İnsan genç yaşlarda hatta daha da önce; çocukluğundan belirli kodlamalar ve sınırlamalar ile kafasında bir ben algısı çizer.

İnsan genç yaşlarda hatta daha da önce; çocukluğundan belirli kodlamalar ve sınırlamalar ile kafasında bir ben algısı çizer. Çocuklukta yaşananlar veya kişiliğimizden kaynaklanan daha önceki kuşaklardan aktarılan yapılarla karakterimiz oluşur. En çok da aile tarafından anlaşılmamış olmak bizi şekillendirir. Kendini anlatamamış olduğunu düşünmek. Tüm bu yorgunluklardan usanan insan bir süre sonra sürüye tabii olur. Kaderim buymuş ben de artık yalnızlar ordusundanım deyip sıraya geçiverir. Hatta öyle olur ki o yaşadığı tereddütler bile kalmaz, duygular nötrleşir, hisler körleşir ve insan sadece görev ve haz odaklı bir yapay hayatın esiri oluverir.

Tereddüt iyidir

Tereddüt iyidir, bir sınırdır. Tereddüt içinde olan insan ruhen hala varlığını ispat edebilir. Ama o tereddüt anının farkında olmalıdır. Çünkü o an bir eşiktir. Tereddüt anında kendini keşfeden kişi sorgulamaya başlar. Ne istediğini, neden, niçin yapması gerektiği gibi sorular kafasında dolaşmaya başlar. İşte tam o anda tereddütün bir adım ötesine geçmeyi başaran kişi ayağa kalkar ve yürür. Kararsızlıkları, med ve cezirleri durdurur kendini öteye taşır. Eşiği aşmıştır. Bu yüzden içimizden gelen seslere kulak vermesini öğrenmemiz lazım. Vicdan ve kalp bizimle en çok konuşan yerlerdir. Hep bir şeyler der bize. Her adımda seslenir. Ama biz o seslere kulağımızı kapatır ve janjanlı yerlere gözümüzü çeviririz. Bastırırız o sesleri. Oysa kalbimizin ve vicdanımızın sigortasıdır tereddüt.

En büyük engel biziz

Kimse kimseye engel olamaz belki hedefe ulaşmayı geciktirir, o kadar. Vazgeçmeyen insan için bu bile bir derstir. Her şey kendi zamanında ve yerli yerinde gerçekleşecektir. Unutmayalım ki engelleri biz koyuyoruz. Kafamızda oluşturduğumuz ben şablonu dışına çıkamıyoruz. Kendimize acımak kendimize yapabileceğimiz en büyük haksızlıktır. Kötüler hep kazanır demek gibi hep bir olumsuzluk bulmak, kendimizi bereketten, nasipten mahrum bırakmak demektir. Kendimize engeller koyuyoruz. Alışkanlıklarımızı asla bırakamıyoruz ve bırakmaktan da korkuyoruz. Ben yapamam diyoruz. Başımıza gelenlerde kendimizi suçluyoruz. Hep mi böyle gidecek diyoruz ve yine de değiştirmek için bir şey yapmıyoruz ama bu durumdan da memnun olmamayı sürdürüyoruz. Biz harekete geçmezsek hiçbir şey değişmez. Değiştirecek olan yine biziz. Engelleri ortadan kaldıracak olan da biziz.

Asla asla deme

Hiçbir şey için yapamam demeyin. Odaklanmadığınız şeyler sizi bir yere götürmez. Artist olmaya değil gerçekten kendi hayatınızı yaşamaya talip olmalıyız. Bırakın başkalarının hayatlarını aktörler oynasın. Asla demeden önce gerçekten her şeyi yaptığınıza emin olun. Kendinize tam güvenin. Kendinizi gerçekleştirmek için yeteri kadar istekli olup olmadığınızı kontrol edin. Kesinlikle asla yapamam demeyin. Yer değiştirmekten, bırakıp yeniden başlamaktan korkmayın. Statik olmayın. Her şeyden önce asla umudunuzu kaybetmeyin. Umut imanla iç içedir. Ancak umut sizin imanınızı sorgular. Umut varsa iman da vardır. Gerisi kuru kuruya softa bir hayattır vesselam.

