Ortadoğu için ilginç zamanlardan geçiyoruz. 14 Mayıs Türkiye seçim sonuçları ve bölgeye etkisi uzun süre konuşulacak mutlaka.
Ortadoğu için ilginç zamanlardan geçiyoruz. 14 Mayıs Türkiye seçim sonuçları ve bölgeye etkisi uzun süre konuşulacak mutlaka. Ancak bu yazı kaleme alınırken henüz seçimler sonuçlanmamıştı, dolayısıyla bölge ile ilgili blog ve analizlerin en baş konusu hala geçtiğimiz hafta Arap Birliğine Suriye’nin dönmesi ve böylece Arap Dünyası ile Rejim’in 2011’de kopan ilişkisinin normalleşmesi. Suriye ve Arap Dünyası arasında normalleşme meselesi bir süredir gündemdeydi ancak bir türlü tam anlamı ile gerçekleşemiyordu. Bilindiği üzere bu yolda ilk çaba 2018’de BAE tarafından sergilenmişti. O dönem ABD’nin konuya fazla itiraz etmemesi Arap Dünyasının Suriye üzerinde İran’ı dengeleme çabasından rahatsız olmaması olarak okunmuştu. 2021-22 dönemi bölgede normalleşmelerin senesi olduğunda da gözler Şam ve Riyad ilişkilerine kaymıştı. Zira başta Irak olmak üzere bazı Arap ülkelerinin Riyad-Tahran normalleşmesini desteklediği, bunun da Şam üzerinde bir etkisi olacağı düşünülüyordu. Ancak Riyad, bölgede ikili ilişkilerde iyileşmeyi desteklese de Şam’ın Arap Dünyasına dönüşüne mesafeli yaklaşmayı sürdürdü ve Bahreyn, Kuveyt, Fas, Katar hatta zaman zaman Mısır gibi normalleşmeye ya da koşulsuz normalleşmeye itiraz eden ülkelerin itirazlarını değerlendirdiği izlenimini verdi. Geçtiğimiz pazar Kahire’de kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantı ile Suriye’nin dönüşünün önü resmi olarak açıldığında ise bu sürecin en büyük itici gücünün Riyad olduğu, Suudi Arabistan’ın yoğun bir şekilde bu dönüşe onay çıkartmak için çalıştığı, Nisan ayında bu yönde başarısız denemeler yaptıktan sonra nihayet vuslata erdiği biliniyordu. Bu sebeple neden şimdi sorusu ya da Riyad için ne değişti sorusu, neden Arap Dünyası ve Rejim normalleşiyor sorusundan daha çok gündeme geldi.
Arap Baharı’nın Ölümü mü?
Odak noktası olarak “neden” sorusunun seçilmemesinin bir sebebi de bu konuda farklı nedenlerle hissedilen karamsarlığı abartmamak isteği. Bu karamsarlık Arap Baharı’nın ölmüş olması ile yakından ilişkili. Şam’ın Arap Dünyasından nasıl koptuğu hatırlanırsa- Suriye’nin Arap Birliğine üyeliği sadece 2011’de askıya alınmamış, koltuğu 2013’te Doha’daki Zirvede Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonuna verilmişti- Arap Baharı’nın 7 Mayıs Pazar günü öldüğü ile ilgili yorumların neden kuvvetli bir biçimde yapıldığı daha net anlaşılır. Ancak durumu abartmamak konusundaki uyarılara da katılmak lazım, çünkü Arap Baharı bu karardan çok önce defalarca öldü ve öldürüldü, artık bir hayalet hikayesine dönüştü. Tunus, Mısır ve Suriye’deki duruma şöyle bir üstten bakarsak bu hayalet hikayesinin verdiği kıssadan hisse çok iç açıcı değil elbette: Tunus ve Mısır ekonomik borç krizinin içerisinde sürekli bir zafiyet hali ile yaşasalar da Suriye toprak bütünlüğünü kaybetmiş, Rejim İran ve Rusya ile soluk alır hale gelmiş olsa da bu ülkelerde Arap Baharı ile değiştirilmeye çalışılan rejimler baharı ve sayısız kışı atlatmayı başardılar. Ortadoğu jeopolitiği Ortadoğu’yu fabrika ayarlarına geri döndürdü.
