Zeitenwende, yani tarihin dönüm noktası, kavramı büyük bir kavram, insan ister istemez büyük beklentilere giriyor.
14 Haziran’da Almanya bir süredir tartışadurduğu Ulusal Güvenlik Strateji (UGS) belgesini yayınladı. Bu belge Almanya’nın ilk güvenlik strateji belgesi olması bakımından elbette önemli ama asıl önemi Şubat 2022’de Olaf Scholz’un yaptığı ünlü stratejik güvenlik vizyonda dönüşüm (Zeitenwende) konuşmasını somutlaştıran bir adım olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Zeitenwende, yani tarihin dönüm noktası, kavramı büyük bir kavram, insan ister istemez büyük beklentilere giriyor. Zeitenwende konuşmasında Scholz büyük bir heyecanla Almanya savunmasına harcanacak 100 milyar Euroluk bir fon ilan etmişti. O günden 14 Haziran’a, NATO hedefleri doğrultusunda 2024’e kadar GSYİH’nın yüzde 2’sinin askeri harcamalara gideceği sözü de tekrarlanmış durmuştu. Tüm bu nedenlerle Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde yeni bir güvenlik mimarisi/bürokrasisi, yeni bir stratejik güvenlik kültürü ve en önemlisi somut bir bütçe ile bu bürokrasi ve kültürün besleneceği ümitleri doğmuştu. Sonuçta, kimi gözlemcilere göre doğum oldu olmasına ama dağ fare doğurdu.
Almanya’nın II. Dünya Savaşı ile ilgili bagajı, savaş sonrası Alman ekonomik konformizmi, Berlin’in ABD’ni kaybetme lüksü olmayışı ve AB projesinin motor ülkelerinden biri olma zorunluluğu Sonderweg yani Alman stratejik otonomisi ya da tek-taraflılığına herhangi bir vurgu yapmayı olanaklı kılmıyordu zaten. Ama geçmişte tüm bu zorunluluklar altında Wandel durch Handel (ticaret aracılığı ile dönüştürme) ya da Ostpolitik/Neue Ostpolitik gibi yaratıcı fikirlerle ortaya çıkmış Alman dış politika elitinden yepyeni ve Almanya’nın çok da kayıpta olmadığını gösteren bir anahtar kavramla ortaya çıkması bekleniliyordu. Bu olmadı, yaklaşık 40 sayfalık UGS belgesinde malumun ilanı dışında yani bugün Almanya nerede duruyor sorusuna verilen cevap dışında pek bir şey yok. Bu nedenle de belge, statükocu olmak ile eleştirilmiş. Belki tarihin kırılma anında statükocu olmak da bir meziyettir ama belge hakkında görüş bildiren hükümet yetkilileri bu eleştiriye alındıklarını belli etmişler, onlara göre mesele dönüşümü desteklemek ya da statükocu olmak değil; mesele para, para, para.
Ostpolitik öldü, yaşasın Wehrhaft ama para var mı?
Bugün Zeitenwende, Almanya’nın barış ve güvenliği sağlamak için ticaret, diplomasi ve ekonomik karşılıklı bağımlılığa sırtını dayayamayacağını söylüyor. Berlin’in Rusya politikası her anlamda hezimete uğradığı için bu sonuç şaşırtıcı değil. Çünkü Ostpolitik yani Almanya’nın Doğu Politikası, ne Rusya’yı saldırgan davranmamaya ikna etti ne caydırdı ne de Almanya’nın Ukrayna Savaşından daha az etkilenebileceği bir üçüncü yolun önünü Berlin adına açtı. Bu yüzden Almanya, bu belgede güvenliğini caydırıcılığı güçlendirilmiş bir silahlı kuvvetlere sahip olmakta bulduğunu, hatta Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel ordusuna sahip olmayı amaçladığını söylüyor. NATO, AB ve Fransa ile olan ikili anlaşmaları doğrultusunda kolektif savunmaya; risk yönetimi ve kolektif güvenlik gereksinimlerini (iklim değişikliği, siber güvenlik, düzensiz göç, melez saldırılar, terörizmle mücadele vb) karşılamak için esnek, hareketli, sivil unsurlarla bütünleşik ve caydırıcı kuvvet yapılanmasına yatırım yapılacağı anlaşıldığı ve nükleer paylaşım taahhütlerine de sadık kalınacağına göre, tüm bu değişim, dönüşüm bürokratik, toplumsal, kültürel ayaklarını görmezden gelsek dahi 100 milyar Euro’yu fersah fersah aşan bir bütçeyi gerektiriyor.
