FETÖ EVLATLARINI YİYOR

Alican DEĞER 17 Eki 2016

Alican DEĞER
Tüm Yazıları

“Onlar sızmışlardır. Başka yerden emirle gelmişlerdir.” Bu iki cümle kelimesi kelimesine Fetullah Gülen’e ait. Ve örgütün yeni stratejisini belirliyor. Anlaşılan, baktılar ki darbe teşebbüsü ile aralarındaki bağ çok kuvvetli bir şekilde kuruluyor, şimdi çaresiz ‘evlatlarını yiyorlar.’

Başlarda hep aynı şeyi savundu. “Bizim hiç bir ilgimiz yok.” Sonra Türkiye cephesinde soruşturmalar derinleşti. Bylock listeleri ortalığa döküldü, itirafçılar peş peşe konuşmaya başladı. Yani artık su kaldırır yanı kalmadı. Şimdi yeni bir taktik denendiği anlaşılıyor. 

Fetullah Gülen ne derseniz deyin etkili bir konuşmacı. En büyük mahareti de bu zaten. Öyle bir konuşuyor ki kitlesini olmayacak şeylere inandırabiliyor. Ama maymun bir kez gözünü açtı mı ne kadar iyi anlatırsan anlat bir işe yaramaz. Konuşmaları bana göre gereksizce uzun ve sıkıcı. Söylemek istediklerini ise adeta şifreli bir biçimde koca konuşmaların içine bir iki cümle olarak sıkıştırıveriyor. Aslında bütün konuşma o iki cümle için hazırlanmış gibi. O iki cümlenin etrafı örülüyor, destekleniyor. Uzun yıllar onu dinlemeye alıştırılmış insanlar da zaten bunu biliyor. O iki cümleyi bulup çıkarıyor, kumpaslarını ona göre kuruyor.

Örgüt ve elebaşı Fetullah Gülen 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hep aynı şeyleri söyledi durdu. “Biz bilmiyoruz, bizim haberimiz yok, bizle ilgileri yok.” Ama zaman ve soruşturmalar gösterdi ki, bal gibi var. FETÖ ilişkisi artık inkar edilemeyecek kadar ortada. 

Dün internette ‘Ne var ne yok’ diye dolanırken FETÖ elebaşının son konuşmasına tanık oldum. Malum kişiler muhtemelen çok uzun olan konuşmayı 2 dakikaya indirmişler. Bu konuşmada Fetullah Gülen kendisinin ne kadar ‘duygusal’ biri olduğunu anlatıyordu. Bir karıncayı, bir kelebeği nasıl kurtardığını ve bu durumdan nasıl etkilendiğini söylüyordu. O kadar sevinmiş ki, anne-babası mezardan çıkıp gelse o kadar sevinirmiş (‘Ben böyle bir adamım işte’ konuşmaları da kendini aklama çabası zaten. Böyle bir konuşma buna mecbur kaldığını gösteriyor).

Konuşuyor, konuşuyor ve iş karıncadan terörizme bağlanıyor. Cemaatine terörist denemeyeceğini iddia ettikten sonra benim yakaladığım o iki cümleye geliyor sıra. “Onlar sızmışlardır. Başka yerden emirle gelmişlerdir.”

Şurası çok açık ki, Fetullah Gülen kelleyi kurtarmak için kol kesiyor. Onun adına darbe yapmaya çalışanları kendi içlerine sızmış ajanlar olarak nitelendiriyor.

Yahu adama sorarlar, “Sen ortaokul sıralarından bu kişileri al. Özel evlerde beyinlerini yıka. Sonra soru çalarak devlete sok. Kumpaslarla önünü aç. Bylock gibi programlarla gizli gizli haberleş. Sonra da bunlar içimize sızmışlardır de. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?”

Örgütün bundan sonraki stratejisi belli. Bu durum darbecilikten tutuklananların kulağına giderse, FETÖ’ye kızmak-küsmek yerine “Valla biz ajandık” demeye başlarlar. 

Yalnız o zaman bir sorun ortaya çıkıyor. “Bunlar nasıl ajan ki, cezası müebbet hapis olan bir işe giriyorlar. Ne yani müebbet hapis yiyip, ortalıkta mı dolaşabilecekler.” 

