Artık söyleyebiliriz, 1990'lı yıllardan beri süregiden Dağlık Karabağ sorunu sona erdi.
Artık söyleyebiliriz, 1990’lı yıllardan beri süregiden Dağlık Karabağ sorunu sona erdi. Mesele 44+1 gün gibi bir sürede sona erdi. Bu yüzden konunun sonuçlanması 2020-23 arasına yayıldı gibi duruyor ama aslında sahada olanı yani pratiği konuştuğumuz için her şeyin 19 Eylül’de 1 günde bittiğini de söyleyebiliriz. Evet, henüz Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir barış anlaşması yok ve evet iki ülke arasında normalleşme sağlanmadı ama Bakü’nün Azerbaycan toprakları üzerinde tam egemenliğini sağladığını ve bu yolla Güney Kafkasya dengelerinde durumunu güçlendirdiğini hemen hemen herkes kabul ediyor. Azerbaycan’a destek veren aktörlerin de başta Türkiye ve sonra İsrail, Güney Kafkasya denkleminde konumlarını sağlamlaştırdığı yazılıp çiziliyor. Meselenin tartışılan boyutu, bu sonucun Batı-Rusya çekişmesinde ne gibi bir anlam taşıdığı. Zira Karabağ meselesinin 2020’de savaşa giden bir yola girmesi de, üç yıl boyunca 9 Kasım Beyannamesinin şartlarının yerine getirilmemesi de, Karabağ klanı üzerinden bölgede tansiyonu tırmandırıcı hamleler yapılması da, böylece 19 Eylül’e giden sürecin önünün açılması da boş bir sayfada gerçekleşmedi; Batı-Rusya mücadelesinin olduğu bir ortamda Rusya, ABD, Fransa’nın kendi kartlarını birbirine karşı kullandıkları Ermenistan/Diaspora siyaseti üzerinden gerçekleşti. Sofistike olmayan bir biçimde ifade edersek, bölge Karabağ klanı üzerinden kaşınıp duruyordu ve bir barış anlaşması da ortada yoktu, dolayısıyla 44 günlük savaştan sonra ortaya çıkan durumda birilerinin sahada ön alması için zemin hazırlanıyordu.
Güney Kafkasya Batı için ne anlam ifade ediyor?
Kim zemini daha çok hazırladı sorusuna farklı yanıtlar veriliyor. Bir yandan Güney Kafkasya’da kabuk tutmuş hatları Batılı aktörlerin açık açık kaşıyıp kanattığı biliniyor. Amaç çok açık; Rusya’nın bölgedeki gücünü mümkün olduğunca sınırlandırmak. Güney Kafkasya, Türkiye-Azerbaycan üzerinden Türk Dünyası ile ilişkilerin de kilidi gibi görüldüğünden, bölge üzerindeki etki dengesindeki değişikliğin Karadeniz dengeleri ile sınırlanamayacağını söylemeliyiz. Bu kadar yukarıdan bölgeye bakınca, mesele sadece Rus etkisini sınırlamakla da ilişkili olmuyor. Statükoda değişim, rakiplerin orta dünya (Orta Asya + Orta Doğu) üzerinden Doğu-Batı, Kuzey-Güney hattında kuracakları bağlantıların kontrolü, yönetilmesi ya da engellenmesi ile ilgili yeni opsiyonlara sahip olma mücadelesiyle ilgili. Yoksa, Ermenistan nere, Hindistan nere (INSTC- Hindistan girişiminde alternatif İpekyolu projelerinden biri- konusunda niye endişelensinler)?; Azerbaycan nere, Pakistan nere, Çin nere? Ama işte haritalar üzerinden olası koridor, geçit, kapı, elektrik hattı, boru hattı, hızlı tren hatları filan çizip, ticaretin (dış yatırım ve para da demek, tüketim alışkanlıkları, iş gücünün çalışma koşulları vb de demek) yönünü belirlemek ve kritik alt yapı güvenliği üzerinden birilerinin varoluş alanını kısıtlamak bugünün jeopolitik mücadelesinin en görünür özelliği. Çok mu yukarıdan baktık, daha aşağı indiğimizde Azerbaycan-Ermenistan dengesinde ne olacağı ve Ermenistan siyasetinin gelecekteki yönü, Rusya’nın Ermenistan’daki dönüşüme vereceği tepki Batının Gürcistan üzerinden yapabileceği baskıyı kolaylaştırabilir, bir oldu bitti yaratması için zemin hazırlayabilir vb. argümanlar duyacağız. Kısaca Güney Kafkasya’da ne olduğu Karadeniz’deki dengeler ve Batı’nın Rusya’nın gücünü Karadeniz’de mümkün olduğunca yumuşak yöntemlerle sınırlama amacı için önemli.