Bu devasa bütçeyi Almanya savunmaya yönlendirirken küresel ve bölgesel pazarda rekabet edebilirliğini korumak, iktisadi açıdan kendisini öne taşıyan, lokomotif ülke yapan teknoloji ve insan kaynağına para harcamak zorunda. Ayrıca Berlin kritik materyaller konusunda dışa bağımlılığını azaltırken ve talep edilen kamu harcamalarını kısmadan tüm bunları gerçekleştirmeli. Üstüne üstük tüm bunların Almanya’nın Rusya’yı doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak karşısına aldığı ve AB’nin genişlemesine (Batı Balkanlar, Ukrayna, Moldova, belki bir gün Gürcistan) destek verdiği bir ortamda olması gerek. Sonuçta UGS bir belge, bir mucize reçetesi değil. Bu nedenle de şunu yapmak lazım, bunu yapmak lazım cümlelerinden sonra Berlin aslında bebek adımları ile ilerleyeceğini söylüyor.
Bebek adımları
Desteklenmesine rağmen AB genişlemesi için bir takvim yok. UGS’de Rusya en büyük tehdit ama Ukrayna’nın nasıl destekleneceği ile ilgili tek bir cümle yok. Ukrayna karşı saldırısının başladığı günlerde belge yayınlandığından bu konuda hassas olan uluslararası/Batı kamuoyu UGS’nin çizdiği yoldan tatmin olmadı. Zira Ukrayna direnişi karşı saldırının başlarında ilerleme kaydetse ve hatta bazı köyleri kurtarsa da yoğun ateş altında kayıp veriyor ve değerli zamanlarını, ekipmanlarını tüketiyor. Almanya’nın Ukrayna’ya yardım konusunu belgenin her tarafında tekrar tekrar zikrettiği kutsal dörtlüye (ABD, NATO, AB, G7) bıraktığı sonucu pekâlâ çıkabilir. Tabi Almanya, bu kutsal dörtlü, BM (ve özellikle Genel Kurul zira BMGK tam işlemiyor) ve Fransa dışında Avrupa’dan ve Avrupa’nın çevresinden kimsenin ismini ortak olarak zikretmiş değil. Hint-Pasifik’in artık Avrupa ve Almanya için önemli bir bölge olduğunu söylüyor ama Japonya, Güney Kore, Tayvan ve Hindistan gibi ABD-NATO stratejilerinde kilit önemdeki ülkeleri ağzına almıyor. Avrupa’ya daha yakın coğrafyalarla örneğin Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile ilgili çöken devletler, İran nükleer programının yaratacağı huzursuzluk ve terörizmi zikrederek kurduğu iki cümle dışında bir şey ifade etmiyor. NATO’nun Doğu Kanadının önemi ve Almanya’nın doğu kanat için önemini vurguluyor ama ne Polonya ne Baltıklar ile bir ilgi kurulmuş. Böylece Almanya hem bu dörtlü için (ABD, NATO, AB ve G7) son derece önemli bir aktör olduğunu vurguluyor hem de kendisinden bebek adımları dışında bir şey beklenmemesini de söylemeyi başarıyor. Buradan iki sonuç çıkarabiliriz: 1)- Almanya’nın Savaş sonrası stratejik kültürü kendini sınırlandırmaya dayanır, statükocu-sınırlandırılmış duruşunu yeni ve iddialı bir şeymiş gibi söyleyebilmek bir Alman diplomasi becerisidir. 2)- Zeitenwende Ostpolitik gibi Almanya’nın derinlerinden gelen bir duruş değil, baş edilmesi gereken bir durum. Nitekim çarpıcı itiraf UGS’nin sayfalarında geliyor. Askeri harcamaları GSYİH’nın en az yüzde 2’sine 2024’e kadar çıkarma hedefini yıllara yayıyor Berlin ve bu konuda taahhüdünü yerine getirmek için “çaba harcayacağını” ifade ediyor. Zaten UGS’nin yayınlandığı günlerde Savunma Bakanlığı’nın bütçesini artırma talebi kibarca reddedildi ve Bakanlık bütçe kesintisi olmayacak sözü ile yetinmek durumunda kaldı.