Ama zaten amaç, ‘dışarıdakileri’ inandırmak değil. Amaç, darbe teşebbüsü yüzünden örgütten kopan kitleyi inandırmak. Erimeyi engellemek. 

PARAN KADAR KONUŞ

Cuma günü bu ‘dizi’ sorunsallarının mali boyutunu yazacağımı belirtmiştim. Evet diyelim ki bir dizi yayına girdi. Peki para işlemi nasıl devam eder?

İşte en zoru budur.

Çünkü dizi yapmak veya yayınlamak birşey değil. Önemli olan parasını almaktır. Televizyonlar kıyasıya bir rekabet içinde en iyi diziyi yayınlamak isterler. Ama bu dizilerin bir de fiyatı vardır. Öyle böyle paralar da değildir. Her bir bölüm, İstanbul’da çok iyi bir daire fiyatınadır neredeyse. 500 bin liradan başlar 3-4 milyon lirayı bile bulabilir. Televizyonlar genellikle reklamları 6 aylık vade ile alırlar. Yani yayınlanan reklamın parasına 6 ay sonra kavuşurlar. O yüzden onlar da mümkün olduğunca geç para ödemek isterler.

Bu noktada tutan dizi yapmak da bir derttir, yapmamak da. Yapımcıların bölüm başına alacağı para bellidir. Yüksek reytinge yüksek para öngören sözleşmeler de vardır. Diziyi hazırlarken özellikle tutsun diye ilk bölümlerde fazla para harcanır. Fazla para harcanmasına rağmen dizi reyting almazsa üçüncü, bilemedin dördüncü bölümde kaldırılır. Bu noktada her zaman harcanan para alınacak olanın üzerindedir. Düşünün parayı harcamışsınız, dizinin belki 10’uncu bölümünde başa baş gelecek. Sonrasında kar etmeyi planlıyorsunuz. Dizi dördüncü bölümde kaldırıldı. Alın size kocaman bir batak. Çorap üretmiyorsunuz ki, elinizde mal olsun. Hiç yoksa pazarlarda satasınız. Havaya yazı yazıyorsunuz. Bir televizyon yayınlamazsa oturur ailecek kendiniz seyredersiniz.

Üstelik yayınlanan bu dört bölümün parasını da altı ay sonra aldığınızı düşünün. İşte ikinci batak da bu.

Diyelim ki dizi tuttu. Öyle müthiş değil ama, devamını sağlayacak kadar reytingi var. İşte o zaman yandınız. Çünkü 6 ayda dizi 26 bölüm yayınlanır. Siz bu 26 bölümün parasınının neredeyse tümünü cebinizden karşılamak zorunda kalırsınız. Tutmuş dizilerde kanallar biraz insafa gelir. Para verdikleri olur. Kalanını çekle öderler. Yapımcı da gider bu çeki, televizyonların çeklerini bozmakta uzman olan kişilere bozdururlar. Bu televizyon tefecileri de aylık olarak para keserler. Bu kişileri eleştirdiğimi sanmayın. O insanlar riske girmesi neredeyse hiç bir dizi izleyemezsiniz. Bankalar ise ince eler sık dokur. Eğer yapımcının mali durumu sağlamsa, yani malı mülkü varsa kredi açarlar. Sizde bu krediyi tabii faizle kullanırsınız. Bu önemli bir kar transferi yaratır. Edilecek kar bankalara veya tefecilere aktarılır. 

Sonuçta piyasa çok parası olan birkaç yapımcının elinde döner. Kanallar bilirler ki para ödeyemeyecekler, “zengin” olmayan yapımcıya iş vermezler. Çünkü dayanamaz. Yapımcı da bunu bildiği için neredeyse her kanala bir dizi yapar. Biri batarsa birinden para kazanır. 

İşte tüm bu nedenlerle piyasa birbirinin aynı dizilerle dolar. Yaratıcılık- sanat değil, dayanma gücü ve para önemlidir. O yüzden taklit diziler yapar, senaryolar çalarız. O yüzden dizilerimiz Türkiye’nin doğusundaki ülkelere satılır ancak. 

