Her ne kadar sonucu merakla beklenen desek de kazanacağına kesin gözüyle bakılan Hillary Clinton'ın kaybedişi birçok kesim açısından sürpriz olarak nitelendirildi.
Uzunca bir süredir sonucu merakla beklenen ABD seçimleri nihayet gerçekleşti.
Her ne kadar sonucu merakla beklenen desek de kazanacağına kesin gözüyle bakılan Hillary Clinton’ın kaybedişi birçok kesim açısından sürpriz olarak nitelendirildi.
İşin aslına bakıldığında bu niteleme birçok açıdan doğru.
The Economist’in 2016 yılı kapağının en ön sıralarında Clinton’a yer verilmesi, dünya seçkinlerinin ve Batı’nın lokomotif ülkelerinin Clinton’ı desteklemesi, en önemlisi küresel merkezin Clinton’ın yanında şekillenip gelecek hesaplarını buna göre yapması, üstüne bir de Trump’ın iş ciddiye binene kadar “kötü bir şaka” olarak resmedilmesi bu sonucu sürpriz kılar nitelikte.
Peki FOX dışında hiçbir medya kuruluşunun desteklemediği, ABD’de yaşayan azınlıkların ve genel dünya kamuoyu tarafından ötekileştirilen kesimlerin nefret ettiği Trump nasıl oldu da bu seçimi kazandı?
Açıkçası küresel merkezin Clinton üzerinden oynamış olduğu hesapların tutmamış olmasını geçenlerde Haşmet Babaoğlu’nun Sabah gazetesinde yazmış olduğu gibi dipten gelen sosyolojik bir dalgaya bağlıyorum.
Onun için biraz geriye gidelim ve hatırlayalım; Barack Obama’nın seçim vaadi “değişim”di. Bu “değişim” talebinin dünyaya nasıl kan ve gözyaşı getirdiğini biliyoruz ama ABD’li seçmen açısından bu “değişim” bizim ABD’yi ve Obama’yı okuduğumuz gibi olmadı ve bu talebi Clinton’da görmek istediler.
Nitekim göremediler, Clinton gerek medya gerekse küresel şirketlerin açık açık desteği karşısında şişirilmiş bir argüman olmaktan öteye gidemedi. Verilen oyların hiç azımsanmayacak bir kısmı da Trump’a karşı ehven-i şer olarak verilmesinden öte değil.
Bunun için bu dipten gelen dalgayı ve sosyolojik değişimi iyi anlamalıyız diye düşünüyorum.
Çünkü yerleşik düzenin sarsıldığı bir dönemi yaşadığımız ya da yaşamaya başlayacağımız aşikâr!
Başkan adaylarından ziyade seçimin CIA ve FBI arasındaki bir çekişme haline gelmesi, dünyanın giderek iyice ısınması ve soğuktan daha soğuk savaşa doğru eklemlenmesi ve tüm bunlarla birlikte Batı’nın bilinçaltı olan İslamofobi, ırkçılık ve ayrımcılık gibi hususların artık açıktan desteklenişi böyle bir sonucun ortaya çıkmasında hiç yabana atılacak etkenler değil.
Kaldı ki bunların üstüne artık ulus-devletçiliğe doğru atılan adımların da olduğunu söylesek yanılmayız.
Bir de her ne kadar tartışılmıyor olsa da Demokrat adaylar içerisinde yerleşik düzene karşı duran Bernie Sanders’ın kıl payı adaylık yarışını kaybetmesi ve birtakım küresel şaibeli işlerle tüm hesapların Clinton üzerinden yapılışı ABD seçmeninin hatta Demokratlar’a oy veren seçmenin üzerinde bir “piyon” algısı oluşturmaya yetti.
Buna ilişkin tepkinin de tıpkı İngiltere’de birkaç ay önce yaşanan ve hiç de beklenmedik bir sonuç olan Brexit kararına benzer olduğunu söylesek yanılmayız.
Trump’ın seçim kampanyasında söylemiş olduğu İslamofobik ve birçok kesimi ötekileştiren sözlerin bir siyaset unsuru olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
Sitesinden Müslümanlarla ilgili ayrımcılık içeren sözleri çıkarması, eşcinsellere duyduğu nefret ortadayken basınla ilgili işlerine eşcinsel bir kişiyi istihdam etmek üzere alması Trump’ın işadamlığının yanında siyasetçiliği de iyi becerecek bir zekâya sahip olduğunu bizlere gösteriyor.
Tüm bunların nezdinde Trump’ın özellikle AB’den hiç destek almaması ve AB’nin topyekun Clinton’u desteklemesi ve sonucun bu şekilde çıkması AB’nin daha da çok çatırdayacağını önümüzdeki günler bize daha net gösterebilir.
Birleşmiş Milletler’in “Trump’tan endişeliyiz” açıklaması bile büyük hesapların çöktüğünü ve girmiş oldukları şoktan hala çıkamadıklarını gösteriyor.
Trump’ın seçimi kazanmasından sonra ABD’de başlayan sokak olaylarının Gezi Olayları’na benzer bir hâl alması ABD’yi belki de bugüne kadar hiç alışık olmadığı günlere itebilir.
