Türkiye'de bazı kavramlar iktisat ve sosyoloji biliminin kaideleri çerçevesinde ele alınmaz. Genelde kerameti kendinden menkul bazı siyasetçi ve çok bilen basın mensuplarının açıklamaları, amiyane tabirle "işkembe-i kübrâdan sallamak" ve tarihi bazı kavram ve kurumları bugünün küçük siyasi çekişmelerinde malzeme olarak kullanmak şeklinde tezâhür etmektedir.

Örneğin seçilmiş ama mahlû (halledilmiş – siyaseten kendi rızası dışında zor kullanılarak indirilmiş) eski başbakanlardan birisi, emperyalist kapitalist Batı ülkelerinin Türkiye’deki israf ve gösteriş tüketiminden istifade ederek kendi mallarını pazarladığı ve insanlarımızın da gerek zorunluluk gerekse görgüsüzlük nedeniyle yine aynı emperyalist ülkelerden gelen borç parayla alış veriş yaptığı AVM’lere Ahîliği örnek göstermesidir. Bu zat, bu söylemle kendi açtığı AVM’yi İslam tasavvufunun ve kadim Türk kültürünün orijinal örneklerinden biri olan Ahilik geleneğiyle bağdaştırmakta beis görmemiş ve ucuz siyaset yapabilmiştir. Bu noktaya geleceğiz.

Bu yazı iki yazılık bir serinin ilkidir. İlk yazıda Ahiliğin hangi şartlarda ortaya çıktığı ele alınacak ve tarihimizde ne tür işlevler gördüğü değerlendirilecektir. İkinci yazı ise bu çağda Ahilik kurumu ve fütüvvet felsefesinin nasıl canlandırılabileceği incelenecektir.

AHİLİK NEDİR? HANGİ TOPLUMSAL ŞARTLARDA ORTAYA ÇIMIŞ VE NE TÜR FAALİYETLER YAPMIŞTIR?

“‘Ahi’; köken itibariyle Arapça bir sözcüktür ve anlamı da ‘erkek kardeşim’ demektir. Diğer taraftan, bu sözcük ‘Divan – ı Lügat’it Türk’ ve ‘Kutadgu Bilig’ gibi eski Türkçe eserlerde yer alan ‘cömert, eli açık, ali cenap’ gibi anlamlara gelen ‘Akı’ sözcüğündeki ‘k’ harfinin yumuşayarak ‘h’ biçimine değişmesi sonucu ortaya çıktığını iddia eden görüş de vardır. Ancak, böyle bir yorumdan kalkarak, Ahi örgütünün/kurumunun Türklere özgü bir kurum olduğunu kabul etmek, işi kolaya almaktır.” (Yrd.Doç.Dr. Necmettin ÖZERKMEN, “Ahiliğin Tarihsel – Toplumsal Temelleri Ve Temel Toplumsal Fonksiyonları – Sosyolojik Yaklaşım”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 44, 2 (2004) s.59). Bu yazıdaki alıntılar Sn. Özerkmen’in bu eserinden yapılacaktır. Her ne kadar Hoca’nın Ahiliği Türklere özgü kabul etmemesini kabul edemesem de Hoca’nın yukarıda belirttiği her iki anlam da Ahilik kurumunu ve onun arkasındaki fütüvvet felsefesini hakkıyla temsil etmektedir. İki kavramı birleştirirsek Ahilik “cömertliği, eli açıklığı ve al-i cenaplığı temel alan bir kardeşlik” örgütüdür.

Haçlı seferleri ve Moğol istilâsından sonra Konya’da kukla bir hükümdar olarak Selçuk Sultanı’nın bulunduğu, beyliklerin daha yeterince güç kazanmadığı ve kırsalın eşkıya kaynadığı bir ortamda Anadolu’da yeni oluşmaya başlamış yerleşik (yani göçebe olmayan) Türk toplumunun varlığı ve birliğini korumada Ahilik kurumunun önemli katkıları olmuştur. İlk defa Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykâvus fütüvvet ehline intisâb etmiştir. O ve ardılı Alâeddin Keykûbat zamanında ülkede fütüvvet ehlinin önü açılmıştır. Fütüvvet (Türkçe yiğitlik anlamına gelir) Örgütü Peygamberimizin de mensubu olduğu ve fakirlere, kimsesizlere yardımı amaçlayan bir gençlik örgütünden zaman içerisinde Abbasi Halifesi I. Nasır zamanında yeniden şekillenmiş bir yapıdır. Özünde İslam ahlakı çerçevesinde bir esnaf ve dayanışma örgütüdür. Ahilik işte, bu örgütün göçebe boylardaki “Alp örgütlenmesi” ve Türk tasavvufunun evliliğinden ortaya çıkmıştır. Moğol İstilâsı sonrasında, Sultan Alâeddin’i öldürerek yerine geçen Moğol kuklası oğlu II. Gıyaseetin Keyhüsrev Ahi örgütüne karşı savaş açmıştır. İsterseniz Hoca’yı okuyalım:

“Ancak, II. Keyhüsrev’in, babasını öldürerek tahta geçmesi ile (Turan, 1993: 389 – 390), Ahilere ve Türkmenlere karşı tavır alınmış; pek çok Ahi öldürülmüş, bazı ileri gelenleri tutuklatılmıştır. Örneğin Ahi Evren gibi (Bayram, 1978: 114). Anadolu’nun Tokat, Sivas gibi kentlerini herhangi bir direnişle karşılanmaksızın ele geçiren Moğollar; Kayseri’de ahiler tarafından harekete geçen önemli bir direnişle karşılaşmışlardır. Ahiler, Moğolları durduramamış ve yenilmişler, birçoğu öldürülmüştür (Turan, 1993: 443; Bayram, 1991: 114). Moğolların egemenliğine giren Selçuklu sultanları da kendilerine karşı önemli bir siyasi güç konumundaki Ahileri ve Türkmenleri, isyan ettikleri birçok yerde bastırma yoluna gitmişlerdir (Cahen, 1986: 264).