VAHŞETE SEVİNMEK

Suriyeli ailenin beş çocuğundan dördü elektrikli sobadan çıkan yangında ölüyor. Bu nasıl bir dram Allah’ım. Sosyal medyada yazılanlar ise acımasızca, vahşice. Tüm o yorumları yazanlar bu faili siz işlediniz; sevindiğinize göre. Cayır cayır yanan o dört masum çocuğun kokusu üzerinize sindi şimdi. İnsan nasıl bir ruh hali taşıyabilir bu sözleri yazmak için. İnsan ne çeşit bir öfke sonunda bu hale gelebilir? İnsanız ve insanlığımız kaybetmeden yaşamalıyız. Eğer kaybedersek işte bu çeşit şeylere tanık oluyoruz. Ama medyanın da bunda payı yok mu? Suriyelilere, Afganlılara biçilen nefretten onların da payı yok mu? Sorumlulukla yapılır gazetecilik. İftira kampanyaları ve üzerimize bulaşmış iğrenç yalan, dolanlar. Vahşet sevicilerinin sözlerinde medyanın parmağı var. Onlar kendini biliyor.

BENİM UMURUMDA!

Kimin umurunda! Kızgın çöllerdeyim. Güneş’e doğru yürüyorum. Yakıcı sıcağın ortasında dudaklarımda kalan son tuzlu suyu içiyorum.

Kimin umurunda! Hayata, insanlara, aptallıklara ve uyuşmuş beyinlere savaş açmışım. Ağır ağır, salına salına yürüyen bedenlere karşı hızla menzile doğru gidiyorum.

Kimin umurunda! Sürekli çemkiren, şikâyet eden, kendini kaf dağında görenlere gülüyorum. Hak ile haksızlığı ayırt edemeyen sözüm ona öncülere dimdik ayakta duruyorum.

Kimin umurunda! Ben kendime bakarım. Yol bozuksa düzeltir devam ederim. Arkamdan bozan olursa kimin umurunda. Ben görevimi yapmışım ya!
Cennet ve cehennem olmasaydı çekilir miydi bu dünya? Her taraf pespembe? Mümkün mü böyle bir rüya? Kim kara nasıl bilirdik?

Benim umurumda! Kara ile ak ayırt eder kendini zamanla. Ben geleceğe bırakırken tertemiz sayfada, berrak saf kelimeler; yalansız dolansız emanetimdir. Benim umurumda içten gülen gerçek insanlar.

ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME KÜLTÜRÜ

YAZAN: BİLGE BAYRAKTAR

Hesap kitap, ölçme değerlendirme, öncesi ve sonrası derken ellerimizde veriler, çıkmazlarımızdan bir çıkış arıyoruz. Hayatlarını koskoca bir sınava endekslediğimiz bir nesil vardı, bugün onlar büyüdüler. Kolej sınavları, bitirme sınavları, okulların en çok birinci çıkaranları falan derken bir yarışta öne geçebilmek için her tür veriyi hesaplamayı da öğrenmiş oldular. Kontrolünü yitirdiğimiz bir dünyada, kontrol edebildiğimiz bir ölçme değerlendirme sistemi geliştirdik. Obsesif bozukluğu olanların yerdeki taşları saydığı gibi her şeyi numaralara bağladık, yanılmayız sanıyoruz ama işler aslında iyice rayından çıktı.

İtirazım yok, sayılar insanların içini rahatlatır. Emin miyiz gerçekten? Hesap şaşabilir ama onu da hesaplamayı biliyoruz. Olasılık hesabı bile yapıyoruz! Tespih kaç boncuktu sahi? 33 mü 99 mu? Hesaptan o kadar eminiz ki bazen mucizelerin yaşandığını hatta her gün yaşandığını duymak bile istemiyoruz. Bir sayısal kibirdir sürüklenip gidiyoruz, bit bit böldüğümüz dünyada gerçek fotoğrafa bakmıyoruz bile.