Mesele sadece Karadeniz değil Ortadoğu dengeleri de…
Güney Kafkasya aynı zamanda Ortadoğu’daki dengeler için de önemli, çünkü işin içine özellikle Azerbaycan-Ermenistan hattı üzerinden İran da giriyor. Konunun bir boyutu, elbette İran’ın bölge ve ötesindeki etkisinin sınırlanması. Türkiye-Azerbaycan-İsrail üçlüsü (ki hem Bakü’nün hem Washington’un canı gönülden desteklediği bir resim bu) bu sınırlandırmanın doğal aracı. Azerbaycan’ın askeri anlamda toprak bütünlüğünü sağlayacak kapasiteye erişmesi ve Erivan’ın askeri olarak duruma müdahil olmamayı seçmesi/seçmek zorunda kalması zaten bu üçlünün dengeleyici/sınırlayıcı kapasitesi hakkında bize çok şey söylüyor. Ama Türkiye’nin bölgeselcilik vurgusu, 3+3’lere, Zengezur projelerine İran’ı katmak istemesi de- ki İran bu angajman siyasetine karşı sert retoriğini yumuşatmak zorunda da kalıyor ister istemez- Washington’un işine gelebilir. İran’ı sınırlama ama angajmanı da bırakmama ABD’nin Ortadoğu’da Tahran’a karşı izlemek istediği, izlediği strateji. Ortadoğu’da işin rengini esas belirleyen nükleer pazarlıklar olduğundan ABD, angajmanı öne çıkarıyor. Öte yandan Washington’un önünde İran politikası ile ilgili ama sırf Washington-Tahran hattında belirlenemeyecek meseleler var. İsrail’in endişeleri, Suudi Arabistan’ın hırsları, Suriye’de Rejimin çaresizliği. Bu meseleler ABD’nin Tahran siyaseti ne olursa olsun bir belirsizlik ortamı yaratıyor ve Washington’un tüm yumurtaları İran sepetinin içine koymasını engelliyor. Kısaca İran ile angajman siyasetini bozmadan İran’ı (unutmayalım bu İran, kalktı Çin’in kanatları altında Riyad ile barıştı, Moskova’ya drone filan sattı) dengeleyecek, sınırlayacak bir jeopolitik atmosfer oluşturmak Washington’un işine gelir.
Moskova’nın durduğu yer
Bu nedenle Güney Kafkasya’da kaşınabilecek her yara kaşınır, kaldırılabilecek her kabuk kaldırılır, anıtlar önünde diz çökülüp göz yaşlarına boğulurken cesaretlendirilen, ittirilip dürtülenler yarı yolda terkedilir. Sonuç, gidişattan ve gidişattaki her isimden daha önemli çünkü. Ermenistan siyaseti bir şeyler kaşınacaksa buna izin veren bir yapıya sahip, zira darmadağın ve 2020 sonrası ekonomik zorluklar nedeniyle bozuk olan moraller daha da bozuk. Ermenistan siyaseti içinde hükümet her zaman çok başlı zira radikal Karabağ klanı Ermenistan siyaseti içinde güçlü, ne zaman bir darbe girişimi olsa ya da darbeden söz edilse gözler ister istemez onlara dönüp bakıyor. Diaspora ve diasporanın etkili olduğu başkentler (Moskova, Paris, Washington) bu kanalı, Karabağ meselesinin yanında Ermenistan siyasetine giriş için araç olarak kullandığını görüyoruz. Ancak Karabağ klanının Rusya’dan bağımsız Ermenistan’da birilerini devirme gücünün de sınırlı olduğunu geçtiğimiz üç yıl içerisinde gördük. Rusya, belki diasporaya ve Ermenistan siyaset sosyolojisini tümüyle yönetemiyor ama Ermenistan topraklarını, hava-sahasını ve kritik altyapısını (elektriğini, suyunu vb) kontrol edebilecek güce sahip. Bu nedenle Karabağ'ı kendi de kaşısa (-ki 2020’de bir deneme yapmıştı), Batılılar da kaşısa (2023 onların eseri görünüyor), bu kaşıma iki tarafça da hazırlansa (barış müzakerelerinin hem Brüksel hem Moskova tarafından iki başlı yürütülmesi, Rus barış gücünün Azerbaycan’a yönelik mayınların da dahil olduğu terör saldırılarını engellememesi ve 9 Kasım Beyannamesindeki şartların Dağlık Karabağ’daki unsurlar tarafından yerine getirilmesi konusunda gerekli baskının yapılmaması) sonuçta Moskova Karabağ ile ilgili sahayı gözleyerek kritik bir karar veriyor ve böylece yeni statüko belirleniyor.
