Yukarıdaki dizeler şarkı olmuş bir şiirden alıntı. Sıfırın önüne hangi sayıyı, hangi rakamı koyarsanız koyun sonuç değişmez.
“Kendimi kendimden çıkarsam sıfır kalmaz. Bu matematik bizi kandırıyor hocam.”[1]
Yukarıdaki dizeler şarkı olmuş bir şiirden alıntı. Sıfırın önüne hangi sayıyı, hangi rakamı koyarsanız koyun sonuç değişmez. Sıfırın çarpan değeri yoktur. Yaşam, yaşantıların toplamıdır derler. Tüm yaşantıların toplamını sıfırla çarptığınızda sonuç değişmiyor: Sıfır. İnsanı bir türlü toplayamıyoruz. Çağımızın insanlık durumu: Kendini kendinden çıkardığımızda kendi dahi kalamayan insan.
“Şurada olmayan ev var ya, işte o ev bizim evimizdi.”
İnsan ne ise o değildir; ne olmuşsa o’dur derler. Bu ifade yitirilenleri, kaybedilenleri değil, tıpkı yaşantıların toplamında olduğu gibi kazanılanları dile getirir. İnsan zihni yitirilenleri, kaybedilenleri unutmaya doğru evrilmiş sanki. Kayıplarına değil, elde edemediklerine, kazanamadıklarına üzülüyor. Oysa insanın yurdu şimdi orada olmayan evdir. İnsan evini kaybetti. Şimdi orada olması gereken ev şimdi orada olmadığı için insan da şimdi olduğu insan değildir. Şimdi olduğu gibi olan insanın tarihi yoktur. Çağımızın insanlık durumu: Tarih yoksunluğunun neden olduğu yurtsuzluk.
“Bir varmış bir yokmuş. Ama bir tekmiş; yerine yokmuş.”
Bir nedir? Yok nedir? Çok nedir? İnsan gözünü açtığında “çok”u gördü. İnsan önce çok’ta kayboldu. Kayboldukça çok’un ardındaki “bir”i aramaya başladı. Çok kaostu; kaos ölümdü. İnsan ölümsüzlüğü istedi. Kaostan kurtulmak için düzen aradı. Düzen çoklukta birlik arayışında bulundu. Yetmedi. Çünkü çokluk ikilikti. İkilik hakikat olamazdı. Aslolan “bir” yani “tek”ti. Gerçek olan oydu. Bu hem evrenin hem de insanın “bir” olanda toplanması demekti. Zaman geçtikçe bir olmak insana yetmedi. Hep çok olmak istedi. Hep çokluk peşinde koştu. Bir olanın farklı yüzlerini gerçek farklılıklara dönüştürdü. Dönüştürmekle kalmadı. Fark’ı varlığın, varolmanın, varoluşun koşulu haline getirdi. Önce doğadan farklılaştırdı kendini. Yetmedi. İnsan, insanı insandan farklılaştırdı. Çağımızın insanlık durumu: Ölümsüzlüğü “fark”ın çokluğuna bağladıkça kaosa sürüklenme. Oysa ölümsüz olmanın koşulu “bir”dir. “Bir” yerine “çok”, “yok” demektir.
“Üşüyorum ellerin yok. Gittin gideli bir tek düşüm yok.”
İnsanın dünya ile ilk ilişkisini göz kurar. Göz, kendini gördükleri aracılığıyla görür. İnsanın kendi kendisiyle kurduğu ilk ilişki başka bir göz aracılığıyla görülüyor olduğunun ortaya çıkardığı histir. Bu, içinde yaşanılan dünyanın gerçeklik kurgusuna doğru atılan ilk adımdır. Gerçeklik ilk önce göz aracılığıyla inşa edilir. Düş gözle inşa edilen gerçeklikten çıkarsanır. Ne var ki gözden zihne girmeyen gerçekliğin düşü de olmaz. Sadece görmenin inşa ettiği tek yönlü gerçeklik tasavvuru muhayyile yeteneğimizi öldürür. Bu ölümü önlemenin tek bir yolu var: Dokunma. Dokunma bir elin başka bir elle kurduğu ilişkidir. Dokunma, görmeye gerçekliğin tahayyül boyutunu ekler ve ona yeni bir gerçeklik boyutu kazandırır. Düşlerimizin gerçekliğe kattığı yeni boyutun farkına üşüdüğümüzde elimizi ısıtan başka bir el aracılığıyla varabiliriz. Çağımızın insanlık durumu: Sanal gerçeklik tasavvurlarının sonucunda ortaya çıkan başka bir göz aracılığıyla görülme, dokunma ve dokunulma yitimi.
[1] Bütün dizeler Feridun Düzağaç’ın şarkı sözlerinden alınmıştır.