DİNİ TEBLİĞDE HOŞGÖRÜ VE DİYALOG

İsmail ÖZCAN 18 Haz 2016

İsmail ÖZCAN
Tüm Yazıları
Günümüzde, toplumun bütününe veya cami cemaati, öğrenci gibi belirli toplum kesimlerine hitap eden din görevlileri ve din öğretmenleri, bir görev üstlenmiş insanların en nazik konumda olanlarıdır.

Günümüzde, toplumun bütününe veya cami cemaati, öğrenci gibi belirli toplum kesimlerine hitap eden din görevlileri ve din öğretmenleri, bir görev üstlenmiş insanların en nazik konumda olanlarıdır. Yaptıkları iş, çok büyük bir dikkat, titizlik ve fedakârlığı gerektirmektedir İmam-hatiplik, vaizlik gibi din görevi, fakat bilhassa din-ahlak öğretmenliği aynı zamanda bir sanattır. Bir düşünür, sanatkârı, "elleri, kafası ve kalbiyle birlikte çalışan insan" diye tanımlıyor. Dini bir görev ifa eden kimse, maddî manevî bütün yeteneklerini harekete geçirmeye, kullanmaya, ondan yararlanmaya manevî bakımdan en fazla mecbur olan kimsedir. Ne pahasına olursa olsun, din görevlisi, hitap ettiği insanı kazanmayı, İslâm'a zayıf bağlarla bağlı olanları kuvvetli bağlarla bağlamayı ilke edinecektir. Dine, dini bir atmosfere hiç ilgi duymayan, hatta karşı tavır alan insanlara bile yaklaşmanın, onlarla diyalog kurmanın ve bunu sürdürmenin yollarını bulacak ve bu yolu daima açık bulunduracaktır. Genel olarak zamanımız şartlarının, özel olarak da İslâmî tebliğe hedef seçilen kimsenin içinde bulunduğu ortamı ve çevreyi göz önüne almanın kaçınılmaz olduğu kanaatine sahibiz. Bazıları, böyle bir kanaat öne sürüldüğünde, bunu İslâm'dan, dindarlıktan taviz olarak anlıyorlar ki, bu günümüzün görünür gerçekleriyle hiç bağdaşmıyor. Günümüzde, dini bir yaşayış anormal, din dışı bir yaşayış ise normal kabul edilir hale gelmiştir. Toplumdaki gelişmeler hep dinin aleyhinde, insanları dinden, maneviyattan uzaklaştırıcı bir rolü yerine getirir durumdadır. Böyle bir ortamda dine az çok eğilim gösteren, bu yönde az çok bir çaba içinde bulunan bilhassa gençleri kazanmak din görevlilerinin, bilinçli Müslümanların en değerli vazifeleridir. Bunun için en çok gerekli olan şey hoşgörüdür. 

Çağımızda hiç kimse, bir din tebliğcisinin muhtaç olduğu kadar hoşgörüye muhtaç değildir. İmanını ve İslâm'a karşı sempatisini cumadan cumaya, hatta bayramdan bayrama camiye gelmekle belli eden kimseleri, çoğu zaman itiyoruz. Nice gençler sadece bayram namazına geldikleri için incitici eleştirilere muhatap oluyor, ama o andan itibaren hevesle geldikleri o bayram namazına da gelmemeye başlıyorlar. Hâlbuki prensip kaybetmek değil, kazanmaktır.  Mevlana ve Yunus sevgisinde birleşen milyonların, bu gerçekten büyük insanların engin hoşgörülerinin cazibesine kapıldıklarını görmemek mümkün değildir. Mevlana ve Yunus'un bu engin hoşgörülerinin kaynağı ise Allah'ın kitabı Kur'an ve bizzat Allah'ın Resûlü’dür.  "İnsan" denen varlığın inanmaya eğilimli, hatta muhtaç olarak yaratıldığını kabullenmemek, bu alandaki araştırmalara ters düşmektedir. Yıllarını eğitime vermiş bir öğretmen olarak yıllarca gençler arasında müşahede ettiğimiz en göze batıcı gerçeklerden biri budur. Bilinmektedir ki, hidayete kimin daha çok yatkın olduğunu önceden kestirmek kolay değildir. Çok katı tavırlar içinde, hidayete en uzak görünen biri beklenmedik bir anda dönüş yapabilmektedir. Bazen dine yakın gibi görünen, yumuşak tavırlar sergileyen birini kazanmakta büyük engellerle karşılaşılabiliyor. Bu itibarla din tebliğcisinin kendisi gibi düşünmeyen, sert çıkışlar yapan, din dışı yaşantıda ısrar eden kimselerle ilgisini kesmeye, ideolojik nedenlerle darılmaya, kabuğuna çekilmeye hakkı yoktur. Önce de belirttiğimiz gibi diyalog yolunu daima açık tutacaktır. Günümüzde en az dikkat edilen nokta budur.