Matematiğin mekik dokuyan akılları numaralarda dolaşırken aslında hep aradıkları şey bir bilinmeyendir. Yani her zaman bir ölçülememiş değer mevcut. Tüm ölçülen sayılar onu arar arar durur, toplar, böler ve çarpar. Ölçemediğimiz ve değerlendirmesi yapılamayan hep bir X sayısı vardır ve bütün denklemleri baştan kurar.

Sıkı durun; hayattaki denklemler ne kadar ölçseniz de tutmaz çünkü aradığımız bilinmeyen yani X sayısı insandır. İnsanoğlu değişkendir hesabınız tutmaz, her şeyin en iyisi ile büyütürsünüz bazen başarısız ve mutsuz olur, hiçbir şey vermezsiniz bin bir zorlukla yetişir ama başarılı ve mutlu bir insan olur. X faktör aslında insan ruhu; dirençli, inatçı, naif, kolay inanan, umutlu ve kırılgan denen insan ruhu. Ölçemezsiniz onu! Küçücük bir Naim Süleymanoğlu oluverir ‘Cep Herkülü’ yeter ki soydaşlarını kurtaracağına inansın, o dünyayı kaldırabilir. Geçemez bu çoban çocuk bu sınavı dersiniz birinci olur. İnsan ruhu kendinden öte bir ölçüsüzlükle şahlanır ve hesap kitap bozulur.

Ölçemediğimiz bir ışık var ruhumuzda, inanç ve umut! Umudu azımsamayın, umut sizi sonunu hesaplamadığınız bir mutlu yolculuğa çıkarır. Olimpiyatlarda sporcular hangi dinden olursa olsun, milyonların önünde dua ederler; istatistiklere inansalar, hiç yeni şampiyonlar çıkmaz. İman da inanç da,ü aslında umuttur! Kâinat, beklenmeyene inanıp, değişime gönül verenleri ve umutla ilerleyeni seviyor. Yanında duruyor, sayısal kibre kapılmışlara inat taşları yerinden oynatıyor, olmayacak olanı olduruyor.

Demem o ki, her şeyi ölçmeyi bir avantaj gördüğümüz bu dünyada ölçülemez değerleri es geçmeyin. İnsan ruhundaki, umut, niyet ve erdemleri bir kenara itmeyin. Gerçekçiyseniz, değişebilen varyantları da görmeniz gerekir. Kurallara katlanan, sayılara teslim olmuş bir nesli mi tercih edersiniz? Sadece olağanı ararsa gözleriniz, olağanüstü olanı da gözden kaçırırsınız. Evlatlarınız, çalışanlarınız, nesillerimiz olağanüstü güzel şeyler yapabilecekken onları hesaplarımızla olağanlığa itmeyelim.

Fizikçiler evrenin var oluşunu keşfetme deneyi yaptılar Cern diye bir şehirde. Var oluşun nedenlerini ararken olmayanı keşif ettiler; adına ‘Tanrı parçacığı’ dedikleri bir şey buldular. Yoktan varlığın da ortaya çıktığını anladılar. Hala hesap yapıyorlar. Bana bir hikâyeyi hatırlattı: Hz Mevlana çocukken arkadaşları zıplayıp damı ellemeye çalışırken, kendine sıra gelince boşluğa doğru zıplamış; Ne yapıyorsun? demişler. Küçük Mevlana: Damı ellemek kolay gökyüzüne değmeye çalışıyorum demiş. Elleri yokluğa uzanmış. Rahmetli babam: ‘Niyetin kaderindir’ derdi. Kuantumu çoktan keşfetmiş, ama ölçme değerlendirme bilmeyenlerin neslindendi.

