki enerjinin önemli bir ihtiyaç olduğu Kafkaslardan ve doğudan gelecek olan enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletileceğini düşündüğümüzde, Akdeniz havzasının doğal kaynaklarının önemli ortağı olduğumuzu düşündüğümüzde, sırf bu iki konunun bile ülkemizi dünyanın gündemine getireceği aşikâr. Dolayısıyla aşırı milliyetçiliğin de hedefine alınmamız olası. Bu konu ise en çok bizi yıpratmaya çalışan ülkelerin ve onların destekçisi konumundaki terör örgütlerinin takibinde olacaktır. Devletimizin aldığı tedbirler neticesinde ülkemizde ve sınırlarımız dışında planlanan terör eylemlerinin önüne geçildi ve geçiliyor. Askerimiz, polisimiz, jandarmamız ve istihbarat teşkilatımızın aslanları zaten her daim bu şer güçleri ile bitmeyen bir savaş içerisindeler.
Onların insanüstü çabaları ile birçok saldırı daha planlama aşamasında önleniyor. Bu durumda ise tetikçileri kullanamayan ülkeler milliyetçilik maskesi altında ülkemize sözel olarak saldırmaya başladılar bile. Korkumuz odur ki bu söylemler sonrasında yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza, dış temsilciliklerimiz ile ticaret erbabımıza saldırılar yaşanması olası. Hatta bu saldırıların devlet terörü halinde yapılması da mümkün.
Umudumuz bu korkularımızın boşa çıkması. Ancak yaşanan gelişmeler gidişatın olumsuz olacağı yönünde. Son olarak Somali’de bir şirketimizin şantiyesinde yaşanan olaylar, umarız bazı fitilleri ateşleyecek kıvılcımlar olmasın. Ülkemizin ve insanımızın hangi sebepten olursa olsun hedef gösterilmesi ve saldırıya maruz kalması asla ve kat’a kabul edilemez.
Ancak yaşanacak her olayın bir de perde arkası olduğunu ve karanlıkta kalan bazı eller tarafından düzenlendiğini de unutmamamız gerekiyor. Kısaca özetlemek gerekirse ülke olarak zor bir döneme giriyoruz. Üstelik yaşanması muhtemel aşırı milliyetçilik dalgalanmaları siyaseten ya da diploması ile idare edilebilecek türden hareketler de olmayacaktır.
Almanya’da dazlaklar ve Hitler özentileri varken bunlar ifade özgürlüğüyle, Fransa’da Peygamberimize açık hakaret varken bunlar insan hakları ile Yunanistan’da, Ermenistan’da Türk düşmanlığı varken bunlar milli duygulardır diye kılıf bulanlar; ülkemizi bölmeye çalışan FETÖ’nün yargılanmasına katılmak için ekip gönderirken, ülkemizin doğal kaynaklarını sahiplenmek ve korumak için attığı her adımı saldırganlık olarak adlandırıyorlar.
İşte bu yüzden ilerleyen günlerde çok daha dikkatli olmamız gereken bir süreci yaşayacağız. Tüm dünyada dalgalanmaya başlayan milliyetçilik bayraklarının, halkların mı yoksa bu işleri tezgâhlayanların mı ellerinde olduğuna çok dikkat etmeliyiz. Neticede ilerleyen günlerde çoğumuzun aklında şekillenen soru şu olacaktır; Bayraklar kimin elinde?