Hayatta en önce öğrenilmesi gereken yeteneklerden birisidir anlamak.

Hayatta en önce öğrenilmesi gereken yeteneklerden birisidir anlamak. Anlayamasak bile anlama çabasına girişmek, dolayısıyla anlamanın, insanın toplum içindeki rolünü belirleyen en önemli etmenlerden birisi olduğunu görebilmek. İnsanı insan yapan, farklılaştıran bir fazilet olduğunu idrak edebilmek. Burada salt bir kitabı anlamaktan bahsetmiyorum veya bir matematik problemini çözecek anlamayı edinmiş bir bireyden de bahsetmiyorum. İnsanı anlamaktan bahsediyorum. İnsanı anlamaya önce kendinden başlayarak anlayacak bir modeli eğitim sistemimiz maalesef kuramıyor. Ailede farkındalık bilinci gelişmemiş bir ebeveyn varsa anlama da gelişmiyor.

Beton bloklar arasında

Metropollerde insanlar uyuşmuş gibi üzerlerindeki elbiselerle, ellerindeki telefonlara baka baka oradan oraya yürüyorlar, koşturuyorlar. Dijital oyunlardaki sanal yaratıklar gibi sahte sahte gülüyorlar, anlamsızca aval aval bakıyorlar. Kimse kimseyi görmeden otobüse binme moduna ayarlanmış gibi bir kanala doğru gidiyorlar. Ana arterlerde durum bu. Bu güruhun tek anladığı şey de tüketmek ve bundan da haz almak. Oysa anlamak eski bir eşya onlar için. Evet bu yazdıklarım bir distopik romanın girişinden alınmış satırlar değil. Bugün yaşadığımız şey bu. Koskoca beton bloklardan oluşmuş siteler ve onların arasında sıkışıp kalmış mahalleler, gettolar bir de ayrıcalıklı seçkinlerin yaşadığı havuzlu yerleşkeler. Tüm bunların yanında tek tük kalmış geleneksel mahalleler. Ama onlar da daha iyi bir yaşamın hayalini özleyerek sürdürüyorlar hayatlarını.

Oysa derin bir anlama eksiğimiz var

Ebeveyn anlamak yerine verdiklerini almak üzerine programlanmış. Oysa çocuk veya genç doğası gereği anlaşılmak üzere var bu âlemde ve anlaşılmazsa anlamayı öğrenemeyecek bir tehlike ile karşı karşıya. Doğayı, varlığı kendisini anlama çabasında olan bu genç insanın elinden tutmak anne ve babanın görevidir. Çocuklar bizim rakiplerimiz değildir. Önlerine yemek koyup üzerlerini kumaş ile kapladığımız canlılar değiller. Kalpleri var duyguları var. Öğrenmek istiyorlar, anlaşılmak istiyorlar. Ve derin bir kavrayışları merhametle, sevgiyle kuşatılmak istiyorlar. Biz çocuklarımıza maddiyatı sağlayan otomatlar değiliz. Biz çocuklarımızı her çağda anlamak zorundayız. Hiç bıkmadan konuşmak hayallerini öğrenmek için çabalamalıyız. Onları tehlikelerden ancak böyle koruyabiliriz.

Anlamaya başlamak

Anlamak insanın kendini anlamasıyla başlar dedik. Çünkü anlamak merkezden çevreye doğru yayılan bir enerjidir. Kendi isteklerini, hayallerini anlayamamış ve ihtiraslarını, sorunlarını fark edememiş bir insan anlayabilir mi? Böyle ebeveynler nasıl çocuklar yetiştirip topluma kazandırabilirler ki? Hayatını iyi bir ev, araba, cep telefonu gibi şeyler üzerinden anlamlandıran insanın merhameti, diğergamlığı kendini başkasının yerine koyma dürtüsü oluşabilir mi?

Dil sorunu

Günümüzde en fazla dil sorunu var. Dilden maksat gönül alma, gönül yapma sorunu var. Kendi dilimizi, lisanımızı yerli yeriune kullanamadığımız gibi vücut dilimizle de muhatabımıza sevgimizi geçiremiyoruz. Oysa kavi bir inanca, o inancın gereği duygu, düşünce ve davranışa ihtiyacımız var. Bir sözde, bir ibarede ve meramımızı ifade etmede kopukluk yaşarken nasıl karine yoluyla düzeltebiliyorsak, kazandığımız her doğru davranışta diğer davranışlarımızı da doğrulayarak mluhatabımızla kalbi bir bağlantı kurmaya vesile olacaktır. Bireyden toplum olma bilinci sevgiye ve empatiye dayalı bir iletişim şeklidir. Bu iletişim şekli önce aile bireyleri arasında olacak ki bilinçli toplum oluşsun. Bu iletişim kadim bir inancın getirdiği sorumlulukla birlikte kalbi bir gülümsemedir. Bence karşılıklı birbirimizi anlamak bizi barışa, mutluluğa ve huzura götürecektir vesselam.