Suriye’den Beklenti, Riyad’dan Beklenti
Bu nedenle bugün Arap Birliği’nin Suriye Rejimi ile normalleşme koşulları olarak ortaya koydukları, kibar ifade ile bazı gereklilikler, pek çok gözlemci için çok anlamlı değil. Bu gereklilikler oldukça ılımlı; Rejim Suriyeli mültecilerin güvenli geri dönüşüne izin verme ve neredeyse bir merkez haline geldiği captagon ticaretini önleme sözlerini verdi. Ancak iktisadi kaynaklar açısından hem hala yürürlükte olan yaptırımlar hem savaş-doğal afet yıkımları hem de ülke topraklarını ve kaynaklarını kontrol edememekten doğan sıkıntılarla boğuşan Şam rejiminin bu sözleri tutması konusunda sürece duhul olmuş Arap ülkelerinden gözlemciler bile çok ümit-var değiller. O nedenle kimse Arap Birliğindeki 22 ülkeyi ikna etmek için Suudi Arabistan ve Ürdün’ün masaya koyduğu normalleşme pazarlıklarının adıma karşı-adım ruhunu ciddiye almıyor. Şam’ın adım atacak fazla bir mecalinin kalmadığı düşünülüyor. Bu zaferin gerçekte Rusya’nın zaferi olduğunu düşünen Brüksel- ki haksız sayılmaz-, Şam ile normalleşmeyeceğini söyledi. ABD’den ne olduğu anlaşılmayan açıklamalar geliyor ama Washington’un da yaptırımları gevşetme gibi bir sinyal vermediği açık. Dolayısıyla Arap Dünyası’nın Suriye’yi iktisadi olarak ayağa kaldırmak ve gerekliliklerle ilgili adım atmasını sağlamak gibi bir planı varsa bunu kendisi ve Batı’ya rağmen yapmak zorunda. Burada zihinlerde Riyad’ın ya da Riyad ve Abu Dabi’nin gücünün neye yeteceği konusunda bir soru işaretinin belirdiği görülüyor. Bu soru işaretini güçlendiren iki unsur var.
İlk unsur, Körfezde rejim güvenliğinin ABD ile yakından ilişkili olmasının getirdiği şüphe. Elbette “güvenlik karşılığı petrol” anlaşmasının üzerinden çok zamanlar geçti ve Körfez eski Körfez değil gibi gözüküyor ama Trump’ın Bin Salman’ı petrol fiyatları üzerinden nazikçe darbe tehditliyle uyardığı günlerin üzerinden çok zaman geçmedi. Bu nedenle Riyad, gerçekten de ABD’ye rağmen kendi kanatlarıyla uçabilir mi sorusunu makul bir soru. Bu noktada bir kaç faktör Riyad’ın işini kolaylaştırıyor. Öncelikle Riyad, Körfez içindeki bölünme, İran ile kapışma, ABD-İran kapışması esnasında vurulma, ABD Cumhuriyetçiler-Demokratlar mücadelesinde neredeyse gözden çıkarılma gibi deneyimler yaşadı. Bu deneyimler sonucu öteki Körfez ülkeleri gibi paranın satın alabileceği tüm sigortaları, çeşitlendirme sigortası, stratejik otonomi sigortası, rakiplerle işbirliği sigortası, OPEC+ sigortası, Çin-Rusya sigortası, hepsini inşa etmeye, hepsini kullanmaya karar verdi. Ayrıca, ABD mümkün olduğunca bölgenin itişip-tepişmesini kendisinden uzakta tutmak istiyor. Bölgede yeni bir düzenin kurulacağı ile ilgili varsayımlar Ortadoğu fabrika ayarlarına dönmüşken muhtemelen Washington’a abartılı geliyor, o nedenle de bu ayarları bozabilecek bir müdahaleyi anlamlı görmüyor. Diğer unsur, Kuveyt gibi memnuniyetsizlerin ve özellikle Katar’ın normalleşme süresine itiraz etmeye devam etmesi. Katar, Rejim ile normalleşme için Şam’ın Suriye’de kör-topal-yarı ölü devam etmekte olan Anayasal süreç yani muhaliflerin Suriye geleceğindeki yeri ilgili daha ciddi adımlar atmasını şart koşmak istiyordu. Bu konuda Riyad diğer hoşnutsuzları ikna edince yalnız kalmış ve geçen haftaki toplantıda Arap Birliğini bozacak bir tutum takınmayacağını söylemişti. Sonuçta Arap Birliği bozulmadı, 2017’de olduğu gibi aleni bir Körfez bölünmesi yaşanmadı, Rejim birliğe döndü ama hemen ertesinde Doha, Suriye ile ilgili tavrını değiştirmediği, Rejim siyasi olarak önemli adımlar atmadıkça Katar-Suriye normalleşmesinin olmayacağını açıkladı.
