Bundan yaklaşık 11 yıl önce dönemin ABD Başkanı Obama, Dış İşleri Bakanı Bayan Clinton'un önderliğinde Asya'yı önceleyeceğini açıklamış, ünlü Pivot stratejisini ilan etmişti.
Bundan yaklaşık 11 yıl önce dönemin ABD Başkanı Obama, Dış İşleri Bakanı Bayan Clinton’un önderliğinde Asya’yı önceleyeceğini açıklamış, ünlü Pivot stratejisini ilan etmişti. Ancak stratejinin altı o günlerde bir türlü net bir biçimde doldurulamadı. İlk olarak Obama Yönetimi, Çin ve Rusya’nın iddialı -hatta saldırgan- bir dış politikaya yönelebileceğini hesaplamakla beraber, gerçek bir sınırlandırma/çevreleme stratejisini kurmak konusunda acele etmedi. Washington, bir yandan, Irak ve Afganistan savaşlarından Amerikan kuvvetlerini çekeceğini, Asya-Pasifik sahnesine döneceğini ve Asya’daki müttefiklerini ABD’nin gücü konusunda daha emin hale getirebilecek yeni önlemleri hayata geçireceğini ilan ediyordu, diğer yandan ASEAN Bölgesel Forumu’nun kurucu belgelerini imzalayarak Çin dahil bu forumun üyeleri ile sorunları çatışma dışı yollarla çözeceğini açıklıyordu. Kısaca ABD’nin aklında biraz güç gösterisi, biraz diplomasi, askeri harcamalardan bolca tasarruf ve tüm bunların sonunda Aya-Pasifik’teki ABD’nin askeri hakimiyetinin Asya’daki müttefiklerle kurulacak iktisadi, siyasi ve teknik işbirlikleriyle güçlendirilmesi fikri vardı.
Obama’nın Zorlukları
Bu güzel plan yolda tökezledi zira ABD Ortadoğu ve Avrupa’daki güçlerini bir türlü istediği oranda azaltamadı. Önce DEAŞ’ın yayılması, sonra Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, Kaliningrad ve Kuzey Denizi üzerinden NATO üyesi olan ve olmayan Avrupa ülkelerine Moskova’nın yaptığı baskı ABD’yi eski kıtaya askeri destek göndermeye geri döndürdü. Bu nokta da Çin’in, Clinton’un Asya’ya öncelik hamlesini ters-yüz eden planı Bir Kuşak Bir Yol projesini de zikretmeliyiz. Zira bu projenin Clinton’un açıklamalarından hemen sonra ABD’nin işbirliği hattı olarak tanımladığı Güney-Güneydoğu Asya ülkelerini Çin’den yatırım almaya, Çin’le ticareti geliştirmeye teşvik ettiği biliniyor. Pekin’in, bir yandan da bu projenin kara hattıyla ABD’nin maliyet hesaplarını etkileyebilecek Orta Asya-Afganistan-İran güzergahına ulaştığı sır değil. Tüm bu faktörler Obama’nın Asya’ya dönüş yolculuğunu uzattı. Ancak bu yolculuğun önündeki en beklenmeyen engellerden biri Asya Pasifik’in yaramaz çocuğu Kuzey Kore’nin çıkardığı sorunlardı.
Bak Şu Kuzey Kore’nin Yaptığına!
Pyongyang’ın politikaları ABD’ni yalnızca Çin’i merkeze alan bir strateji geliştirmekten alıkoydu. Kuzey Kore’nin füze denemeleri, Pyongyang nükleer silahlı bir güç olduğu için her zaman çok rahatsız ediciydi. Ancak Obama döneminde Kuzey Kore, nükleer caydırıcılığa sahip olmasına güvenerek, Japonya ve Güney Kore’yi çok sınırlı bir biçimde de olsa konvansiyonel olarak tehdit edebileceğini gösterdi. Çin’in Japonya’ya karşı benzer bir taktik izlediğini de buraya not edelim. Biraz abartarak şunu söyleyebiliriz: Pekin ve Pyongyang balıkçı tekneleri batırdıkları, ısız kayalık ve adaların üzerinden uçak ve füzelerini uçurdukları için ABD, istediği kadar kendi hakimiyet bölgesine çekilemedi. Güç gösterilerine (donanma devriyeleri ve ortak tatbikatlar) para harcamak ve asker göndermek zorunda kaldı; üstelik tüm harcanan para ve düzenlenen tatbikatlara rağmen rakipleri sınırlamak konusunda yeterince yol kat edilemedi. Bu noktadan itibaren de tüm müttefiklerin zihninde nükleer silahlanma dahil silahlanma opsiyonları yanıp sönmeye başladı.
Trump Yönetiminin pragmatik Kuzey Kore stratejisi ile halletmeye çalıştığı aslında sorunun ötelendiğini müttefiklere göstererek, ABD için bir kara-deliğe dönüşen bu meseleyi bir süre kapatmaktı. Kuzey Kore’nin balistik ve geçen hafta denediği seyir füzelerinin Japonya’ya ulaşabileceği iddia ediliyor- ki bu Pyongyang’ın Japonya’daki ABD askeri varlığını hedef alabileceği anlamına geliyor. Hatta seyir füzelerinin teknolojik özellikleri nedeniyle (menzile daha alçaktan, daha uzun sürede ve daha az fark edilme riski ile ulaşmaları) bazı uzmanlar Kuzey Kore’nin önleyici vuruş kapasitesinin arttığını söylüyorlar. ABD açısından engelleyemediği bir risk olmasına rağmen Kuzey Kore’nin önleyici bir vuruş ile ABD varlığını hedef alması, Washington’un nükleer kapasitesi düşünüldüğünde ancak bir intihar saldırısı, bir kamikaze vuruşu olabilir. Bu nedenle asıl mesele ABD için Kuzey Kore’nin müttefiklere yönelik meydan okumasını öteleyerek Washington’un başını ağrıtmasını önlemekti. Böylece ABD, ticaret savaşları çerçevesinde yoracağı Çin’i odağına oturtabilirdi.