SU İSRAFINI NEREYE BİLDİRECEĞİZ?

Aylardır sosyal medyadan dilim döndüğünce yazıyorum burada da belirtiyorum. Tekrar yetkililere bildiriyorum. Kiracı olduğum dairede ve diğer komşularımda da aynı sıkıntı var, kombi ve su tesisatı çok eski olduğundan sıcak ve soğuk su ayarı yapılıp da ısı dengesi oluşturulamıyor. Bu nedenle banyoda kaynar suyu başımızdan aşağıya akıtmamak veya buz gibi suda donmamak için bir soğuk, bir sıcak arasında gidip gelip dengeyi bulmaya çalışırken su sarfiyatı had safhaya varıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beyaz Masa, İSKİ, İGDAŞ, Ekrem İmamoğlu, DSİ ve çevre bakanlığına sosyal medyadan mesaj attım ama ses seda yok. Ev sahibimize de defalarca söyledik ama maalesef ilgilenmiyor kendileri. Suyu bitiren ben olmak istemiyorum. Kim bilir böyle kaç daire vardır İstanbul’da? Lütfen suyumuza hep birlikte sahip çıkalım.

KELİMELER VE GÜLÜMSEMELER

Kadın olmak var. Gün geçirmiş, çile çekmiş kadın olmak var. Doğulu bir kadın olmak var. Duyguların ve duyarlılıkların kadını olmak var. Doğulu kadınların kalbinde bir sevgi ve kaynaşma var. Anneannelerden annelerin ve kız torunların alacağı nice değerler var. Anneannelerin torunlarına vereceği çok şeyler var. Sevgi, şefkat, merhametle birlikte, gelenek, görenek, ahlak, edep, adap tevarüs eden nice kültürler var. Hikâyeler, masallar, nice bilmeceler ve tekerlemeler var. Anneannenin sandukasında gümüş takılar, kanaviçe örtüler, işlenmiş ipek mendiller var. Anneannenin duruşu onun kadim hatıralarının yüklü olmasındandır. Savaşlar, hastalıklar, kıtlıklar ve nice afetler sonrası bir hayatın ağırlığını taşır omuzlarında. O bakışların gerisinde, göçlerin, çileli yolculukların ve sürgün yaşamanın binlerce tezahürü saklıdır. O her şeye rağmen, kavi bir inançla ümit yolculuğunun devamıdır. Bir bilge kadın ve bir koca karıdır. Büyüktür, büyüklüğü sadece yaşla ifade etmek güçtür. Onun bilgeliği yüceliktir. Onun torunuyla bir arada olması, onunla ömür sürmesi apayrı bir şükürdür. Kız çocuğu deyip geçmeyin, cephede şehit olan ve oğlundan kalan tek yadigârdır. Torun ve nine bir fotoğrafta siyah beyaz bir ruh gibidir. Kızdaki bakışlar anneanneyi de aşan yücelerin yücesinedir. Olgun bir meyve toprağa düşer, Bir meyveden bir çekirdek, bir çekirdekten binlerce meyve, binlerce meyveden sayısız çekirdeğe uzanır. Soy soylar boy boylar. Tek aradığımız şey bizi mutlu edecek kelimeler ve gülümsemeler.

BİRBİRİMİZE GÜVENDİĞİMİZDE

Bioverband Demeter adlı Almanya’nın en eski organik tarım birliği Aralık ayında web dergisinde ve web sitesinde eş zamanlı bir makale yayımladı. Ancak Frankfurter Algemeine’nin web sitesindeki habere göre sosyal medyada tüketicilerden büyük tepki aldığı için makale webden kaldırılmış, ama e-dergide hala duruyor. Makaleyi tanımlayan cümle şöyle: “ Tüm denetimlerin, tüm yasakların ve emirlerin sona ermesinden sonra, çok özel bir inanç çizgisi, insanları kendi belirledikleri yaratılış noktalarından tüm varlıkların alanına geri döndürdü: Kendine, insana ve dünyadaki iyiliğe sınırsız güven.” Aslında makale bir ütopyadan bahsediyor. Polis devletlerine bir eleştiri getiriyor. Tüm denetim mekanizmaların ortadan kalkmasıyla ancak birbirimize güvendiğimiz zaman yani aşk, barış ve sosyal uyumla yaşayabiliriz diyor. Yazı Covid19 ile mücadeleyi baltalayabilir gerekçesiyle bir yanlış anlamaya izin vermemek için dergi yönetimince kaldırıldığı ifade ediliyor. Yazı eleştirilirken komplo teorisine yakın olmakla suçlanıyor. Aslında benim yaptığım okumada öyle bir ize rastlamam mümkün olmadı. Makale, "yıkıcı entelektüel seçkinler çağı"nın aşıldığı bir dünyadan kurtulmak için gerekli reçeteleri veriyor. Yunan mitolojisindeki bereket tanrısı Demeter’i kendilerine isim olarak almış olan bu birlik makalesinde “Güven iyidir, kontrol daha iyidir” cümlesiyle dünyadaki hâkim sistemleri eleştiriyor. Kontrolsüz yaşamın daha derin özgürlükler getireceğine inanılıyor. Ve hiçbir şey üretilmediğinde hiçbir kaynak tüketilmeyecektir diyor. Makalede onaylayacağım şeyler var elbette ama kontrolsüz güvene tam sarılmamız insan doğası gereği mümkün değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır bu yönüyle bu makale evet bir ütopyadır. Aslında eleştirmek istediğim yönü bu makalenin sosyal medya takipçilerinden eleştiri alıp kaldırılmasıdır. Farklı fikirlere açık olduğunu iddia eden batının bu makaleyi sosyal medya takipçileri tarafından tepki gösterilmiş olduğuna da pek inanasım gelmedi. Batıda medyada kıyıda köşede kalanları takip ettiğinizde çok şaşıracağınız şeyler olduğunu görüyorsunuz. Tıpkı bu makaledeki fikirlere tahammül edilememesi gibi.