Ve tabi unutmadan… Biz Clinton’ın “PYD’yi silahlandıracağız” sözlerini eleştirirken, FETÖ tarafından finanse edildiğini dillendirirken bize “Trump’çı” diyen bazı “objektif” muhabir ve analizcilerin anlamadığı gerçek şu ki; Trump’ın kazanmasından ötürü değil ama Clinton’ın arkasındaki şer güçlerinin ve yerleşik düzenin kaybedişinden memnun kaldık.
En azından şimdilik!
Sonuçta ABD siyasetinin geleneksel tutumu bellidir ve bu kısa vadede değişebilecek bir şey değildir.
Ama her şeye rağmen Clinton’dan ziyade Trump’ın Türkiye’ye daha iyi bir etkisi olacağını düşünüyorum.
***
Trump FETÖ teröristbaşını iade eder mi?
Çiçeği burnunda ABD Başkanı Trump’ın danışmanlarından Michael Flynn FETÖ teröristbaşı ile alakalı olarak söylemiş olduğu şu sözler önemli: “Türkiye'nin bakış açısıyla Washington, Türkiye'nin Usame bin Ladin'ine sığınak oluyor. 11 Eylül'den sonra Usame bin Ladin'in Türkiye'de güzel bir köyde yaşadığını ve aynı anda da Türk vergi mükelleflerinin vergileriyle fonlanan 160 okulu işlettiğini öğrenseydik ne yapardık?”
Açıkçası bu görüşlerin samimiyetini önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz ama kesin olan bir şey var ki FETÖ tarafından finanse edilen Clinton’ın ABD Başkanı olması durumunda FETÖ teröristbaşı Gülen’i Türkiye’ye iade etmeyeceğini sağır sultan bile tahmin ediyordur artık.
ABD’nin Trump başkanlığında Fetullah Gülen’i iade edip etmeyeceği pek bilinmese de Flynn’ın söylemiş olduğu bu sözler önemli.
Teröristbaşına sahip çıkan bir ülke olmak istemeyeceklerdir herhalde?!
Hele de “DAEŞ’i Clinton ve Obama kurdu” diyen ve “tüm uluslarla iyi geçineceğiz” diyen bir başkan samimiyetini göstermek istiyorsa.
***
Kılıçdaroğlu ne yapmaya çalışıyor?
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yine saçmalamış, şu şekilde: “Beni neden mahkemeye vermiyorlar? Neden? Çünkü korkuyorlar. Rica ediyorum beni mahkemeye verin”
Kılıçdaroğlu ondan korktukları konusunda çok haklı.
Çünkü o olmasa AK Parti bu kadar kolay iktidar olamaz, o olmasa onun kadar saçmalayacak başka bir kişi pek bulunmaz.
Atatürk’ün partisini PKK’nın siyasi uzantısı HDP’yi savunacak hale getiren, terör örgütlerinin propagandasını yapan “gazetelere” sahip çıkan, darbe günü anca ABD’den sonra darbeye “karşı” durabilen bir kişi şimdi de “Türkiye’yi Böldürtmeyeceğiz” mitingleri yapmaya hazırlanıyormuş.
CHP olarak bu tarz mitingler yapacaklarmış.
HDP’lilere kol kanat gerip en son açıklamasında Türkiye’yi uluslararası camiaya “terör suçlusu” olarak göstermek isteyen bu şahıs utanmadan “bölünmekten” bahsediyor!
Bu şahsı takmaya gerek yok.
Zira en başta millet onu takmıyor!
***
Aslı Aydıntaşbaş kötü diyorsa mutlaka iyidir
Aslı Aydıntaşbaş Cumhuriyet gazetesinde “Trump bize neden kötü?” diye bir yazı yazmış.
Hani şu Obama’nın yardımcısı Joe Biden’la selfie kadrajına girmek için çırpınan kişiye Aslı Aydıntaşbaş diyoruz.
Arkada da “terör örgütü propagandasından” dolayı tutuklu bulunan Kadri Gürsel vardı.
Şimdi kalkıp Trump’ın ne derece kötü olabileceğinden bahsediyor.
Bir de “biz” diyor.
“Biz” dediği kim bilemem.
Ama ben şahsen Aslı Hanım’ın “biz” tasvirinin içinde şahsen değilim, olmam da.
Bu ülkeyi seven, vatanın ne demek olduğunu 15 Temmuz’da anlayan hiç kimse onun bahsettiği “biz”in içinde olmaz, olamaz.
Ama Aslı Hanım “Trump kötü” diyorsa mutlaka iyidir.
Onu söyleyebilirim.
Ama “biz” dediği kendi mahallesine Trump’ın seçilişi pek de iyi değil ki böyle diyebiliyor.
Sormak lazım… FETÖ tarafından finanse edilen, “PYD’yi silahlandıracağım” diye açık açık söyleyen, küresel merkez oligarkları tarafından açıkça desteklenen ve Ortadoğu’da daha çok gözyaşının akmasına sebep olacak olan Clinton’ın kazanması daha mı iyidir?
Aslı Hanım’a göre öyle herhalde!
***
Cohen…
Bu dünyadan bir Leonard Cohen geçti…
“Artık ölmeye hazırım” diyen Cohen geçtiğimiz gün 82 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Sevgilisi Marienne’e yazdığı o harika şarkı ve mektuplar için kaç yazı yazsak az.
Ya da o belki de eşi benzeri olmayan “Hallelujah” şarkısı için.
Ama şu denebilir ki… Cohen gibi söz yazarı az bulunur, belki de hiç bulunmaz.
Hiçbir ödül de o sözlere paha biçemez.