​S.DİK YARIŞI

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Öncelikle böyle bir başlıkla yazıya girmek zorunda kaldığımız için özür dileriz. Fakat yaşanan durumu bundan daha güzel ifade edecek pek bir tanım yok güzelim Türkçemizde.

Öncelikle böyle bir başlıkla yazıya girmek zorunda kaldığımız için özür dileriz. Fakat yaşanan durumu bundan daha güzel ifade edecek pek bir tanım yok güzelim Türkçemizde.

Ülkemizin güzide kulüplerinden üç İstanbul temsilcisi arasında cereyan eden transfer sezonu atraksiyonlarına yıllardır şahit olur dururuz. Geçmişi bir asrı aşan ve ülkemizde futbolun en önemli lokomotifleri olan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın aralarındaki transfer çalımlarının kazananı hiçbir zaman Türk Futbolu olmamıştır. 

Eğer futbolcu yerliyse; futbolcunun önce kendisi ardından menajeri, babası, abisi, amcası bilcümle akraba-i taallükatı köşeyi dönmektedir. Eğer s.dik yarışına konu futbolcu şu günlerde yaşadığımız gibi yabancıysa -ki genellikle yabancıdır- bu işten en kârlı çıkan uluslararası futbol baronları menajerler ve menajerlik şirketleri olmaktadır.

Bizim kuşağın hatırladığı ilk bomba transfer çalımı İstanbulsporlu Cemil Turan’ın Merhum Metin Oktay’ın evinden ayağında terliklerle “kaçırılarak” Fenerbahçeli olması hikâyesidir. İşin içine “iyi saatte olsunlar” dahil girmeyen kalmamıştır. Hatta Kasımpaşa’nın ağır abilerinden “Baba” Sultan Demircan’ın kestiği raconla serüven Fenerbahçe adına mutlu sonla noktalanmıştır.

Daha sonraki yıllarda da buna benzer birçok atraksiyon cereyan etmiş ve “bitti” diye bakılan işler tam tersi takımlarda tecelli etmiştir. Bu sene de transfer sezonu daha resmen başlamadan bile çalım üstüne çalımlar atılmış, çalımlar yenmiş, taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamıştır tabir câizse.

Beşiktaş’ın getirdiği futbolcuya Galatasaray çökmüş, Galatasaray’ın “söz kestiği” futbolcu Fenerbahçe ile nikâh kıymış, Fenerbahçe’nin 5,5’a bağladığı topçuya Galatasaray sekiz teklif etmiş, falan şöyle demiş, filan böyle etmiş. Ama bütün bunlar olurken de memleketin milyonlarca doları avrosu haybeye bizim cebimizden onların cebine transfer olmuş kimin umurunda.

Halbuki aralarında bir centilmenlik anlaşması tesis edilse ve birinin talip olduğu futbolcuya diğeri işin sonuna kadar talip olmasa bundan hepimiz menfaatdar oluruz. Zaten son zamanlarda dolar-avro aldı başını gidiyor onca döviz memlekette kalır, daracık olan bütçelere yama üstüne yama vurmak zorunda kalınmaz.

Bu sezon Türk Futbolu adına bir nevi “yarı-yarıya” sezonu zaten. Ziraat Bankası liderliğindeki konsorsiyumla borçlu kulüplerimizin yaptığı protokole göre bu sezon kulüplerimizin elde ettikleri tüm gelirler %50 / %50 paylaşılacak. Yani kasaya ne girerse yarısı kulübün yarısı bankaların olacak. Bu durumda kasadan daha az para çıksa fena mı olur. O onunla yarışacağım diye, bu buna transfer çalımı atacağım diye s.dik yarıştırmasalar da Türk Futbolu prostat olmasa daha iyi olmaz mı?

Biz içeride birbirimizi yerken elin oğlu aldı başını gidiyor. Dünya futbolunun lokomotifleri yepyeni pazarlarda büyüttükleri pastalardan daha büyük dilimleri lüpletiyor ve semirdikçe semiriyorlar. Yaptıkları hazırlık maçları ve katıldıkları uluslararası turnuvalarla hem servetlerine servet katıyorlar hem de yeni potansiyel tüketicilere kendilerini ve ürünlerini pazarlayarak paranın dibine vuruyorlar.

Bizim de en yakın zamanda bu s.dik yarışına bir son verip önce kendi coğrafyamızdan ve kardeş coğrafyalardan başlamak üzere dünyada Türk Futbolunu markalaştırmak üzere çalışmaya başlamamız gerekiyor. Azerbaycan’dan başlamak üzere tüm Türk Dünyası’nda bir “Türk Kupası” (veya adı her ne olacaksa) organize etmeli, Gaspırali İsmail’in dediği ve Gazetemizin şiar edindiği gibi “Dilde, Fikirde, İşte Birlik”ten hareketle spor ve futbolda da birlik içinde olabilmeliyiz.  Ne mutlu Türküm diyene….