SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIMIZ NE KADAR GÜÇLÜ?

Erol ERDOĞAN 09 Haz 2016

Erol ERDOĞAN
Tüm Yazıları
"Almanya'da 2-3 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Orada yaşayanlar tarafından kurulmuş binlerce dernek ve vakıf var. Ayrıca camilerin çevresinde şekillenmiş kuruluşlar var.

“Almanya soykırım derken bizimkiler ne yapıyordu?” başlıklı yazımda şu satırlara yer vermiştim.

“Almanya’da 2-3 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Orada yaşayanlar tarafından kurulmuş binlerce dernek ve vakıf var. Ayrıca camilerin çevresinde şekillenmiş kuruluşlar var. Türkiye’den baktığımızda bu yapıları çok güçlü görüyoruz. Alman Meclisinin ‘soykırım’ kararı alma sürecinde durumun hiç de öyle olmadığını öğrenmiş olduk. Sanıyorum Peygamberimizle ilgili Avrupa ülkelerinde kötü karikatürlerin kolaylıkla çiziliyor olmasında da, Avrupa’daki Müslümanların siyasi ve kültürel açıdan zayıf olmalarının da kolaylaştırıcı etkisi var. Yoksa dünyanın diğer bölgelerine göre demokratik mekanizmaların daha işlek olduğu Avrupa ülkelerinde İslam düşmanlığı bu kadar kolay at koşturamıyor olmalıydı.”

Avrupa’daki dernek ve vakıflarımız zayıf da, Türkiye’deki dernek, vakıf, sendika, platform ve benzeri kuruluşlar ne kadar güçlü? Devlet desteği olmaksızın STK’larımızın kendilerinden menkul güçleri nedir? 1960 veya 1980 darbesi benzeri bir durumla karşılaşırsak sivil toplum örgütlerimiz ciddi şeyler yapma gücüne, stratejisine ve özgüvenine sahipler mi?

Sorunun cevabı için sizi Nisan 2007’e götüreyim. Cumhurbaşkanlığı seçimi sebebiyle müthiş gerilimli günler. Her an her şey olabilecekmiş gibi bir hava var. Derken 27 Nisan gecesi olan oluyor. Türk Silahlı Kuvvetleri (MGK) gece yarısında resmi internet sitesi üzerinden zehir zemberek bir muhtıra yayınlıyor. Darbeci ruh, siyasete ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine el koymayı deniyor. Herkes suskun. Bilindik korkular yerinden sökün ediyor, herkesin aklından 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs’lar geçiyor. Arkadaşlar ile “Muhtıra amacına ulaşırsa iş darbeye döner” şeklinde analizler yapıyoruz ve anında güçlü tepkiler verilmesi gerektiğinden bahsediyoruz. Gerçekten 27 Nisan Muhtırası tehlikeli bir girişimdi. Askerin yanı sıra maalesef siviller de işin içindeydi. AK Parti, muhtırayı sert biçimde tersyüz etmeseydi Türkiye yeniden darbeli günleri yaşayacaktı. O ara, bazı dernek yöneticileri ve kanaat önderleri ile görüşürken şaşırtan kararsızlıklarla karşılaştığımız oldu. O kafa karışıklıklarını ajandama şöyle kaydetmiştim. “2007 e-muhtırasında AK Parti çevresindeki birçok iş adamı ve STK temsilcisi ’Tayyip bey bu kadar yanlış yapmasa iyi olacak, askere dikkat etmesi lazım’ demeye başlamıştı ki AK Parti muhtırayı elinin tersiyle güçlü şekilde itince onlar da seslerini yükselttiler.”

Benzer duruma 2013 yazında gerçekleşen Gezi süreci ile 17-25 Aralık’taki devleti ele geçirme girişimlerinde de şahit olduk. O dönemlerde AK Partili milletvekilleri ve belediye başkanlarından bazıları ile muhafazakâr camiada hatırı sayılır şahsiyet “Az bekleyelim, gidişata göre ses veririz” modunu seçmişti. Hatta bazıları “Yol buraya kadarmış” demeye bile başlamışlardı. 2007’de olduğu gibi siyaset yine sağlam durunca, ardından sivil toplum da siyasetin yanında yerini aldı.

Çocukluk ve gençlik duygularımla yanlış hatırlıyorum olabilirim ama Türkiye’deki STK’lar, 1970’lerde, 1980’lerde devlete baskı oluşturmada ve halkla ilişkilerde daha güçlüydü. Organize kabiliyetleri iyiydi, sesleri yüksek çıkardı, duruşları fikir ve düşünce merkezliydi, kendilerinden menkul özgüvenleri vardı. İyi de, öyleyken neden böyle oldu?