TÜRKLER VE MÜSLÜMANLIK

İsmail ÖZCAN 15 Haz 2016

İsmail ÖZCAN
Tüm Yazıları
Alman tarihçi Von Karabacek şöyle diyor: "Türklerin İslam'ı kabul edip Müslüman bir kavim olarak tarih sahnesine çıkmaları gibi başlangıçta o derece ehemmiyetsiz görünüp de sonradan o kadar büyük tesirler yapmış olan bir olay dünya tarihinde hemen hemen gösterilemez.

Alman tarihçi Von Karabacek şöyle diyor: “Türklerin İslam’ı kabul edip Müslüman bir kavim olarak tarih sahnesine çıkmaları gibi başlangıçta o derece ehemmiyetsiz görünüp de sonradan o kadar büyük tesirler yapmış olan bir olay dünya tarihinde hemen hemen gösterilemez.”  Bu sözün, üzerinde durmayı çok az kimsenin akıl ettiği bir gerçeğin ifadesi olduğuna hiç şüphe yoktur. Türkler Müslüman olduktan sonra önce kendi tarihlerinin anlamını ve seyrini değiştirmişler; sonra bu sıralarda gerileme trendine giren İslam dünyasının rotasını gelişmeye ve yükselmeye çevirmişler; daha sonra da dünya tarihinin kaderi üzerinde çağ kapatıp çağ açacak kadar büyük roller oynamışlardır. 

Türkler, İslam’ı benimsemekle yeni bir ruh ve yeni bir dinamizm kazanmışlar; bu ruh ve dinamizmle yepyeni hedeflere ve ufuklara kanat açmışlardır. Doğuştan savaşçı, mücadeleci bir karaktere sahip olan Türkler, İslam öncesinde bu yöndeki enerjilerini, mücerret şan ve şeref yolunda harcarken, İslam’ı benimsedikten sonra “i’lâ-yı kelimetullah” (Allah’ın birliğini ve çağrısını her tarafa duyurmak) gibi yüce bir hedef uğruna harcamaya başlamışlardır. İslam öncesinde göçebe bir hayat anlayışının ağır basması yüzünden kalıcı eserler veremeyen Türkler, İslamlaştıktan sonra, önce mabetler inşa etmişler, onun etrafında konutlar yaparak yavaş yavaş yerleşik medeniyete geçmişlerdir. Bu sayede bilim, sanat, edebiyat alanında var olan kabiliyetleri yeşermiş; bugün de övündüğümüz değerli ürünlere dönüşmüştür. 

Türkler, İslam’a büyük hizmetler sunmuşlar, bu dini birçok saldırıdan korumuşlar, sonra da yaymak için canlarını dişlerine takmışlar; Asya’nın, Avrupa’nın, Afrika’nın en ücra yerlerinde yaşayanları dahi son dinin mesajından haberdar etmenin mücadelesini vermişlerdir.  İslam da Türklere manevi boyut eklemiş, doğuştan birtakım meziyetlere sahip olan bu milleti, tatmin olacağı bir iman ve ruha gark etmiştir.  En büyük Türk hükümdarları, Allah’ın son dinine hizmeti, her şerefin, her payenin üstünde görmüş ve tutmuşlardır. İlk Müslüman Türk devletlerinden biri olan Gaznelilerin en büyük ve değerli hükümdarı olan Sultan Mahmut, İslam’ı yaymak için Hindistan’a on sekiz sefer düzenlemiş, bugün Hint yarımadasında yaşayan yüz milyonlarca nüfusun temelini ta 11. yüz yılda atmıştır.  Fatih Sultan Mehmet’in, Peygamberimiz (s.a.v)’in İstanbul’u fethedecek olan kumandan ve onun askerlerini öven ve yücelten hadisini, fetih olayını gerçekleştirene kadar kafasından ve gönlünden hiç çıkarmadığı muhakkaktır. Onun,İmtisal-i câhidû fillah olupdur niyyetim, 

Din-i İslam’ın mücerred gayretidür gayretim. (Niyetim, Allah yolunda mücadele edenlerin örneği olmaktır. Gayretimin sebebi sadece ve sadece İslam dinine hizmettir) mısraları maksadını çok iyi açıklamaktadır.  Yavuz Sultan Selim, Mısır ve Suriye’yi fethedip, halife ünvanını üstlendikten sonra bütün İslam dünyasında hutbeler onun adına okunmaya başladı. Bu hutbelerde ondan, “Hâkimü’l- Harameyni’ş-Şerifeyn” (Şerefli iki belde olan Mekke ve Medine’nin hâkimi) diye söz ediliyordu. Y. Sultan Selim, kibir kokan bu ifadeyi, bu kutsal şehirlere hürmetle bağdaştıramamış ve “Hâdimü’l-Harameyni’ş- Şerifeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) olarak değiştirmiştir. Bunlar, Türklerin sıradan insanından hükümdarına kadar İslam’a nasıl bağlı ve hürmetkâr olduklarını çok iyi açıklamaktadır. İşte bu gerçek, yabancı tarihçilerin de gözlerinden kaçmamıştır. Bunlardan biri şöyle demektedir:

“Avrupa’nın Hıristiyan halkları arasında, bir zamanlar ‘Türk’ sözcüğünü, ‘Müslüman’ sözcüğüyle eşanlamlı kullanmak alışkanlığı yerleşmişti. Ve hangi ulustan olursa olsun, İslam’ı benimsemiş bir kişiye de ‘Türk oldu’ denirdi. Bu alışkanlığın haklı nedenleri yok değildi. Osmanlı imparatorluğu kuruluşundan yıkılışına kadar önce İslamiyet’in ilerlemesine, sonra da kâfirlere karşı savunulmasına kendini adamış bir İslam devletiydi.” (Bernard Lewis, İstnbul ve Osmanlı Uygarlığı) Türklerin İslam’a hizmetlerini, Pakistanlıların şu sözü pek güzel açıklamaktadır: “İslam’ın şartları Türkler için beş, Türklerden başka milletler için altıdır. Altıncı şart, İslam’a yaptıkları hizmetlerden dolayı Türklere saygıdır.”