Siyasi bakımdan güç ve etkinlik kazanan Ahiler, aslında hiçbir yerde resmi bir siyasi güç olarak çıkmamışlar, fakat olağanüstü durumlarda otorite boşluğunu doldurmak için bazen birtakım siyasi işlevler üstlenmişlerdir (Köprülü, 1991: 91). Diğer bir ifade ile, Ahiler yerel otoriteler olarak ortaya çıkmakta ve hakim oldukları bölgelerde devlet gücüne eşdeğer bir halk/yerel yönetimini temsil etmekteydiler. Siyasi düzenin bozulması anında, eski gücünü koruyan Ahiler, kendi kentlerinin ve hatta çevre yerleşim birimlerinin emniyetini sağlamış; bu şekilde her kent sanki Ahi bir valinin yönetiminde özerk bir kent haline gelmiştir (Turan, 1993: 566).” (Özerkmen, a.g.e. s 65-66) Yani devlet otoritesinin olmadığı, Sultan’ın müstevlilerin kuklası olduğu, Moğol akıncıları ve her türlü eşkıyanın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde Ahiler Müslüman Türklerin meşru müdafaasını üstlenmiştir.

Beylikler döneminde Ahiler Selçuklu’ya karşı Anadolu Beylikleri’ne destek vermiş ve onların kurumsallaşması için ciddi bir ekonomik altyapının oluşmasına destek olmuşlardır. Osmanlı’nın kuruluş döneminde Osman Gazi’nin şeyhi ve kayınpederi olan Şeyh Edebalı’nın katkıları önemlidir. Osman Gazi, Orhan Gazi ve Murâd-ı Hüdavendigâr Ahilik kuşağını kuşanmış ve aynı zamanda bir tasavvuf okulu da olan Ahiliğe intisab etmişlerdir. Bu dönemde hükümdarlar “Gazi Alperenlerin yoldaşı” ve serhat boylarının Türk kökenli akıncı beylerine nispetle “eşitler arasında birinci” konumunda idiler.

Özerkmen’e göre başlangıçta Batınî çevreler tarafından kurulan ve esnaf örgütlenmelerinin çok önemli olmadığı Ahi örgütü, Beylikler ve özellikle kuruluş dönemi Osmanlı’sında hem bir esnaf ve zanaatkâr çevresini örgütler hale gelmiş hem de sünnileşmiştir. Bu da sosyolojik açıdan normaldir. Kırsal çevreler ve göçebe boylar arasında İslâm’ın Batınî bir yorumuna sahipken (bugünkü anlamda Alevi kökenli diyebiliriz, DMD) şehirlerde yaygınlaşıp kendisi bir siyasi otorite haline geldiğinde (başta Ankara olmak üzere belli şehirleri uzun dönem boyunca Ahi Babaları yönetmiştir, DMD) ve yerleşik toplumun ekonomi politiğine entegre oldukça Ahilerin Sünnileşmesi kaçınılmazdı. Yıldırım Beyazıt ve Fatih’ten sonra Anadolu tek merkezi devletin otoritesi altına girince Ahiliğin bu toplumsal siyasi özü değişmiştir. Zamanla Şeyhülislâmlığa bağlı lonca yönetimlerine dönüşmüşlerdir.

AHİLİĞİN İKTİSADİ YÖNÜ

Bir çarşıda her meslek örgütü kendi Ahi Babasının yönetimi altında idi. O meslek grubuna ait dükkânlar kişilerin değil Ahi Tarikatının mülkünde idi. Her Ahi, günlük kazancından tarikatın iç tüzüğü olan fütüvvetnâmelerde belirtilen bir miktar kadarını kendine ayırır geri kalanı Ahi Baba’ya götürürdü. Ahi aileleri zaviyelerde ortak kazanda pişen aştan yerler ve bir komünal hayat yaşarlardı. Her bir Ahi için öncelikli olan kendi kazancı değil (günün sonunda eline geçecek olan gelir daha önceden belirlenmiştir, DMD) ama tarikatın varlığı ve geliridir. O günlerden kalan çok ünlü bir deyişe göre bir Ahi gelen müşteriye kendisinin siftah yaptığını ama yan taraftaki esnafın yapmadığını, ondan alışveriş yapması gerektiğini söyler. Bir özellikleri de bir çarşıda hakim olan Ahilerin kendi dışındakilerin dükkân açmasına müsaade etmemeleridir. Ekonomik güç, zaman içinde otorite boşluğu ile birlikte siyasi güce de dönüşür. Özetle, özel mülkiyetin değil grup mülkiyetinin olduğu, çarşıda tekelleşmeye giden ve kendinden başkasına müsaade etmeyen, devletin olmadığı yerde devleti ikâme eden bir “Paralel Yapı” ile karşı karşıyayız. Tabii ki, Ahileri tenzih ederiz, onlar Fetullah gibi vatan haini değildiler, casus da değildiler. Ama İktisadi örgütlenmeleri benzemektedir.

Ahilerin tasavvufi yönü, bugünkü STK’larla benzeyip benzemedikleri ve AVM’lere örnek olup olamayacaklarını pazartesi yazımda inceleyeceğim.

Cumanız mübarek olsun.