Karşımızdaki insanı, büyük veya küçük, devamlı ölçüp değerlendirmeye tabi tutmayın. Ölçülemeyen erdemleri görün ve takdir edin, efendiliği, saygıyı, yardımseverliği de takdir edin. Zenginlik ile bereketi, akıl ile zekâyı, makam ile liyakati ve bilgelik ile bilgiliyi ayırt edelim.

İnsanın faktörü ölçülemez, denklemde hep X olacaktır çünkü içinde hep bir kader vardır. Gençlere inanın, devamlı yetersizliklerini ve eksikliklerini yüzlerine vurmayın kendileri ile ilgili umutlarını kırmayın. Dünyanın keskin gerçeklerini, hesabı kitabı anlatmayın, içinde her zaman gökyüzüne dönecek el açacak ve yeşerecek kadar umut bırakın. İnsan kalbinin ilacı inançtır, oysa inancın özü umuttur. Hangi parçacıkları kırıyoruz belli mi? Denklemi biz yazmıyoruz ki, ya kırılan umutların içinde evren varsa? Ya orada bir hiçliğin içinde varlık doğacaksa?

KOLEKSİYONER ÇALINTI ESER TOPLAYABİLİR Mİ?

Deutsche Welle’nin haberine göre ABD’li yatırımcı ve koleksiyoner Michael Steinhardt tarafından yasa dışı yollar ile elde edilen 180 parça antik eser ülkelerine iade edilecek. Bahsi geçen 180 parça eser arasında Türkiye’den kaçırılanlar da mevcut.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan yatırımcı Michael Steinhardt, yasa dışı yollardan elde ettiği 180 parça antik dönem eserini çalındıkları ülkelere iade edecek. Yapılan habere göre iş adamı Steinhardt New York Manhattan bölge savcılığı ile anlaşmış. Kendisi hakkında cezai takibat yapılmayacağı garantisi karşılığında, toplam değeri 70 milyon dolar olan eserleri ülkelerine iade etmeyi kabul etmiş. Steinhardt ayrıca bundan böyle antik (söz konusu haber sitesi antik eser diye çevirmiş. Ancak “çalıntı” antik eser diye olması doğrudur) bir eseri koleksiyonuna katmayacağını da bildirmiş.

Kaçırılan eserler arasında Muğla’nın Milas ilçesinden M.Ö. 400’lü yıllara ait, maddi değeri yaklaşık 3,5 milyon dolar olan geyik başlı bir kantharos (kadeh) da bulunuyormuş. Eserlerin iade edileceği diğer ülkeler arasında ise Mısır, Yunanistan, İsrail ve Suriye de yer alıyormuş.

Steinhardt hakkında New York Metropolitan Sanat Müzesi'nde sergilenirken eserler arasında Lübnan’dan getirilen bir heykelin dikkat çekmesi üzerine 2017 yılında soruşturma başlatılmıştı. Savcılık, soruşturma sonunda, hem bu heykelin hem de koleksiyondaki çok sayıda parçanın ülkeye yasa dışı yollardan getirildiğini tespit etmişti.

Steinhardt konuyla ilgili savunmasında, sahip olduğu tüm eserlerin yasal olduğuna inandığını dile getirmiş. Bu kadar her konuda güvenlik tebdirleri alan sözüm ona ABD nedense bu çalıntı eserleri ülkeye giriş yaparken gözden kaçırmış veya bize göre göz yummuş. Bilimsel gelişmeleri bile kendilerinden önce sanki hiç kimse bir şey keşfetmemiş sanki gökten zembille inmiş gibi duyuran batı alemi bugüne kadar, İslam bilginlerinin açtığı yoldan gittiler. Bugün her şey gün yüzüne çıksa da hala çalıntı eser ve çalıntı bilgi vermek üzere kurulu algılara devam edilmektedir. (Derleyen: Mürvet Kara)

