BREXIT VE İSTANBUL FİNANS MERKEZİ

Yusuf DİNÇ 01 Ara 2016

Yusuf DİNÇ
Tüm Yazıları
IFM'nin ana rakibi olan Londra, Brexit sonrası yeni rekabetçilerin de hedefine girmiştir

İstanbul Finans Merkezi (IFM) projesi Türkiye için en önemli iktisadi kalkınma projelerinin başında gelir. IFM ile New York, Dubai, Singapur gibi uluslararası finans merkezleri ile rekabete girecek olan İstanbul’un en önemli rakibi ise Londra’dır. IFM, 5 trilyon USD’lik İslami fon pazarından pay alma potansiyeli taşır. Körfez kaynaklı bu fonların büyük bölümü Londra’daki para ve sermaye piyasası kuruluşları nezdinde değerlendirilmektedir. Londra mevzuat altyapısı ve ürün çeşitliliği ile Körfez fonlarını büyük oranda cezbetmeyi başarmış ve özellikle faizsiz fon pazarında dünyada önemli pay sahibi olmuştur.

IFM’nin ana rakibi olan Londra, Brexit sonrası yeni rekabetçilerin de hedefine girmiştir. Brexit sonrası EU26 olarak kısaltılan Avrupa Birliği’nin İngiltere hariç kalan üyeleri Londra fon pazarından pay almak üzere stratejiler geliştirmeye koyulmuştur. Genellikle Avrupalı fonları cezbetmeyi amaçlayan stratejilerin hedefinde Körfez fonları da bulunmaktadır.

Yeni rekabetçilerin stratejileri nedeni ile Türkiye’nin elini çabuk tutması gerektiğini söylemek gerek. Körfez fonlarını ekonomiye kazandırmak için kızışacak olan rekabette Türkiye’nin sistematik avantajları var. Daha doğrusu EU26’nın sistematik dezavantajları var. Türkiye bu durumu fırsata dönüştürerek pozisyonunu kuvvetlendirmelidir.

Öncelikle Körfez fonlarının cezbedilmesiyle sağlanabilecek faydalardan bazılarını sıralayalım; finansal hizmetler sektöründe yüksek kalifiye istihdam alanlarının açılması, yardımcı hizmetler sektörünün gelişmesi, işletmeler için finansman erişiminin kolaylaşması, yüksek vergi gelirleri ve ülke ve şehir için prestij. Bunlar elde edilebilecek faydaların sadece bir bölümü. Şöyle kaba bir hesap da yapabiliriz. 1 trilyon USD fon cezbedilmesi ve bu fonların yurtiçinde yatırıma dönüşmesi halinde Türkiye milli gelir sıralamasında 10. sırada bulunan Rusya’nın önüne geçebilir.

Fonları cezbetmenin faydaları olduğu gibi sorumlulukları da var; düzenleme, denetleme ve istikrar. IFM’nin Avrupa’daki rakiplerine göre avantajı düzenleme ve denetleme alanında ön planına çıkıyor. Düzenleme ve denetlemeyi etkin yapabilmek yerinden denetim ve gözetim ile mümkün. EU26 içinse bu durum önemli bir sistematik dezavantaj.

EU26 için ilk problem otorizasyon. Avrupa’da 30 milyar EUR aktif büyüklüğü bulunan bir bankanın Euro bölgesine girmesi Avrupa Merkez Bankası’nın iznine tabi. Ayrıca ülke otoritesinden de lisans almak durumunda. Bu iş külfetli. Çünkü Avrupa’da düzenleyici denetleyici organlardan olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) Almanya’da ve üye merkez bankaları ile uyumu ve koordinasyonu ise zayıf.  Avrupa Menkul Kıymet ve Piyasa Otoritesi (ESMA) finansal piyasaların koordinesi rolü ile halihazırda İngiltere’de ve bu kurumun da ülke otoriteleri ile koordinasyonu zayıf. Diğer otoriteler de büyük oranda İngiltere’de toplanmış durumda. İkinci problem denetim ve gözetim. Yerinden denetim boşluğu nedeniyle LIBOR krizi, forex piyasalarındaki manipülasyonlar gibi hadiseleri hatırlarsınız. Son olarak kriz yönetimi bakımından AB üyelerinin merkez bankaları özgün politikalar üretecek yapıda değil. ECB’nin kararları genel belirleyici durumda.

İşte tam bu noktada Türkiye, genç, dinamik ve ekonomi yönetimini elinde bulunduran yapısı ile rekabetçi avantaj taşıyor. Ancak bu avantajın şimdilik farkında değilmişçesine IFM ile ilgili inşaat yapmaktan fazla ileriye gidemedik. Asıl ihtiyacımız mevzuat altyapısını ivedilikle hazır hale getirmektir. 

Bu rekabette öne geçmek için yasal zeminin hazırlanmasına yoğunlaşılmalıdır. İnsan kaynağı desteklenmeli, finansal okuryazarlık ülke çapında beslenmelidir, lisans başvuruları kolaylaştırılmalı, finansal ürünleri zenginleştirecek düzenlemeler yapılmalıdır. En önemli olaraksa faizsiz fon pazarının taleplerinin karşılanması üzere ekonomik sekülerizm terk edilmelidir.