Hayır doktora gitmedim. Devasız bir hastalığa da düçar olmadım. Hastalık hastası sayılacağım zamanlar oldu ama şimdi o günleri geride bıraktığımı düşünüyorum.

Peki nereden çıktı bu “Az ömrüm kaldı” yakınması? Aslında yakınma değil. Arkadaşlarımızla mesajlaşırken bir sergiden haberdar oldum. Londra’da Van Gogh’un hayatını ve eserlerini konu alan bir sergi. Şakayla karışık gidip görmem gerektiğini söyledim. Arkadaşım da “Hayat sana güzel” diyerek takıldı. Cevap olarak az ömrümün kaldığını söyledim. O da bunu Allah’ın en iyi bileceğini söyledi. Zincirlikuyu Kabristanının tepesindeki Ankebut suresi ayetini hatırlattım. Kendisi bana ömrümüzün azalmasıyla az ömrüm kaldı demek arasındaki farkı hatırlattı.

Doğduğumuz günden itibaren adım adım ölüme doğru hareket ediyoruz. Her geçen gün bir önceki günden daha az ömrümüz kalıyor. Ölüm zamanımızı bilmesek de zamanının aleyhimize ilerlediğini söylemek mümkün. Dünya misafirhanesinden, iki kapılı hanın çıkış kapısından geçip gideceğiz.

Kendi hesabıma kalan günlerimi faydalı işlerle geçirmeyi seviyorum. Sevmediğim yönlerimi düzeltmeye çalışarak, daha fazla dinleyerek, daha az plan yapıp daha fazla harekete geçerek üzerime yaşarken ölü toprağı serpilmesine mani olmaya çalışıyorum. Bir de mümkün mertebe karamsar, kibirli ve bilmiş insanları etrafımdan uzak tutuyorum.

Hepimiz kendimize bir gelecek tasarlıyoruz ve evet, mezarımızı bu dünyada yaşadıklarımızla hazırlamaya başlıyoruz. Bir taraftan az ömrümüz kaldığı için hayıflanıyor diğer yandan yapabileceğimiz şeyler için harekete geçmeye üşeniyoruz.

Zamanımızın azalması bizi gerginliğe değil umuda sevk etmeli. Ömrümüzün az kaldığını bilerek daha anlamlı etkinlikler için zaman bulabilmeli ve sevdiklerimizi daha az üzmeliyiz. Hayat telaşesi içinde yıllar sonra bu satırları okurken kendime gülebilirim bile. Emin değilim bu nasihatleri tutabileceğimden. Ama yaşamak böyle bir şey, giderek azalan, giderek anlamı artan ve giderek daha coşkuyla yaşamamız gereken. Şanslıyız çünkü yapabileceğimz birçok hatayı yaptığımız yaşları gördük. Elenmiş seçeneklerle kendimize daha huzurlu günler kurabiliriz.

Ya da az ömrümüzün kaldığını düşünerek kaçırdığımız tüm fırsatlar için günah keçileri arayıp hayatı cehenneme çeviririz. Genel olarak bunu tercih ediyoruz. Farkındayım. Değiştirmek imkansız mı? Değil ama zor, çaba gerektiriyor.

Az ömrümüzün kalmış olması artık aynı hataları tekrarlamanın lüks olduğunu hatırlatıyor. Sadece o da değil, kırdığımız kalplerin onarılması için daha az zaman kaldığının da işareti.

Az ömrümüz kaldı diye hayıflanmak yerine her günü muhasebe için imkan olarak kabul etsek hem gereksiz zihin yüklerinden kurutulmuş hem de asıl odaklanmamız gereken konuları ıskalamamış olacağız

Bu yazıyı ilk olarak okuduğunuzda günlerden cuma olacak. Bir Cuma hutbesini hazırlamam gerekseydi işte böyle şeyler anlatırdım. Bu sayede insanları kaçamayacakları yargıçlarıyla, vicdanlarıyla baş başa bırakma imkanı olurdu. Kendi kurduğumuz hapishanelerin içinde çürümek ya da coşku içinde bir ömür. İkisi de elimizde.

P.S: Sanırım Van Gogh işlerini görmeye gitmeyeceğim.