Batı dünyâsının Ortaçağ boyunca devam eden Katolik baskıdan kurtulmasında can simidi olarak tutunduğu Evrim Teorisi, maalesef bizim kültürümüzde "maymunculuk" seviyesine indirilmiş ve uzak durmak mârifet bilinmiştir.
Bugün Fırat’ın doğusu konusunda bir başarı sağlanmış durumdayız. Ama yarın başka bir sorunun çıkmayacağını düşünemeyiz. Çünkü karşımızda farklı bir düşünce sistemiyle tezgâh kuran, derin, köklü, tecrübeli ve devamlılığa sâhip bir yapı var. Bu yapıya bu özellikleri veren birçok temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan biri de, Batı düşünce sistemine nakşolmuş olan evrim fikridir.
Batı dünyâsının Ortaçağ boyunca devam eden Katolik baskıdan kurtulmasında can simidi olarak tutunduğu Evrim Teorisi, maalesef bizim kültürümüzde “maymunculuk” seviyesine indirilmiş ve uzak durmak mârifet bilinmiştir. Evrim Teorisi ve Darwinci düşüncenin İngiltere’de çıkmış olması rastlantı değildir. İngiltere’nin tüm dünyâyı “sabırlı” bir şekilde sömürge hâline getirmesinin ardında “Evrimci” tavır vardır. Doğadaki değişimlerin yüzbinlerce yıl süren bir süreç içinde gerçekleştiğini iddia eden evrimci mantığın, sosyal ve siyasal eylemlerde kullanılmadığını düşünemeyiz. Elbette kullanılmıştır ve bunu ilk önce ve hâlâ en çok İngiliz kültürü (siyasal, dinsel, sanatsal, ekonomik) kullanmaktadır. Bu kültür idrak edilmeden, İngiliz ve Batı kültürünün art niyetli plânlarını anlamak mümkün değildir.
Evrim Teorisi’ni “maymuncu” seviyeye getirmeden ciddi bir şekilde ele alırsak, şu anda gırtlağa kadar “Sosyal Darwinizm”in içinde olduğumuzu anlarız. Sosyal Darwinizm’in birinci kuralı “güçlünün hayatta kalması”dır. Sosyal Darwinizm’e inanan bir düşünce şekli, önce kendi varlığını bu kural üzerinden algılar ve varlığını devam ettirmeyi güçlü olmaya bağlar. Bunun için hiçbir tâviz vermez ve her yolu kullanır. Bu kuralı benimseyen hayat görüşü, dostunu da düşmanını da buna göre seçer. “Dost” olarak yanına alacağı kişi veya toplumun felâketlerden başarıyla çıkıp gelmesini bekler. Düşmanını ise başka düşmanlarla kırdırıp, güçlü ve zayıf taraflarıyla her özelliğini bildiği bir yapı olarak muhatap alır.
Sosyo-politik evrim anlayışı
Türk toplumu olarak ya “dış güçler” ya da “Avrupa” diye adlandırdığımız ve bizim güçlenmemizi istemeyenlerin, bizim güçlenmemizi nasıl engellediğini anlamamızın bir yolu da Batı’nın sosyo-politik evrim anlayışını anlamamızdan geçmektedir.
Örneğin Millî Mücâdele öncesi Anadolu’nun işgâli, bir devrimsel (kısa sürede gerçekleşen) bir saldırı değil, evrimsel (uzun vâdede gelişmiş) bir sürecinin sonucudur. Birkaç yıl içinde ortaya çıkan bir durum değildir. Yüz yıllara dayanan bir plânlamanın insanın politik müdahaleler yardımıyla verdiği dürtülerin hızlandırdığı bir evrim söz konusudur. Bâzı “heyecanlı” vatanseverler sâdece Siyonist Yahudilerin Sultan II. Abdülhamid’ten Filistin’i satın almasını tekrarlayıp dururlar. Bu olay bile, öncesinde ve sonrasında uzun bir süreç olan bir vakadır.
Diğer bir örnek olarak, FETÖ’nün kırk yıl devlet içine sızıp yapılanması verilebilir. ABD, FETÖ’yü “doğalmış” gibi büyüyen dinî bir cemaat olarak gösterip uzun yıllar onun üzerine yatırım yapmak yerine, neden yüzlerce savaş gemisi, binlerce savaş uçağı, milyonlarca askeri ve nükleer bombasıyla Türkiye’ye saldırmadı ve birkaç gün içinde ele geçirmedi? Cevap, kısa ve basit: Çünkü bu doğal değildir ve kalıcı olmayacaktır. Oysa FETÖ’den önce ve hatta Cumhuriyet’ten yaklaşık yüz yıl önce başlayan Tanzimat Fermânı gibi süreçler, Türk devleti üzerine kurulan oyunun sosyo-politik bir evrim plân olduğunu gösterir. Bu plân, kendi içinde “sebep-sonuç-sebep” formülü içinde ilerler ve bir sonuç aslında başka bir adımın sebebi olarak ortaya çıkar.
Evrimin gerçekleşeceği ortam
Batı dünyâsı düşünce sistemini oturttuğu evrim plânını, her yerde aynı şekilde çalıştırmaz. Bitki ya da hayvan olsun, her canlının her iklimde yaşamayacağı gerçeğini kullanarak sosyal Darwinizm’in unsurlarını durumu göre tespit eder ve değişken olarak yerleştirir.
Örneğin İngiltere, Hindistan’ı sömürgeleştirme plânının Anadolu’da işe yaramayacağını bilir, çünkü hem Hint kültürünü hem de Anadolu ve Türk kültürünü iyi bilir. Bâzı coğrafyalarda işe yarayan askerî saldırı ve işgâl, Anadolu’da seneler süren hazırlığa rağmen işe yaramamıştır. İngilizler, bu hatâlarından devreye Yunanlıları sokarak kurtulmuş ve devreye başka plânlar sokarak uzun vâdede kârlı çıkmışlardır. Ya da aslında gerçek amaçları olan uzun vâdeli plânı devreye sokmak için, Anadolu’nun işgalini bir pazarlık unsuru olarak kullanmış olabilirler.
Biz ne yapacağız?
Öncelikle şu “evrim meselesi”ne bakışımızı değiştirip “karşı istihbarat” yapar gibi, Batı’nın evrime nasıl baktığını ve bunu nasıl kullandığını anlamalıyız. Tıpkı bir kâtilin peşindeki dedektifin “empati” yapıp katilin düşünce sistemini çözmesi gibi. Empatinin ayarını iyi yapıp sempatiye geçmesini engellemeliyiz. Tabiattaki sürecin “uyum sağlama” şeklinde gerçekleştiği unutmamalıyız. Günümüzde içimiz ve dışımız “Batı” olmuşken bunu nasıl yapacağımız diğer bir sorundur. Mesela her şeyin başına ‘’İslâmî” kavramını koyup onu “helâl” hâle getiremeyeceğimizden başlayıp, karşımızdaki gücün bizi bizden iyi tanıdığını, bunu yüzyıllar önce kurdukları düşünce kuruluşları ve araştırma merkezleriyle nesilden nesile aktardıkları bilgi ve tecrübe ile devam ettirdiklerini bilmeliyiz. Fikirler, teoriler “yanlış” olabilir ama bu yanlış fikir ve teorilere uzak durmak “tehlikeli” sonuçlar doğurur.