ARTI EKSİ

Artı

Tartışma

Farklı meclislerde, medyada ve mecralarda bir takım tartışmalara şahit oluyoruz. Arada bir konuşmanın hakkını veren, karşı tarafı önemseyen, yer yer fikirlerine hak veren, edep adaba riayet eden, nazik konuşmacılara rastladığımızda açıkçası seviniyoruz. Çünkü o zaman o tartışmadan bir şeyler öğreniyoruz. Ufkumuz açılıyor, feyz alıyoruz. Yeri geliyor bu konu beni aşar diyor. Bu konuda uzman ya da otorite şudur diyor. O alanda uzman olan kişiyi de yad ediyor. Konuyu saptırmıyor. Tutuculuk ve körü körüne bir şeyi savunmuyor, kendince doğrular neyse delil getirerek tartışmaya katkıda bulunuyor. Nihayet oturumun sonunda tartışılan ana fikir şekil buluyor, olgunlaşıyor. Kimse kimsenin hasmı değil ki, sadece hakikat tezahür ediyor.

Eksi

Empati

Günümüzün en büyük sorunlarından birisi önyargıdır. Önyargı oldukça, birbirimizi anlamamız zordur. Bizim inancımız bir ve birlik olmayı emrediyor. Çünkü inancımız bireyden çok toplum olmayı ve toplum bilinci oluşturmayı işaret ediyor. O halde muhatabımızı anlamak için iyi bir iletişim içinde olmamız gerekir. Bu da empati ile olacaktır. Empati içten gelen bir dürtüyle yapılır. Duygularımız, düşüncelerimiz, davranışlarımız birbirimizi anlamaya yönelik olursa, tartışmalar da önyargısız olacaktır. O zaman bencillikten kurtuluruz. Fecri ve agresif davranmayız. Sevecen oluruz. Bir şeyi muhatabımız öğretirken ondan da kendimiz bir şeyler öğreniriz. Aksi taktirde tartışmamız bir kaosa dönüşür. Bir kakafoniye dönüşür. Gönül kırarız. Maksat hasıl olmaz aynı zamanda toplum nezdinde itibar kaybederiz.

BAKKAL DENETLENMEK İSTİYOR

Eski küçük bakkallar kalmadı artık. Zincir marketlerin yanında onlar da büyük bakkallara, marketlere dönüştü. İşte böyle bir mahalle marketimiz var bizimde oturduğumuz yerde. Yeni yılla birlikte zamlanan ürünler olmuş bakkalımızın söylediğine göre ama neden zamlanmış o da bilmiyor. On yedi buçuk liraya bakkaldan aldığım üç litrelik çiğ süt yirmi lira olmuş. Bu arada çiğ sütün bakkala gelişini de iki gün bekledik. Araç yola çıktı, yolda kaldı, akşama sabaha derken demek ki zamları toplaya toplaya ancak gelmiş. Bakkal da sıkıla sıkıla bana zammı söyledi. Ama neden zam yapılıyor bunun belgesi yok dedi. Zamlardan şikâyet ederken denetlenmiyor bu zamlar dedi. Açıkçası ben denetlenmek istiyorum diye hayıflandı adam. Ticaret bakanlığı bizi sadece maliye vasıtasıyla denetlemesin bu zamların da açıklaması yapılsın istiyoruz diyor esnaf. Çünkü onlar da para harcıyor ve onlar da vatandaşa zam haberi vermekten usandılar. Zamları kafasına göre yapan bir serbest piyasa olmamalı. Bu ekonominin her hareketinden etkilenen en alttaki vatandaşa yansıyor. En küçük zammı vatandaş hissediyor. Farkında olmadan, denetlenmeyen zamlar vatandaşı ekonominin gidişatı üzerinde olumsuz istifham oluşturuyor.