19 Eylül’de belirlenen yeni statükoya göre Dağlık Karabağ meselesi artık bitti, Azerbaycan topraklarında hakimiyetini sağladı ve Rusya yeni statükoyu engellemek için kılını bile kıpırdatmadı. Paşinyan’ı cezalandırmak için ön aldığını düşünüp, yazan-çizenler de var. Bence Moskova’nın cezalandırdığı bir adres varsa o da Karabağ klanıdır ve bu klanı cesaretlendirip Rusya’nın bu bölgedeki güçsüzlüklerini ortaya serme derdindeki diasporadır. Ama Moskova’nın bir cezalandırma güdüsüyle hareket ettiğini düşünmüyorum. Daha çok bu meselenin kendi varlığını göstereceği iki hattını (barış müzakereleri ve barış gücü) açık bırakarak kapanmasını, artık bu noktada kaşınacak bir yara kalmamasını istemiş görünüyor. Azerbaycan’ı yabancılaştıracak bir eylem yapmayı, Türkiye ve İsrail ile karşı karşıya kalmayı Rusya’nın istemediğini anlıyoruz. Ukrayna Savaşı içerisinde yeterince prestij kaybına uğrayan Moskova’nın Güney Kafkasya’da Bakü ya da Ankara karşısında prestij kaybına neden olabilecek bir kazadan çekindiği de muhakkak. Şuşa Deklarasyonun da gayet ciddiye alındığını buradan anlayabiliriz. En önemlisi Moskova bu kararı ile yani 19 Eylül günü Fransa davul zurna çalarken sessiz kalarak, Batı’nın Ermenistan siyasetine etkisini Azerbaycan topraklarının dışına taşıyor. Böylece statükodaki değişimin getirdiği nahoşluğu- ki bu değişim aslında 44 günlük savaş ve Azerbaycan’ın zaferi ile başlamıştı- yani Batı ile de temas halindeki Türkiye-Azerbaycan-İsrail hattının bölgede güçlenmesini yalayıp yutuyor. Bu yutkunmayı kolaylaştıran etkenler de var Bakü, Moskova-Washington, Moskova-Brüksel dengesini izlerken çok dikkatli ve Ankara ile Tel Aviv Batı kadar Rusya ile de ilişkilere önem veriyor.
Diaspora hata yapıyor
Moskova, diaspora siyasetinin Azerbaycan toprağından filli olarak uzaklaşırken döneceği yerin Ermenistan olduğunu biliyor. Bu arada Batı’da Ermenistan’ın ruh halini istismar eden bir tiyatro oynanıyor. Sonuç jeopolitik olarak Batıya da yaradığından Karabağ klanının ve diasporanın zemin kaybetmesi karşısında, bu aktörleri cesaretlendirip hiçbir şey yapmayanlar olarak bol bol gözyaşı dökülmesine, büyük felaketten, soykırımdan filan bahsedilmesine, Ermenistan ve diasporadaki herkesin ajite olmasına müsaade ediyorlar. Fransa, acaba bu ajitasyonu kullanarak Ermenistan siyasetinde bir şey kapabilir miyim diye işi zorluyor da. Bu yazı yazılırken Fransız Savunma Bakanı’nın Ermenistan ile bir savunma misyonu geliştirme isteklerini açıklaması basına yansımıştı. Böylece Batı, Güney Kafkasya’ya soka çıkara kırdığı çubuğu bırakma niyetinde olmadığını da gösteriyor. Ve işte burada Ermenistan, bölgede normalleşme, Türkiye-Azerbaycan ile normal ilişkiler sağlama şansından uzak tutuluyor, bir nevi mini bir Ukrayna olmaya zorlanıyor. Dikkat demek istiyoruz, Moskova Karabağ meselesinin kapanmasına göz yumarken, Ermenistan’ı kendi adına daha müdahil edilebilir bir hale de getirmiş olabilir. Diaspora ve Ermenistan siyaseti bir an önce aklı selime dönmeli, kendini tiyatrolardan uzaklaştırıp saha gerçekleriyle birlikte hareket etmeye adamalı.