Oyuncular ise tabii ki büyük yapımcılar ile çalışmak isterler. Yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı hepsinin bir alamadığı para vardır piyasadan. Dizinin kaç bölüm yayınlanacağı belli olmayınca da rakamlar yükselir. Oyuncu rakamları yükseldikçe, maliyet artar, maliyet arttıkça kaliteden çalınır. Düşünün bir inşaat yapıyorsunuz. Balkona öyle bir para harcamışsınız ki inşaatın devamı mümkün değil. Ne yapacaksınız, inşaatın kalitesinden ‘yürüteceksiniz’ işte aynen durum budur. 

Bu noktada televizyon yöneticileri hatalıdır. Çünkü beş kanala beş dizi yapan bir yapımcıdan dizi alıp farklılık beklemek ve başarı yakalamak saçma sapan bir iştir. Televizyonlar kendi ayaklarına sıkarlar böyle davranarak. Daha küçük yapımcıları öldürerek kendilerini artık tekel halini almış büyüklere teslim ederler. Seçme şanslarını ortadan kaldırırlar.

Televizyon patronları ise anca kabul kararı verilmiş diziler üzerinden bu yöneticileri değerlendirir. Ama asıl olan kabul edilmeyen dizilerdir. Eğer bu yöneticiler red ettikleri diziler yüzünden değerlendirilseler hiç biri bir gün bile yerinde kalamaz zaten.

KURTLAR VADİSİ NEDEN YOK?

Kurtlar Vadisi ilk yayına başladığında Show Tv’de yöneticiydim. Büyük heyecan yaratmıştı. Türk televizyon tarihinin belki de en başarılı dizisi oldu. Süreci zaten biliyorsunuz. Ben size neden bu yıl ekranda Kurtlar Vadisi’nin olmayacağını anlatacağım. Olmayacak çünkü pahalı.

Kurtlar Vadisi yayınlandığı gün. Yayınlandığı kanalı gün birincisi yapan bir yapım. Yani çok önemli. Haftalık-aylık ortalamaları da etkiler. Yapımcıları da bunu bildiği için ona göre fiyat belirlerler. Ancak nasıl dizide vadinin kendi kuralları varsa, televizyon vadisinin de kendi kuralları vardır. Ve Kurtlar Vadisi’nde olduğu gibi adamı öldürererek sorunu ortadan kaldıramazsın. 

Kurtlar Vadisi’nin en büyük sorunu yüksek reytinge rağmen kadın izleyicisinin olmamasıdır. Kadınlar neredeyse Vadi’yi hiç izlemezler. Vurdulu kırdılı, erkek egemen bir dizi onları çekmez. Yapımcılar da yıllardır inatla diziye bir aşk sokamadıkları için kadın izleyiciler gelmez. Peki kadın izleyici olmayınca ne olur? Kötü olur. Reklam veren ve onların işlerini planlayan reklamcılar kadın izleyiciyi çok severler. Kadın tüketimin motorudur. Evde birşey alınacaksa kadın karar verir ve alır. O yüzden önce kadın ‘tavlanmalıdır.’ Kadını tavlamak için de ulaşmak gereklidir. İzlemediği bir dizi ile kadın kitleye ulaşamazsınız. O yüzden diziye reklam yönlendirmezler.

Diyeceksiniz ki, “Bunca yıl zaten kadın izleyici yoktu. Yine de dizi devam etti.” Haklısınız. Ama dizi yüksek reytingi yüzünden para kazandırmasa da devam etti. Kanallar tahammül edebilecekleri bir zararı göze aldılar. Ama artık deniz bitti.

Yapımcıları, fiyatlarından indirim yapmadılar. Kanal da bu parayı ödeyemeyeceğini söyledi. Hele yapımcılara en çok koyan, dizinin gününün değiştirilmesi talebiydi. Bu onları çıldırttı.

Siz bakmayın, internetteki “Şu kanalla anlaştı, bu kanalla görüşüyor” haberlerine. Bunların hepsi piyasayı kızıştırmak için. Yıllardır dizi kendi kurallarını kanallara dayatıyordu. Şimdi deniz çekilince, kanallar dizinin bileğini bükmeye başladı.