Riyad’ın Görünürde Başarısı
Bu koşullar altında Riyad’ın kapasitesi ile ilgili soru işaretini haklı bulmakla beraber, Arap Birliği’nin Suriye kararının Riyad diplomasisi için önemli bir başarı olduğunu görmemiz gerektiğini de düşünüyorum. Nitekim Riyad, bir yandan da Sudan’da arabuluculuğa soyunmuşken, bu gelişmeyi bölge ve Arap Dünyası’nda liderlik vizyonu için önemli bir adım olarak gördüğünü hissettirdi. Suudi Arabistan, şimdilik bölünmeler üzerinden değil birleşmeler, bütünleşmeler, kavuşmalar üzerinden bölgesel etkisini artırmaya karar vermiş gözüküyor. Böylece MBS’nın muhalif ve bölgesel rakiplerine karşı uygulamış olduğu kimi kanlı stratejiler unutulacak, stratejik özerkliği düşünmesi övülecek, Körfez’i yalnızlaştırabilecek Körfez kimliğinden ziyade Arap kimliği ve Ortadoğu kimliğine yaptığı vurgu bir fırsat olarak görülecek ve hep istediği Körfez’in yeni yüzü olma arzusunda hedefe bir adım daha yaklaşacak. Ortam bu paketi süslemeye de uygun. Suriye depremlerden etkilendi ve insani diplomasiye izin veren bir atmosfer ortaya çıktı. Suriye-Türkiye-Rusya normalleşme görüşmelerine İran dahil oldu, hatta BAE’nin dahil olup bölgesel normalleşme sürecine dönüşmesi ihtimali -uzak bir ihtimal de olsa dillendiriliyor-. En önemlisi Çin, kısa bir süre önce Riyad ve Tahran’ı yakınlaştırarak iki başkentin Yemen ve Suriye gibi rekabet bölgelerinde gerginliği azaltacak adımlar atmasını sağladı. Tüm bu gelişmeler, Riyad’ın karşı dengelemeleri tetiklemeden etki artırma stratejisi, sahalardan uzak kalmama stratejisini diplomasi üzerinden izlemesini kolaylaştırdı.
Gerçek Kazananlar
Bu başarı elbette Riyad’dan çok, öncelikle Suriye’de varlık alanlarının garantilenmesi açısından önemli bir eşiği aşan Rusya ve İran’ın başarısı. Kendi desteklerinin Suriye’de işe yarar görünmesini sağladılar, böylece Ortadoğu’da rejim güvenliği söz konusu olduğunda Batı kadar, hatta Batı’dan daha iyi bir iş çıkardıklarını gösterdiler. İran, Suriye özelinde kendisini dışarıda bırakan Arap normalleşme çabasının işe yaramadığını, “önce İran” denildiğinde sürecin hem de Riyad girişimi ile hem de İran’ın vekilleri Tel Aviv’e füze yağdırırken işleyeceğini gösterdi. Rusya için Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusunu Arap milliyetçiliğine bağlama şansı arttı. İki başkent Rejimin önüne getirilen siyasi süreçlerle ilgili zorunlulukların etkisini azalttılar. Arap Birliğine Suriye’nin dönüşünde BM kararlarına aslında atıf yapıldı. Ve Rejim’in tam anlamıyla rahat nefes alabilmesi için muhalifler, anayasal süreç, mültecilerin dönüşü bağlamında İran ve Rusya’nın Türkiye’yi ikna etmesi de lazım-ki bu Ankara açısından Türkiye’nin güvenliği ile doğrudan ilgili olduğundan, çok kolay değil. Yani Tahran ve Moskova açısından Suriye’de elde edilen diplomatik zafer şimdilik yarım ama önemli.