A R T I

Ekmek

İyilik yapmak hayır etmek demektir. Hayra vesile olmak da iyilik yapmak anlamına gelir. Toplumda sevilen, sayılan bazı insanlar aynı zamanda toplum içinde inanılan ve güvenilen insanlardır. Bunlardan biri de merhum Gönenli Mehmet Efendi namıyla ün salan, Mehmet Öğütçü hocaydı. Her vakit bir camide vaazı nasihatleri olurdu. Bu arada ayırt etmeksizin bütün öğrencilerle ilgilenir, ihtiyaçlarını giderirdi. Cemaat bir zarf içinde hayrını ona emanet eder, o da gereği neyse ihtiyaç sahibine ulaştırırdı. Yine aynı zamanda benim üzerimde emeği olan bir hocamızın da kendisinden feyz aldığını bilirim. Merhum on altı öğrencinin kaldığı metruk bir evde öğrencilerin her gün ihtiyaç olduğu ekmekleri temin ediyordu. Hocamın anlattığına göre öğrenciler Sultanahmet Camii’nin kıblesinde bulunan metruk iki katlı evde kalıyorlardı. Her gün bir öğrenci sabah namazından sonra Kadırga fırınına gider oradan yamulmuş yumulmuş ekmekleri çuvala doldurur evin yolunu tutardı. Fırıncı hayrına düzgün ekmek vermek istese de, öğrenciler özellikle hocanın talimatını yerine getiriyorlardı. Ekmek nimettir. Düzgünü yamuğu olmaz, helali olur derdi. Bir lokma ekmekte binlerce açın, muhtacın hakkı var derdi. Hocamızın ruhu şad olsun.

E K S İ

Zaman zaman arka sokak başındaki çöp konteynerinin yanındaki duvar dibine poşetlerle konulan ekmekleri görünce biz akıllanmayız diyorum. Allah’ın verdiği nimete nankörlük ediyoruz diye hayıflanıyorum. İnsanlık olarak kadim inanç ve değerlerden uzaklaştıkça birbirini tetikleyen bir takım felaketler yaşıyoruz. Haberlerde ülkemizde bir yılda beş milyar ekmeğin çöpe atıldığını duyuyorum. Bütün dünyayı düşündüğümüzde israfın ne kadar büyük olduğunu bile tahayyül edemezsiniz. Demek ki ekmek üç liradan satılsa on beş milyarı bile bile çöpe atıyoruz. Üstelik diğer yapılan israftan söz etmiyoruz bile. Bizim inanç ve kültürümüzde bir lokma ekmekte binlerce açın hakkı olduğunu bildiğimiz halde Allah’ın verdiği nimete ihanet ediyorsak utanç duymalıyız. Bunun vebalini insanlık ve toplum olarak hepimiz taşımalıyız. Sadece ekmekte değil, israf bildiğimiz her şeyde hassas olmalıyız. Elbette buna lüks olan şeyleri de ilave edebiliriz. Sistem insanlığı bitiriyor. İnsanlık onurunu yok ediyor. Bir an önce ekmeğin kutsallığında her şeyi yerli yerince kullanmayı öğrenmeliyiz. Allah israf edenleri sevmem diyor. İnsanlık nereye gidiyor!

..............................

P E R İ S K O P

..............................

EKMEKTEN PLASTİK

Atık ekmekten plastik elde etmeyi başardılar şeklinde haberi duyunca acı acı güldüm. Ekmek nimettir. Eskiler sofra bezindeki kırıntıları toplayarak yerlerdi. Şimdi kuşlara atılıyor. Ekmekten plastik üretmek de nereden çıktı demeyin. Bu düştüğümüz akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Özellikle ekmek zinhar israf edilmemelidir. Bir buğday tanesi, bir pirinç tanesi altından değerlidir. Plastik dediğimiz madde, kansorojen içerir. İnsana ve çevre sağlığına aykırıdır. Dünya çapında plastiklerle savaş vardır. Temiz toplum ve temiz çevre için plastikten bütünüyle vazgeçilmelidir. Esas olan doğru düşünme mantığını kazanmaktır. Doğruyu, yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayırt etmek zorundayız.