Afrika kıtası petrol, altın, elmas, uranyum, kobalt gibi birçok hammadde açısından oldukça zengin bir kıtadır.
Afrika kıtası petrol, altın, elmas, uranyum, kobalt gibi birçok hammadde açısından oldukça zengin bir kıtadır. Bu zenginlikler kıtayı küresel güç rekabetinin merkezine koymuştur. Avrupalı ülkeler tarafından sömürgeleştirilen Afrika ülkeleri ancak 20. yüzyılda – en azından kâğıt üzerinde – bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Son yıllarda dünyadaki en yüksek büyüme hızlarıyla gelişen ve uluslararası alanda küresel bir aktör haline gelen Çin, küresel güç boşluğundan yararlanarak Afrika bölgesine karşılıksız yatırımlar yapmaktadır. Taraflar açısından farklı anlamlar içeren yatırımlar, Afrika için finansman kaynağı iken, Çin açısından yeraltı kaynakları ve ucuz iş gücüne karşılık gelmektedir.
2010 itibariyle dış ticaretini kıta genelinde genişletmek isteyen Çin, diğer küresel aktörleri geride bırakarak Afrika’nın en büyük ticari ortağı haline gelmiştir.
Sömürü politikasında dönüşüm
Geçmişe baktığımızda Çin-Afrika ilişkileri, yüzyıllar öncesine dayansa da hiçbir zaman 21. yüzyıl başındaki kadar etkili olmamıştır. İdeoloji, Çin devletinin dış politikasında geçmişten beri önemli rol oynamaktadır. Pekin yönetiminin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinde de 70’li yıllarda ideolojik söylem ve semboller etkili olmuştur. Fakat 80’lerin başından itibaren bu politika dönüşüme uğramıştır. Bu dönemden sonra Çin, Afrika politikasını “yanımda dur kazan”, “barış içinde birlikte var olma” politikalarıyla ekonomik yatırımlara öncelik vererek şekillendirmeye başlamıştır.
Çin’in Afrika kıtasındaki politikalarının başlıca hedefleri siyasi ortaklık, hammadde ve ucuz iş gücüdür. Yükselen ekonomilerin en önemli ihtiyacı enerji ve hammaddedir. Küresel enerji rezervlerine sahip Afrika, Çin için hazine değerindedir.
Diğer önemli faktör ise kıtanın yirmi beş yaş altı yoğun nüfusudur. Dünya üzerinde ucuz işçilik için Afrika’dan daha iyi bir yer yoktur. Çin’de hâlâ vasıfsız ve ucuz iş gücü bulunsa da sayıları gittikçe azalmaktadır. Çinli şirketler sadece üretim odaklı olmaktan çıkıp AR-GE çalışmalarını yapan ve kendi teknolojilerini üreten firmalar hâline gelmiştir. Bunları üretecek ucuz ve vasıfsız işçiler Afrika’da çokça bulunmaktadır. Çin’in ekonomik olarak büyümesi Afrika kaynaklarına bağlıdır.
Uzun yıllar uluslararası düzlemde yalnız kalan Çin, Birleşmiş Milletler’de Afrika ülkelerinin destekleriyle küresel güç hâline gelmiştir. Bu gücünü devam ettirmesi Afrika ülkeleriyle siyasi ortaklığını sürdürmesine bağlıdır. Küresel güçlerin siyasi manevra alanı hâline gelen Afrika kıtası, ülkelerin siyasi gücünü devam ettirmesi için en önemli sahadır.
Yumuşak güç stratejisi
Yumuşak güç, bir devletin kendi istekleri doğrultusunda diğer devletleri zorlamadan cezbetmesi veya razı etmesidir. Diğer aktörleri kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeyi gerçekleştirebilen ülke, o ülkelerin çıkarlarını kendi çıkarlarıyla uyumlu hâle getirmiş olur.
Yumuşak güç kavramı, Çin’de 90’lı yılların başından beri uygulanmaktadır. Bu politikanın başarılı bir şekilde sürdürülmesinin altında yatan temel sebep, Çin’in geçmişten beri benimsediği temel düşünce sistemi olan Konfüçyanizmin yumuşak güç ile uyuşmasıdır. Yumuşak gücün en önemli kaynakları olan kültür, eğitim, kamu diplomasisi, ekonomik yardımlar ve yatırımlar Çin tarafından Afrika ülkelerine uygulanmıştır. Bu güç kaynakları, Afrika kıtasında Çin tarafından başarılı bir şekilde kullanıldığından dolayı Afrika ülkelerinde Çin’e yönelik olumlu bir algı oluşmuştur.
Çin’in Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde ideolojik yaklaşımdan ekonomik öncelikli, pragmatik bir tutum izlemeye dönüştüğü gözlemlenmektedir. Sömürgeci geçmişi olmayan Çin, bölgedeki diğer küresel aktörlerden ayrışmaktadır. Afrika ile ilişkilerinin önümüzdeki süreçte daha da ileriye taşınabileceği gözlemlenebilir.
Karşılıksız yardımların karşılığı: Bağımlılık
Çin’in Afrika ile kurduğu ekonomik ilişki, bağımlılık ilişkisi olarak değerlendirilebilir. Kıtada günden güne artan Çin varlığı, fırsatların yanında bazı tehditleri de beraberinde getirmiştir. Çin, Afrika politikalarına karışmama ve karşılıklı fayda prensibini benimseyip yaptığı yardımları herhangi bir ekonomik koşula bağlamamıştır. Afrika ülkeleri için bu yardımlar çok kıymetli gözükse de yapılan bu yardımlar Afrika’daki demokratikleşme sürecini olumsuz yönde etkilemekte, otoriter rejimlerin çoğalmasına yol açmaktadır. Bu yatırımlar, Afrika için kısa vadede büyük kazanımlar olsa da orta ve uzun vadede pek çok sorunu beraberinde getirecek niteliktedir. Bu iki taraf arasındaki iş birliği yakın zamanda dünyadaki güç dengelerini değiştirmeye zorlayacağını söylemek isabetli olacaktır.