Askerlerimize yapılan alçak saldırı Suriye savaş uçakları tarafından gerçekleştirildi.

Yazacağımız hiçbir yazı, kuracağımız hiçbir cümle, yapacağımız hiçbir analiz 34 şehidimizin acısını hafifletmeye yetmez, biliyorum.

Şehitlerimizin haberini aldığımız günden bu yana yaşadığımız acı yetmezmiş gibi bir de ülke içinde FETÖ ağzıyla konuşanlara maruz kalıyoruz.

Utanmadan, “bizim Suriye’de ne işimiz var?” diye sormanın gafletini yaşıyorlar, Esad rejimi ve Rusya’dan önce böyle acı bir hadiseyi bile seçilmiş iktidara yıkarak siyasi fırsatçılığa dönüştürme gayretindeler.

Suriye’de ne işimiz mi var, Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu dün çok net bir biçimde açıkladı, bunu anlamak istemeyenlerin (aslında bal gibi anlıyorlar) kimin yanında durduğunu söylemeye gerek var mı, kararı siz verin:

“İdlib'de şuan 3, 4 milyon insanın yaşadığı yeri yerle yeksan ettiler. Meseleyi sadece İdlib parantezinde değerlendirmek bizi yanıltabilir. Bugün İdlib'de, Ayn-el Arab'da, Münbiç'te vermediğimiz savaşı Allah muhafaza yarın Şırnak'ta Urfa'da vermek zorunda kalırız. Hemen namluları bize çevirecekler. Senaryonun hedefi Suriye değil, Türkiye'dir. Türkiye'nin Suriye'de ne işi var diyenler, ülkemize düşman Rejim'e teslim olun demektir.”

ESAD REJİMİ = RUSYA

Askerlerimize yapılan alçak saldırı Suriye savaş uçakları tarafından gerçekleştirildi. Vekâlet savaşlarının sürdüğü bu dönemde aslında Esad rejimi demek Rusya demek, terör örgütü PYD/YPG ise ABD demek, bunun aksini iddia etmek mümkün mü?

Esad rejimi, Rusya’nın haberi olmadan Suriye’de kuş bile uçuramaz. Tüm dünyanın ve hepimizin bildiği bu gerçeğe göre, şehitlerimizden Rusya birinci dereceden sorumludur.

Mesela bakın, saldırı sonrası Rusya Savunma Bakanlığı’nın şu açıklamasının yalan olduğu kısa sürede anlaşıldı:

“Suriye İdlib'deki gerilimi azaltma bölgesinde bulunan HTŞ üyesi teröristler, Suriye Ordusu (SAA) mevzilerine yönelik büyük çaplı bir operasyon başlattı ve Suriye Ordusu bu saldırıya yanıt verdi. Söz konusu saldırı, teröristlerle bir arada bulunan Türk askerlerinin de vurulmasıyla sonuçlandı. Türk makamları tarafından verilen bilgiye göre, Türk askerlerinin söz konusu bölgede olmamaları gerekiyordu.”

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise yaptığı açıklamada, “Birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya Federasyonu'nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiş, ilk atışa müteakip bir kez daha uyarı yapılmasına rağmen maalesef saldırı devam etmiştir. Bu hava saldırıları sırasında ambulanslar dahi vurulmuştur. Ayrıca bu saldırı sırasında birliklerimizin etrafında hiçbir silahlı grubun da bulunmadığını burada belirtmek isterim.” ifadelerini kullanarak Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarını net bir şekilde yalanlamış oldu.

Rusya, üzerindeki sorumluluğu her ne kadar atmak istese de Şam rejimine vermiş olduğu destek aşikâr. Ayrıca İdlib’de yaşayan herkesi “terörist” olarak gören bir Esad rejimi var. Rusya desteğiyle Esad rejimi, İdlib’de resmen bir etnik temizlik amacı güdüyor. 6 milyon Suriyeli ülkelerini terk etmişken, İdlib’de buna eklenecek 4 milyonla birlikte ülkesini kendi halkından temizlemek isteyen bir Esad rejimini görmek işten bile değil.

GÖÇMEN KONUSU

Türkiye, Suriye’de yaşanan savaşın zorlu şartlarından kaçan mültecilere kapılarını açtı. Ülkesini terk etmek zorunda kalan 6 milyon Suriyelinin yaklaşık 4 milyona yakını ülkemizde bulunuyor. Mülteci konusunda Avrupa’nın vermiş olduğu sözleri tutmaması da bir kenarda dursun.

İdlib’de yaşanan insanlık dramı orada bulunan insanların sınırımıza doğru hareketlenmesini beraberinde getiriyor. Nitekim Türkiye’nin yeni bir mülteci dalgasını kaldırma kuvveti yok. Bu anlamda Türkiye zaten ahlaki üstünlüğünü çoktan kanıtlamış durumda.

Şehitlerimizin haberinden sonra Türkiye’nin sınır kapılarını açmasını eleştirenler, utanmasalar Türkiye’yi “tehcir kanunu” çıkarmakla suçlayacaklar. Akıl alır gibi değil. Kimse zorla sınır dışı edilmiyor, gitmek isteyene kapılar açık. Bunun neresi insanlık dışı?

Ayrıca, Türkiye’nin İdlib’den gelecek bir göçmen dalgasını önlemekle ilgili olarak sınırımızın bitişiğinde “güvenli bölge” kurulması hususundaki tutumu son derece anlaşılır.

Bu gelişmelerle birlikte soğukkanlılığı elden bırakmadan denge politikasında ısrarcı olmak, birini diğerinden ayırmadan Rusya ve Avrupa’yla ilişkileri eşit terazi denkleminde değerlendirmek, radikal çıkışlardan uzak durmak bu aşamada büyük önem arz ediyor.