Fikir ayrılıkları devam ediyor, Çin’de mesele düğümleniyor
Almanya için bir güvenlik stratejisi oluşturmaktaki yegâne zorluk bütçe ve kaynak yaratımında yaşadığı/yaşayacağı zorluklar değil. Almanya’da ne toplum ne elitler ne de entelektüeller stratejik güvenlik kültüründeki dönüşümün ne olduğunu biliyor. Sağ ve sol cenahta aşırı uçlar hala Ostpolitik’in böyle terkedilmesini anlamlı bulmuyor. Kimine göre toplumun iyiliği için harcanacak paranın “duygusal bir tepki” ile militarizme harcanması anlamsız, kimine göre Rusya haksız da olsa diyaloğun dışında bırakılmamalı kimine göre Almanya hala ABD’nin işgali ve saldırısı altında. Bu nedenle özellikle Hükümetin Yeşiller kanadı UGS’nin feminizmini ve kapsayıcılığını (güvenlik sadece savunma ile ilgili değildir özgürlük ve iyi yaşam ile ilgilidir) ön plana çıkartmış. Hoş, hükümetin şahin kanadını da Yeşiller oluşturuyor ve Ukrayna konusunda somut bir şey söylemek yerine UGS içerisinde soyut güvenlik nedir, kimin içindir tartışmasına girmiş olmaları Almanya’nın stratejik aklının bebek adımları konusunda kararlı olduğunu gösteriyor.
Almanya karmaşık hukuki düzenlemelerinin olduğu federal bir yapı, toplum pasifist stratejik kültürü içselleştirmiş, dolayısıyla farklı eyaletler ve sivil toplum güvenlik kültüründeki dönüşüme onay vermeden her şeyin çok maliyetli olabileceğini düşünen Berlin UGS’yi bütünleşik bir strateji olarak tanımlıyor. Sorun şu, bu kapsayıcı ve bütünleşik strateji dahi örneğin Çin ile ilişkiler, Çin’e karşı benimsenen pozisyon gibi son derece önemli ve büyük konularda bir şey söylemekten kaçınıyor. Bu nedenle 14 Haziran’da yayınlanan belge Çin’i hem ortak hem rakip hem de uluslararası sisteme meydan okuyucu olarak tanımladı- böylece NATO ve AB’de kullanılan dili taklit etti.- UGS’nin Çin konusunda özgün bir şeyler söylemekten kaçınmasının temel nedeni, Çin meselesinin önümüzdeki günlerde yayınlanacak başka bir belgeye (Çin Stratejisine) bırakılması zira Beijing ile ilişkiler konusunda tutunulması gereken tavırla ilgili olarak hükümet üyeleri arasında ve hükümet ile Alman sanayisinin devleri arasında fikir ayrılıkları var. Bu fikir ayrılıklarının giderilmesi beklense idi UGS yayınlanamayacak, Almanya’nın ancak bebek adımları atabileceğini ya da Ostpolitik’in şimdilik öldüğünü maazallah öğrenemeyecektik. Bu durumda bize şunu gösteriyor, Batı ve Rusya birbirini kaybetti ama Batı ve Çin için bu netlikte konuşmak için erken. Karşılıklı bağımlılıkların birdenbire kopartıldığı değil azaltılarak yönetildiği bir geleceği Avrupa da Beijing de tercih eder ama kendini bebek adımlarına hapsetmiş Almanya’nın Ostpolitik travmasından sonra özgün bir Uzak Doğu Politikası geliştirmesi ve buna bütçe bulabilmesi şimdilik mümkün gözükmüyor.