Trump’ın Asya Sicili
Trump ve Kim’in çokça eleştirilen el sıkışma törenlerinin, imzaladıkları ne olduğu tam anlaşılmayan mutabakatın arka plan hikayesi buydu. O gün Trump yönetiminin çokça eleştirilmesinin temel sebebi de aslında Trump’ın Kuzey Kore politikasının, Kuzey Kore-Güney Kore Barış Anlaşması için motivasyonu da ortadan kaldırdığından, bölgede silahlanmayı artırması ve nükleer silah geliştirmek isteyen aktörleri teşvik etmesiydi. Ayrıca Trump, müttefiklerin konvansiyonel ve nükleer riskler karşısında sızlanışlarını üçüncü aktörler üzerinden muğlak teminatlar yaratarak dindirmeyi seven, yani ucuz yolu bulabilen bir başkandı. Nitekim bugün Asya-Pasifik Dörtlüsü (Quad) olarak sahneye çıkan yapılanmanın temeli Hindistan-Japonya bağlantısını coğrafi açıdan daha sınırlı Güney Kore-Japonya-ABD bağlantısına tercih eden ve güçlendiren de Trump oldu. Kısaca Trump dönemi Asya stratejisi Çin’i durdurmakta başarısız kaldı, Japonya ve Güney Kore’yi kızdırdı, Pyongyang üzerinden nükleer silahlanmayı cesaretlendirdi ama tüm bunların yanında kilit önemdeki Güney Asya- Pasifik bağlantısını alttan alta güçlendirdi. Sonuçta Trump açık açık “öncelikle ABD çıkarı” (America First) diyerek göreve gelmiş bir başkan olduğundan, stratejilerinin küresel ve bölgesel rejimler üzerinde yarattığı yıkıcı etki tamir edilmek üzere sonraki dönemlere bırakıldı.
ABD’nin Cömertliği, Avrupalıların Gözyaşları
Bugün Biden Yönetiminin, 11 yıl önce Obama yönetimi altında ilan edilen, Trump döneminde orasından burasından çekiştirilen, ama asla terkedilmeyen Asya’ya dönüş stratejisini yeniden canlandırması sürpriz değil. Zira 11 yıl önce ilan edilen geri dönüşün hedefi, Çin’in sınırlandırılması bu süreç içerinde başarılamadı. Sürpriz olan Biden Yönetiminin Obama ve Trump dönemi Asya politikalarının yarattığı komplikasyonları iyileştirmeden, adeta yaralı kolu kesip geride bırakarak Asya-Pasifik’e dönmesi. Biden’ın ABD geri dönüyor iddiasının böyle bir sakatlığa yol açacağını kimse beklemiyordu.
Öncelikle ABD, 15 Eylül 2021’de ilan ettiği AUKUS ortaklığı, Asya Pasifik Dörtlüsü gibi Güney Asya’da kendini caydırıcı ve cezalandırıcı kapasiteler üzerinden var etmeye çalışan donanma güçlerini, bu sefer İngiltere’yi, Pasifik güvenliğine bağlıyor. İngiltere’nin de Brexit sonrası AB yükünden kurtulup Güney Asya’da donanma gücü olarak var olmayı kendine hedef olarak seçtiğini biliyoruz. Nükleer kapasitelerini iyileştirmeyi amaçladığından Londra’nın gözünün Pasifik-Güney Asya bağlantısında olduğunu söyleyebiliriz. AUKUS bünyesinde ABD’nin Avusturalya ile çok kritik nükleer denizaltı yakıt teknolojisini paylaşacağını ilan etmesi ABD’nin Güney Asya- Pasifik bağlantısı için ne kadar cömert olabileceğini gösteriyor. Afganistan’dan çekilirken hem Afganlılardan hem altı oyulan Kabil Hükümeti’nden hem de zorunlu göç ve radikalizmin yayılması tehlikesiyle baş başa bırakılan Avrupalılardan esirgenen bir cömertlik. Bu cömertlik üstelik yüksek uranyum yakıtı gibi nükleer yayılmayı tetikleyecek bir mesele üzerinden gerçekleşiyor. Eğer bu tür bir yayılma olasılığının önü açılacaksa İran ile Nükleer Anlaşma bozulup, Tahran’da ofis açmanın ötesine gidemeyen Avrupalı yatırımcıların önü niye kesildi. Kaybettiği denizaltı projesi nedeniyle canı yandığından sesi yüksek çıkan Fransa dışında da Avrupa başkentlerinde bu sorular soruluyor. Biden, Obama’nın yapamadığını yaptı, hatta Trump’ın yapmadığını yaptı ve yanına AB kaçkını Birleşik Krallığı alarak Avrupalı müttefiklerini kayıplara terk etti.